Nasıl tasvir edeyim bilemedim doğrusu. Bir ressam da değilim ki. Neyse, yine ben elime sözcükleri alayım, dilime dökeyim elimden geldiğince.
Hafif kilolu.
Kaşları ince, gözleri yumruk yumruk.
Alnı geniş ve açık.
Saçları dökülmeye meyil tutmuş, ama bir o kadar da karizmatik.
Bakışlarında daima kararlılık ifadesi ve asla geriye bakış söz konusu olmayan bir eda.
İnce desem ince değil, kalın desem kalın değil; orta bıyıklı.
Ve çok şık bir takım elbiseyle karşımıza çıkan bir düşünür…
Şimdi, böyle tanıtınca belki tanıyamadınız; fakat sizlere desem ki:
Diyarbakırlı.
Türkçülük deyince, aklımıza gelen en önemli isimlerden biri.
Kürt mü Türk mü diye sürekli tartışılır. Hatta zamanın Dışişleri Bakanı Ali Kemal “Kürt” demiştir. Bunun üzerine beş bentlik şiiriyle şöyle seslenmiştir:
“Bana Türk Değil Diyene
Ben Türk’üm diyorsun, sen Türk değilsin!
İslâm’ım diyorsun, değilsin İslam!
Ben, ne ırkım için senden vesika,
Ne de dinim için istedim ilâm..
Türklüğe çalıştım sırf zevkim için
Ummadım bu işten asla mükâfat
Bu yüzden bin türlü felaket çektim
Hiçbir an esefle demedim: Heyhat!
Hattâ ben olsaydım: Kürt. Arap, Çerkes,
İlk gayem olurdu Türk milleti!
Çünkü Türk kuvvetli olursa mutlak
Kurtarır her İslâm olan milleti..
Türk olsam, olmasam ben Türk dostuyum,
Türk olsan, olmasan sen Türk düşmanı!
Çünkü benim gayem Türk’ü yaşatmak,
Seninki öldürmek her yaşatanı…
Türklük hem mefkûrem hem de kanımdır
Sırtımdan alınmaz çünkü kürk değil!
Türklük hadimine “ Türk değil “ diyen
Soyca Türk olsa da “piçtir!” Türk değil!”
Ya, işte böyle birisidir o.
Ve bir o kadar da duygusaldır.
Ha, unutmadan bir de hakkında söylenti vardır, inancıyla ilgili…
Ve hepsine cevabını sürgünde zevcesine yazdığı mektuptan alabiliriz:
“Sevgili Vecibe’m,
Bu hafta yine mektup alamadım; fakat gazeteler ve mecmualar geldi. Bu kâğıtlar da benim için mektup yerine geçiyor. Bana hepinizin kokusunu getiriyor. Bunları görünce sıhhat haberinizi almış oluyorum. Ben sıhhatteyim, sadece aklım sizde. Lakin ne çare sabretmek lazım. Böyle zamanlarda Allah’a tevekkül etmek insanın imdadına yetişiyor. Bir Müslüman’a göre Allah varken keder yoktur. Türk, Allah kerimdir demekle her türlü vesveseden uzak yaşar. İşte ben de bir Müslüman gibi, bir Türk gibi Allah’ın inayetine güvenerek kendi kendimi teselli ediyorum. Sevgili zevcem, ben burada kendimi Diyarbekir’de sanıyorum. Fis kayası gibi yüksek mevkideyiz karşımızda deniz, karanın içine girmiş bir ırmak gibi ince. Diyarbakır’daki çayı andırıyor. Irmağın ötesinde bir köy var ki Kıtıkbıl’a benzer. Sabah akşam köylülerle hayvan sürüleri bu denizi ayaklarıyla geçerler. Diyarbakır’dan Kıtırbıl’a nasıl geçilirse bu taraftan da karşı yakaya öyle geçilir. Yalnız burada kelek yok. Karşı yakanın sağ tarafında bir köy var ki Diyarbekir’in sati köyüne benzer sol taraftaki köy de Sümbüllü’yü andırır. Bazı da karşımda Dicle’yi, bostanları, Kıtırbıl’ın arkasındaki yamaçları görüyorum. Sanki Fis kayasının üstündeyim. Etrafıma baktıkça Diyarbekir’i, oradaki evimizi, evimizdeki bahtiyarlığımızı hatırlıyorum. Sevgili zevcem, bu ayrılığın çilesi yakında bitecek. Gündüzden sonra gece, geceden sonra gündüz gelir. Yuva saadetini yuvasından uzak düşmüş garip kuşlara sormalı. Dünyada vatan sevgisinden sonra en tatlı duygu yuva sevgisiymiş. Bıldırcın katarlarının dönüşü gibi elbette bir gün biz de bu hicretten döneceğiz. o zaman mesut yuvamızda yine bir çift güvercin gibi sevgili yavrularımızın tatlı cıvıltılarını dinleyeceğiz. Ben Allah’tan yalnız iki şey istiyorum: yurdum mesut olsun, yuvam bahtiyar. Çocuklarımızı benim için öp! Senin dudakların benim dudaklarımdır. Bu bayram hürmetine inşallah yine o güzel günlere kavuşacağız sevgili vecibe’m…”
Ve herkesin bildiği bir aşkı daha vardır ki hiç sormayın: Vatan Aşkı ve Ülküsü!
“VATAN NE TÜRKİYEDİR TÜRKLERE, NE TÜRKİSTAN
VATAN, BÜYÜK VE MÜEBBET BİR ÜLKEDİR: TURAN!”
Mehmet ismiyle kimse bilmez.
Bir ALA GEYİK efsanesi vardır ki dillere destan.
Türk Milliyetçiliğinin başyapıtlarından olan “Türkçülüğün Esasları” ve “Türkleşmek, İslâmlaşmak, Muasırlaşmak” kitapları desem, artık bilirsiniz herhalde.
Anlatılması ve tanıtılması zor değerlerimizden biridir o. Anlaşılmayacak biri değildir. Lakin anlatmak istedikleri yıllarca anlaşılmamıştır. Ve hala da anlaşılmamaktadır.
Evet, ZİYA GÖKALP’ten bahsediyorum. Bugün ebediyete intikalinin 89.yılı.
89 yılda ne değişti diye sorarsanız?
Hiçbir şey değişmedi. Bugün hala Kürt Türk tartışması yapıyoruz. Mefkûremizi bilmiyoruz. Ülkü yolunda hiçbir adım atamadık. Dilimize sahip çıkamıyoruz. Diyarbekir’imizi bile bize çok görüyorlar. Kardeşliğimizi bozmaya çalışıyorlar. Nifak tohumları o gün ekildiği gibi bugün de ekilmeye devam ediyor.
Fakat bilinmelidir ki Ziya Gökalp’ın uyuttuğu yavrularını unutanlar var:
“Uyu yavrum, uyanacak günler var,
Yarınları gözetleyen dünler var.
Baban şehit izlerinde ünler var.
O izlerde sen de dolaş
Öç gününe sen tezce ulaş
Uyu yavrum, tepesinde haç yatan
Camiler vardır bu mu seni ağlatan?
Dayanamaz çiğnenmeye bu vatan
Camilere götür hilal,
Hem yurdu, hem de öcünü al.”
Elbet ülkülerimiz gerçekleşecek.
Tıpkı senin de dediğin gibi Ziya Gökalp:
“Durmaz taş, kaya
Yürürüz yaya
Türk’üz gideriz
KIZILELMA’ya”
Ruhun şad, mekânın Cennet olsun.