Yıl 1917.
I.Dünya savaşı yılları. Osmanlı Türk Devletinin zor günleriydi.
Tüm dünya, Türk Milletini köleleştirmek için hesaplar yapıyor ve Osmanlı’da da işbirlikçi yöneticiler kendi ihtirasları peşinden koşuyordu. Millet sahipsiz, devlet zayıf, Türklük varlık mücadelesi veriyordu. Türk Milleti, bir kurtarıcı bekliyordu.
Çanakkale Savaşlarının başlamasına ramak kalmıştı. Türk Milleti, kurtarıcısının doğum sancısını yaşıyordu.
Türkistan’da acı günler kapıdaydı. Rusya’da komünist bir ihtilalin gerçekleşmesine günler kalmıştı. Türk Milletinin en büyük zulüm sürecinin başlayacağı, Türklük ve iman testinin sürgünlere, ölümlere ve işkencelere maruz kalacağı zamanlardı.
25 Kasım’da doğdu.
İlk adımlarını attığında, Türk Milleti Çanakkale’de savaşıyordu. Düşmana karşı, düşmanın çelikten gövdesine karşı, etle kemikle iman ve “ben yaşıyorum ve yaşayacağım” haykırışıyla varlık mücadelesi veriyordu. Dünyanın emperyalist ülkeleri, köleleştirdikleri toplumların kandırılmış umutlarıyla, Türk Milletini vahşi, barbar ilan etmiş ve Türk kanı dökmeyi özendiren kara propagandalarla üstümüze çullanıyordu. Çanakkale Boğazından geçmek istediklerinde, bataryalarımızdan geri kalanların ölümsüzleşen kahramanı Seyit Onbaşı’nın imanı ve Türklük ruhu mermi olup gemi batırıyordu.
Çanakkale’de bir kahraman, Türk Milleti için liderlik sinyalleri veriyordu. Türk dikilişi başlıyordu. Sonunda bağımsızlık ve varlık mücadelesinde Türk muzaffer oluyordu. Türk’e Türklüğünü yeniden hatırlatan Atatürk, Türk Devletini kuruyor ve Türklüğün hakim olduğu bir ruhu besliyordu.
O üç yaşındaydı meclis açıldığında.
O altı yaşındaydı Cumhuriyet ilan edildiğinde.
O yirmi bir yaşındaydı Atatürk Hakk’a yürüdüğünde.
O yiğit, yağız bir delikanlıydı, Atatürk’ün Türk’ü yaşatmak için başlattığı işlere son verildiğinde ve istismara uğradığında.
O’nu zor bir zaman dilimi büyütmüştü. Milliyetçi olmanın kanından ve genlerinden gelen bir ateşle beslendiği bir zor yolda büyümüştü.
Türküm dedi, Türklüğüm dedi…
Atsız’a yoldaş oldu.
Tutuklandı.
Ordudan atıldı.
Sürgüne uğradı.
Hapislerde yattı.
İşkenceler gördü.
Yılmadı!
Gençliğin önemli olduğunun bilincinde, onlarla yola çıktı. Milliyetçilik kervanını yola çıkardı.
Kervan büyüdü. Binlerden, milyonlara ulaştı. Her Türk, Onunla mutlaka temas etti ve etmeye devam edecek… Çünkü onun fikirleri hala yaşıyor ve O’nun yol başçılığını yaptığı kervan hala yoluna devam ediyor.
Kervanın yolcuları, O’na “Başbuğ” diyorlar…
Emanetlerini hayatın gayesi, fikirlerini hayat tarzına dönüştüren milyonlar yetişti. Türk Milleti onlara “Ülkücüler” dedi.
İyi çocuklar, Allah’ını, dinini bilir, hürmet,saygı bilen, okumuş iyi çocuklar dedi.
Türk Milletinin geleceğinden kendini sorumlu bilen bir nesildi bu. Bugün hala yaşıyorlar ve hala ayaktalar. Milletin umudu olmaya devam ediyorlar. Zor zamanların insanları olduklarını, zorlu sınavlardan geçerek gösterdiler. Düşmana Yavuz oldular, dosta Yunus göründüler.
Bu kahramanlar şehitler verdiler, büyüdüler.
Hepsi birbirine ülküdaş oldu, birbirine kardeş.
Liderlerinin makamı Başbuğ idi,
Adı: Alparslan TÜRKEŞ.
İyi ki doğdun Başbuğum.
İyi ki tanıdık seni.
İyi ki terbiyenden ve eğitiminden geçtik.
Bize öğrettiğin gibi;
TÜRKİYE’MİZDEN, TÜRKLÜĞÜMÜZDEN VE DE BİZ BİZDEN GEÇMEDİK…
KURDUĞUN KALELERDEN VAZGEÇMEDİK…
FİKİRLERİNDEN YÜZ ÇEVİRMEDİK BAŞBUĞUM…
SENİ YENİDEN SELAMLIYORUM
104 YIL SONRA…
Evlatlarından İsmail KANDEMİR