Gözüm gökyüzüne takılıyor. Pırıl pırıl saf ve temiz görünümlü. Su ise ne kadar sakin ,adeta ağırbaşlılığın sembolü gibi usul usul sessizce akıp gidiyor… Kim derdi ki bir müddet önce Van’da, Rize’de, Bozkurt’ta, kapkara olmuş hava ile birlikte azgınca ve çılgınca üzerimize çökecek, bizlerle sevdiklerimiz arasına boyut koyacak… Sadece şu anı yaşayanlara bunu anlatmak, anlatmayı bırakın inandırmak o kadar zor ki… Atalarımız , Denize güven olmaz… Ayağımın toprağa basması lazım derken bir şeyleri biliyorlarmış ta ona göre konuşmuşlar… Denizciler ise akıllarında havanın ne zaman patlayacağı belli olmaz, düsturunu mutlaka saklarlar… Ozan-ı Kebir Aşık Veysel Şatıroğlu’nun dediği gibi bizim sadık ve göründüğü gibi olan , aldığından fazlasını veren, tartışmasız dostumuz, kara topraktır… Yoksa sonunda bizleri ona emanet ederler miydi? Hepinize merhabalar olsun…
Felâketler gelir geçer. Yaralar sarılır. Kısa bir süre sonra hiçbir şey olmamış gibi hayatınıza devam edersiniz… Bu normal olanı. Bir de giderek artan ve adeta “Beka Sorunu” olanları var… Bunlar için IBAN bile kâr etmez… Tahmin ettiniz. Ülkemizin tek bir kurşun bile atılmadan işgalinden bahsedeceğim…
Her geçen gün mutlaka birkaç tane paylaşılıyor. Güya yurdumuz da misafir olan ama artık bizlere misafir muamelesi yapan Suriyelilerin varlığı. Bunların bir kısmının provokasyon mahsulü olmaları mümkün fakat öyle güvenilir ve emin kişiler paylaşıyor ki, inanmamak mümkün değil. En son Sn. Özdağ‘ın paylaşımı yenilir yutulur cinsten değil… İtin biri alenen tahrik ediyor. “Sıkıysa bu yaptıklarınızı Antep’te yapın” diyor, birçok küfür eşliğinde… Biz bu noktaya nasıl geldik? İstanbul sahillerinin bedevilerle dolmasına, İşyerlerimizin doymak bilmeyen bademlerce, ucuz iş gücü imkanları sunan Suriyelilere teslim edilişine… Bu yetmez gibi, bir ara az daha Ankara Belediye Başkanı olmasına ramak kalmış Özhasssseki’nin “Suriyeliler giderse ekonomi çöker” demesi dahil her şeye göz yumduk ve de umursamadık… Karılarımıza, kızlarımıza yapılan tacizler hatta fiili durumlar bile uyanmamıza yetmedi… Kendi mafyalarını kurmaları, kaçakçılığı ele geçirişleri, hatta hatta bir İranlı çifti gasp edip rehin alana kadar bütün rezaletlere sessiz kaldık… Ülkelerinde bayrakları pek te umurlarında olmayan, ABD köpekleri, burada Afganistan Bayrağını direklere astılar. Dönüp, “Hooop, ne oluyor” bile demedik… Gençlerimizi taciz ettiler, yaraladılar vakayı ddiyeden kabul ettik… Ankara, Altındağ’da pırıl pırıl bir evladımız, Devlet malına zarar veren Suriyeli İtleri ikaz ettiği için; dikkat edin bacağına, kabasına değil, doğrudan kalbine yöneltilen bıçakla şehit edildi… Basına fazla sızdırılmayan olaylar cereyan etti. Yüzlerce kişi gözaltına alındı. Yukarda saydıklarım olurken, RTE , yükseltilen duvarların inşaatına telefonla bağlanarak, işi “Yalan Terör“üne bağladı. Peki Efendi, bu Afganlar ülkeye nasıl girdi? Gelişmiş ışınlama sistemleri var da bizim mi haberimiz yok. Bir de bunu izah edin… Yoksa sizler de “Propaganda Terörcülüğüyle” veya “Yanıltma Terörüyle” suçlanacaksınız bilesiniz…
Bu işler neden dolayı başımıza geliyor? Bir genel kanaat var ki bunu Bay Kemal de dile getiriyor, bir de benim tecrübelerime dayanan şahsi kanaatlerim var. Her ikisine de kısaca göz atalım mı?
- Kemal, geçenlerde “Seni gene mal varlığınla mı tehdit ettiler?” dedi. Bu çok tehlikeli bir durum. Böyle bir şey varsa yandık ki ne yandık… Evvela şahsi kanaatimi söyleyeyim. RTE’yi tasvip etmem ama kendileri şu ana kadar gelmiş geçmiş en dürüst devlet adamıdır. Boğazından lokmayı bir kenara bırakın ,haramın molekülü bile geçmemiştir… Çocukları bile, abidik gubidik vakıflardan aldıkları 3-5 kuruş hakk-ı huzurla geçinmektedirler. Hal böyle olunca, züğürdün bütün lafları taca çıkıyor… Yok Malezya’da kuleleri varmış. Merve’yi de onun için oraya Büyükelçi atamış. Yok kamyon dolusu dövizi varmış , yok Katar’da milyar dolarlar bankadaymış vs. gibi ipe sapa gelmez bir sürü safsata… Bunların hepsi şehir efsanesi. Dünyanın neresine giderseniz gidin, Türkiye ile ilgili bir ATATÜRK’ü, bir de onun mallarını ve yaptıklarını satan RTE’yi tanırlar… Şiş kebap ve Rakıyı da biliyorlar ama onlar farklı şeyler… Her neyse gene şamata damarımız rahat durmamaya başladı tez elden konumuza dönelim. Trump denilen akıl fukarasının dediklerini dayanak yapıp bu garibin üstüne fazlaca gitmeyin… Çok yakındır “Kim ne biliyorsa açıklasın yoksa alçaktır namussuzdur namerttir vs vs” lafları gelmek üzere… Tevazuu, hoşgörüyü, hümanist yaklaşımları, kimse zayıflık ve ayıp gizleme olarak değerlendirmesin… Bu konuya yeteri kadar açıklık getirdikten sonra , sırada kendi kanaatlerim var…
Beyler hepiniz mutlaka en az benim kadar yapılan anketlerle ilgileniyorsunuzdur… Maalesef, Hazret’in 2023’ü kurtarması mümkün görünmüyor. Bırakıp gitmekte kolay değil… Geriye tek ihtimal kalıyor. Ne yapıp yaparak seçimi kotarmak. Bana göre 10 milyona ulaşan göçmen, sığınmacı, mülteci her ne belâ derseniz deyiverin, bunlar muhtemel seçimin gerekecek oy depolarıdır. 2 milyon mu eksik var 2 milyon Vatandaşlık… 3 milyon eksik tahmin ediliyorsa 3 milyon vatandaşlık. Bilmem anlatabildim mi? Ben yoksam, hiçbir şeyin önemi yoktur zihniyetinin tipik bir tezahürü gözlerimizin önünde şekilleniyor…
Yazımın sonuna gelmeden, diz boyu seviyesini geçip boğazımıza kadar uzanan bir rezaletin değerlendirmesini yapmak istiyorum… Ey küsurat adam, ey utanmaz, ey çakma şeyh kılıklı soytarı, sen kimsin ki Ulu önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü, Taliban itleriyle aynı satıra yazıyorsun… Milletvekilliğini unut yok böyle bir şey, hele karın için asla söz konusu değil… Ateş olsan, cürmün kadar yer yakarsın diyeceğim ama cürmün bile yok… Seni muhatap alıp yazmaktan, utanç duyuyorum. Bu yüzden , utancım katlanmasın diye de kısa kesiyorum. Yeterin ulan, düşün bu milletin yakasından…
Hükümetin kuklası, aslanlar gibi kükreyen “Sarı” kardeşimizin şovlarını takip edin. Kendinizden, insanlığınızdan utanacaksınız. Daha önceki yazılarımla aynı minval üzere olaylar gelişiyor. Sonu nasıl gelecek, yazı da O da var… Memurlar ve emekliler hayale kapılmayın… Detaylara sonra değineceğim.
Sevgili dostlarım, değerli okurlarım. Hepinizi Allah’ıma emanet ediyorum. Hoşça kalınız…