10-14 Şubat (2021) arasında Gara’da yapılan ve iki yüzbaşı bir astsubay başçavuş ile terör örgütünün elindeki 13 görevlimizin şehadeti ile sonuçlanan operasyonun artçı sarsıntıları gelmeye devam ediyor.
“Lebaleb dolu” salonlarda yapılan parti kongreleri salgına karşı alınan tedbirlerden ötürü açlık sınırına yaklaşan insanların seslerini yükseltmelerine sebep oldu. Üstüne cenazelerine katılamayan insanlar, siyasilerin katıldığı büyük kalabalıklarla kaldırılan cenazelerle de incitildiler. Yetmedi, okulların pazartesi açılacağı ilan edildikten sonra, cumartesi günü, İçişleri Bakanlığı genelgesi ile Salı gününe ertelendiği basında duyuldu. Sebep yoktu. Sadece Cumhurbaşkanının açıklama yapacağı söyleniyordu. Bütün evlerde bir şaşkınlık vardı. Önce Sağlık Bakanı sonra Millî Eğitim Bakanı yaşananlardan dolayı özür diledi.
Devlet yönetimindeki bu karmaşa ve her evi ilgilendiren salgın tedbirleri arasında, düşünülmesi gereken çok önemli konular kaynadı.
Çözüm süreci denilen ucube…
23 Şubat’ta HDP Grup toplantısında Pervin Buldan’ın, açıklamaları, farklı yollardan dikkatlerden hem kaçtı hem de kaçırıldı.
Pervin Buldan çözüm süreci adı verilen PKK açılımı sürecinde, iktidarla bölücübaşı Öcalan arasında pazarlıkları yürüten İmralı heyetindeydi. Bölücübaşı ve hükümet ile parti ve PKK arasında köprü vazifesini görüyorlardı. Buldan, 2015 yılının 28 Şubat’ında Dolmabahçe Sarayı’nda açıklanan mutabakatı ve öncesindeki süreci en ince ayrıntısına kadar bilen bir siyasi figür. Grup konuşmasında,
“Biz, çözüm sürecini üç ayak üzerinden yürüttük. Birinci ayak İmralı’ydı, ikinci ayak Kandil’di üçüncü ayak hükümet-devlet kanadıydı. O süreçte İmralı’da … öcalan’la yaptığımız her görüşme, devletin ve hükümetin bilgisi ve onayı dâhilinde yapılmıştır. İmralı ziyaretinden sonra yine devlet ve hükümetin onayıyla bizler Kandil’e gidiyorduk. Kandil’de yapılan görüşmelerin sonuçlarını devlet ve hükümet heyetine döndüğümüzde aktarıyorduk. Devlet heyeti ise, bu bilgileri biz İmralı’ya gitmeden kendisi bu bilgileri götürüyor, … öcalan’la paylaşıyordu.” dedi.
Bu arada İçişleri Bakanına yönelik önemli bir cümle daha etti: “Senin Genel Başkanın Erdoğan da neler getireceğimizi heyecanla ve umutla bekliyordu.”
Ardından da “Çözüm sürecinde bize vaat ettiklerinizi yeri ve zamanı geldiğinde ayrıca paylaşacağız. Bunun böyle bilinmesini tarihe not düşüyorum. Çözüm sürecinde bizlere partimize heyetimize neler vaat edildi, neleri yapacağına dair bizlere söz verildi yeri ve zamanı geldiğinde açıklamazsak namerdiz.” sözleri geldi.
Dış güçler de devreye girdi…
Buldan’ın dikkat çekici bir cümlesi daha var. “…3 yıl boyunca yürüttüğümüz onurlu bir duruş vardı ve bunun arkasındayız.” Bu cümle başka bir hususu işaret ediyor. Buldan, sürecin sadece üç yılında olduklarını söylüyor.
Ancak PKK açılımı daha uzun bir dönemde gerçekleşti. Önemli kavşaklarından birisi de Habur rezaletiydi. 19 Ekim 2009’da oldu. Habur da bir ara sonuçtu. Oradaki fotoğraf büyük rahatsızlık yarattı. Dev (Türk Milleti) homurdanınca ara verilir gibi yapıldı. Ancak açılıma da devam edildi. Sadece oyuncular değişmişti. Pervin Buldan da bu dönemde şahit olduklarını söylüyor. Görünen o ki büyüteç tutulması gereken kesintisiz bir çalışma var.
Açılım çalışmalarında organizatör ülkenin koordinesi altında, terör örgütü temsilcileri ile Oslo’da görüşmeler yapıldığı da ortaya çıktı. Arasında dönemin Başbakanlık Müsteşar Yardımcısının olduğu heyet, PKK’nın üst düzey yöneticileriyle görüşüyordu. Oradaki görüşmenin tutanaklarının da bölücübaşına gittiği ve görüşlerinin alındığı basında çıktı.
Bölücübaşı ile yapılan pazarlıklar sonucunda varılan mutabakat da İmralı mutabakatı diye yine basında görüldü.
2015 yılına gelindiğinde artık sürecin sonuna yaklaşılmıştı. 28 Şubat 2015’de Başbakanlık Ofisi olarak kullanılan Dolmabahçe Sarayı’nda tarihe kara leke olarak geçecek manzara ortaya çıktı.
Buldan grupta, “O salonda kimin nerede oturacağını belirleyen bizzat Erdoğan’dı.” diyerek önemli bir noktaya daha dikkat çekti. Belli ki her ayrıntı kontrol altındaydı. Açıklamanın tarihi de tesadüf değildi.
Üst aklın istediği mi oluyordu yoksa?
Peki, 28 Şubat 2015’de Dolmabahçe’de ne olmuştu?
Dolmabahçe Sarayı’ndaki açıklama, İmralı heyeti denen HDP heyetinin başkanı Sırrı Süreyya Önder tarafından okundu. “Tarihî bir aşamaya geldik … başlangıcından bu yana bu sorun devletin dönüşümü ile ilgilidir” demiş ve “Cumhuriyet tarihi süresince varlıkları yadsınan ve dışlanan tüm unsurların [Etnik grupların, H.P.] özgür ve eşitçe tanınması ve yeni norm [yeni anayasa, H.P] sisteminde kendileri olarak yer almalarıyla…” diyerek devam etti.
Bu açıklamada “…gelinen bu demokratik müzakere ve çözüm aşamasına…” tanımlamasıyla bir müzakere yapıldığı vurgulanıyordu. Ardından 10 madde okundu. Bir ortaklık devleti açıklamasıydı. Yani, doğrudan Türk Milletinin egemenliğini ilgilendiriyordu.
Cumhurbaşkanı açıklama için, “… bu hasretle beklediğimiz çağrıdır. (…) Ne istendi de bu ülkede hükümet, 12 yıllık başbakanlığım döneminde verilmedi?” (28 Şubat 2015, Suudi Arabistan’a giderken havaalanında) diye açıklama da yapmıştı.
Bu maddeleri inceleyen yazım 3 Mart 2015’de Millî Düşünce Merkezi’nin internet sitesinde yayımlandı (http://bit.do/fPbkw).
Hikâye devam ediyor ama oyuncular farklı…
28 Şubat 2015 sonrasında yaşananlar 2005’ten itibaren devam eden bir sürecin sonucu. Ama ondan sonra olanlar da tercih edilen siyasetin bedelini çok ağırlaştırdı. Oslo’da devlet görevlilerimiz, “Şehirleri patlayıcılarla doldurduğunuzu biliyoruz” demişti. 2015 Temmuz’undan sonra EYP’lerle doldurulan şehirlerimizi 4 binin üzerinde de yaralı ve gazi, 1000’e yakın şehit vererek ancak temizleyebildik.
Bugün de görünen o ki KDP – Bakur(Kuzey) diye basında da çıkan, Barzani’nin Kürdistan Demokratik Partisi’nin Türkiye’de faaliyetine izin veriliyor. Bunun üzerinden yeni bir süreç anlaşılıyor. Bu da en az önceki kadar tehlikeli sonuçları doğuracaktır. Yanlış bir başka yanlışla düzelmez.
Türk siyasetinin son 25 yılında iki 28 Şubat var. 2015’i aktörleri konuşmaya başladılar gibi. 1997’de de neler olduğunu ancak MGK belgeleri üzerinde gizlilik kalkarsa tam olarak öğrenebileceğiz. Süreci yöneten kadronun güç zehirlenmesi ile kendilerini devlet yerine koyarak yaptıkları, gerçeklerin bütün yönleriyle anlaşılmasına mani oluyor. Ama bugün cemaatler ve tarikatların topluma verdiği zarar, Türk Milletinin inancı üzerinde oluşturduğu hasar ve Türk gençlerinin dinle ilişkileri üzerinde yarattığı inanılmaz büyüklükteki darbeler de ortada. Fakat bir başka gerçek daha var ki, siyaset yaptığı yanlışlardan dolayı sıkıştıkça 28 Şubat (1997) limanına kendini atarak kurtulmaya çalışmakta.
Ve ödenecek fatura her geçen gün kabarmaktadır.