Yusuf Dülger
Yusuf Dülger

Bu Ne Böyle?

Bu Ne Böyle?

Türk milletinin büyük çoğunluğu yöneticilerinin bazı ilginç ve garip davranışlarından dolayı üzgün ve kızgın; Böyle yöneticilik olmaz” diyor. Ben de kızgınım ama ‘Bu günler de geçecek’ diyorum, umutluyum.

“Devlet adamı, lider” sanılan insanlardan kimileri millî birlik, millî ekonomi, millî kültür, temiz inanç, itibar, … nemiz varsa hepsini yıkarlarken, “Nasılsanız öyle yönetilirsiniz” ilkesi doğrulanıyor. Yani biz şahsi varlıklarımızı da sorgulayacağız.

Çektiğimiz sıkıntılardan kurtulmanın yolu düşünme, uyanma, uyandırma ve direnmeden geçer. Düşünme, uyanma ve direnme bizim için en sağlıklı tutum olacak. Ortaçağ’ın Avrupalılarını “Reform ve Rönesans” hareketleri kurtarmadı mı? Kurtuluş Savaşımız böyle kazanılmadı mı? Mustafa Kemal Modern Türkiye’yi düşünme, uyandırma ve direnme ile kurmadı mı?

Ortaçağ’ın yönetici ve ruhbanları halklarını gütmek ve sömürmek için engizisyon mahkemeleriyle, kilise aforozlarıyla yaşayacaklarını sanmışlardı ama yanıldıklarını gördüler.

Osmanlının baskıcı/zorba padişahları (ümera) ile medrese hocaları (uleması) yönetim, düşünce, inanış ve yaşayışları itibariyle Ortaçağcı (Kral ve ruhbanlar gibi) idiler. Bunlar, bu özellikleri yüzünden Osmanlı’yı yıkmışlardı.

Türkiye Cumhuriyeti’nin-özellikle son yıllardaki-kimi ümerâ ve ulemâsının Osmanlı meslektaşlarından hiç farkı kalmadı. Bunlar da Türkiye Cumhuriyeti’ni yıkıyorlar. “Laik Cumhuriyet, Yıkılacak elbet” sloganları, kimilerinin ağzından çıkan: “Atın içeri. Sana gününü gösteririm” tehditleri, “Cehennem” maşaları, “Eski fetva” tabuları iddiamızın kanıtlarıdır.

Osmanlı’nın nasıl ki soyu kırık, sütü bozuk ve İngiliz, Yunan, Alman işbirlikçisi ümerâsı var ise, Türkiye Cumhuriyeti’nin de soyu kırık, sütü bozuk ve İngiliz, Amerikan, Arap işbirlikçisi ümerası vardır.

Osmanlı’nın nasıl câhil, yobaz, doğmacı, Arap kafalı, Yunanistan, Girit, Suriye, Mısır kaçkını Şeyh ül İslam Mustafa Sabrileri, Dürrüzade Abdullahları, İskilipli Atıf Hocaları, Konyalı Zeynelabidinleri türemiş ise, şimdi aynısı Türkiye’de de türedi. İçimizden Yunan aşığı bir meczubun önünde kıyam ve rükû eden bir “sarıklı” çıkmadı mı?

Türkiye’de “Tekfirci” bir kültür ve oluşum var. Bu kültür ve oluşum bilim ve bağımsızlık düşmanlığı yapıyor. Bu yapı hep bindiği dalı kesiyor. Bu yapı matematik, fizik, kimya gibi ilimlerden uzak duruyor. Bu yapı düşünce üretmeyi “zındıklık” sayıyor. Bu nedenlerle bu yapının insanları denklemsiz ve dengesizler. Bunlar Allah’tan çok para ve makama taparlar. Bunlar yalancı ve iftiracıdırlar. Bunlarda; vicdan, Allah’tan korkma, kuldan utanma, Türk milletinden sakınma gibi erdemler yok.

Bunlar ita ve sicil âmirleriyle birlikte durmaksızın Atatürk ve Cumhuriyet düşmanlığı yapıyorlar. Bunlar ana, avrat, gelin ve kızlarının namuslarını kurtaran Mustafa Kemal Atatürk’ü “dinsiz, düşük” diye tanıtıyorlar.

Tarihimizde bir 26 Ağustos 1071 Malazgirt Zaferimiz var, komutanı Alparslan. Tarihimizde bir de 30 Ağustos 1922 Başkomutanlık zaferimiz var, komutanı Atatürk. Malazgirt Zaferi ile Anadolu’ya yerleştik, Başkomutanlık Zaferi ile de Anadolu’da imha olmaktan kurtulduk.

Yukarıda ad ve özelliklerini belirttiğim ümera ve ulema kesimleri var ya, bunlar Alparslan’a rahmet, Atatürk’e lanet okurlar. Bunlar Alparslan’ı yerli, Atatürk’ü yabancı görürler. Bunlar 26 Ağustos gününün öncesinde Malazgirt’e koşarlar, 30 Ağustos gününden önce “arazi” olurlar. Demek bunlarda bilinç ve kıymet bilirlik denen, namuslu düşünme denen bir şey yok, varsa erimiş.

Türk milleti her yıl 26-30 Ağustos günleri arasında, Kocatepe ve Dumlupınar’ın yamaç, bayır ve vadilerinde kükreyip kendine gelirken bunlar kayboluyorlar. Televizyonların haberlerine, gazetelerin resimlerine bakınız, bu günlerde Türk milleti Kocatepe ve Dumlupınar’da başsız!

2018 yılının 26-30 Ağustos günlerini Afyon ve çevresinde geçirmiştim. Türk milleti o günlerde Kocatepe ve Dumlupınar’da “Zafer Bayramı”nı kutlarken ümera ve ulemamız ok atmak için Malazgirt’e gitmişlerdi, içimizde yoklardı. Afyon, Kütahya, Eskişehir gibi illerimizin caddelerinde ok atan resimleri vardı, Böylesi günlerde, bu ümera ve ulemanın yokluğu bana öksüzlük ve yetimliği, düşman gemileriyle İstanbul’dan kaçanları hatırlatıyor.

Bu hal o günden beri aynen devam ediyor. Malazgirt’ten sonra bir de Kocatepe ve Dumlupınar’a uğrasanız ne kaybederdiniz, dinden imandan mı çıkardınız?

Zafer Bayramımızın yüceliğini anlatmak için burada size tarihi bir olayı anlatayım. Mustafa Kemal Atatürk 31 Ağustos 1922 sabahı savaş alanını gezerken Kızıltaş deresindeki binlerce ölüyü görünce, yaralıların iniltilerini işitince ellerini açar, bir Fatiha okur, şöyle dua eder:

Ya Rab, bana suç yazma, beni ölenlerin sorumlusu yapma. Yunanlılar yurduma girdi. Ulusumun namusuna saldırdı. Türklüğü ve sana inanıp dua eden Müslümanlığı yok etmek istediler. Yurdumu kurtarmak için bu savaşı yaptırdım. Beni istilacı kumandanlarla bir tutma. Türk ulusunun Kurtuluş Savaşı’ndan, dökülen kanlardan dolayı affet.”[1]

Konuyu kapatırken millî hikâyecimiz Ömer Seyfeddin’in “PİÇ” isimli bir hikâyesi var. İnternetten cep telefonlarıyla erişebileceğiniz bu hikâye bizi çok yönlü düşündüreceği ve önümüzü aydınlatacağı için okunmasında birçok yarar var diye düşünüyorum.

Zafer Bayramımız kutlu olsun.

[1] Sinan Meydan, Atatürk ile Allah Arasında, s. S. 251-252. İnkılâp Yayınevi İstanbul 2009.

Zafer Partisi
Zafer Partisi
Giriş Yap

Haberiniz.com.tr ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!