Darbe, milletin hukukuna silahla el koymaktır. Darbe, halka hizmet etmekle görevli olanların, hizmet etmekle görevli olduklarına karşı yaptığı haydutluktur. Darbe, gücün amaç dışı kullanılmasıdır. Millet tarafından silahlı ya da sivil güçlere verilen yetkinin sınırlarının aşılması darbeye neden olur. Daha doğrusu darbe, milletin memurlarının, milletin amirleri haline gelmesi olgusudur. Darbe sürecinde araçlar amaç yerine konulur; ayaklar baş, başlar da ayak altına alınır.
12 Eylül’ü, darbe gününden ve sonrasından ibaret sanmak en büyük hata olur. 12 Eylül, senaryosu 1980’den çok önce yazılmaya başlanmıştır. Sivas, Kahramanmaraş, Malatya (Hamit Fendoğlu’nun katledilmesi), Çorum olayları gibi kitlesel; Gün Sazak, Abdi İpekçi, İlhan Darendelioğlu gibi bireysel katliamların Türkiye’yi darbeye taşımak için planlandığını dinmeyen kamu vicdanı haykırmaktadır. Bu suçların faillerinin yakalanamaması, yakalananların askeri cezaevlerinden kaçabilmesi ve kaçanların yurt dışına çıkabilmeleri, darbecilerin, 12 Eylül öncesi süreci başarılı bir biçimde yönettiklerinin kanıtıdır.
Toplum her zaman kaostan (kargaşa ve çatışmadan) daha çok kozmoza (düzene) yöneliktir. 12 Eylül 1980 öncesinde topluma tam anlamıyla sosyal kaos ve kavramsal kargaşa dayatılmıştı. Halk, 12 Eylül öncesinde iç savaş ya da darbe tercihi ile karşı karşıya bırakılmıştır. Millete resmen ölüm gösterilmiş, sıtmaya razı edilmiştir. 1982 darbe anayasasının %92 civarında kabul görmesinin sebebi de budur.
12 Eylül sonrasında Mamak ya da Diyarbakır cezaevlerinde insanlara uygulanan insanlık dışı muameleler ve işkenceler toplumsal yıkımlara sebep olmuştur. Denge için “bir sağdan bir soldan asmak” gibi bir facianın altına da 12 Eylül adaleti (!) imza atmıştır. “Asmayıp da besleyelim mi” türünden insanlık dışı söylemler de bu döneme özgü davranış biçimini özetler niteliktedir. Çocuk yaşındaki bir sanığın yaşının büyültülerek asılması da 12 Eylül darbecilerine özgü bir insanlık anlayışıydı.
12 Eylül dönemi bugün yargılanıyor. Ancak hiç kimsenin aklından cuntanın hayattaki iki liderinin yaşlarının küçültülerek idam edilmesi ya da mahkemeye taşınması geçmiyor.
Darbenin hukuku yoktur ama hukuk darbeciler için de vardır. 12 Eylülcüler cunta kurmuş olsalar da hükümeti darbeyle devirseler de ve nihayet TBMM’yi kapatmış olsalar da onlarla ilgili her işlem hukuk içinde kalınarak gerçekleştirilecektir ve gerçekleştirilmelidir. Demokratik hukuk devletinin gereği budur.
Ancak burada cevabı aranması gereken başka sorular da vardır. Bunlardan bazılarını yazalım: Acaba 12 Eylül darbesi yalnızca beş generalin işi midir? Mamak ya da Diyarbakır’da mahkûmlara insanlık dışı işkenceyi Kenan Evren ve arkadaşları mı yaptı? 12 Eylül adaletinin (!) yargıçları kimlerdi? 12 Eylül darbesi sonrasında kurulan hükümetlerde Turgut Özal dahil kimler görev aldı? Darbecileri, o dönemde eli bağlı, önü ilikli, boynu bükük alkışlayan bürokratlar kimlerdi? Erdoğan’ı ve AKP’yi bugün canhıraş bir biçimde destekleyen medyanın duayenleri 12 Eylül’de ne yapıyorlardı?
Şaire “Ne ahlaksız köpekleriz/Her geleni etekleriz!” türünden sözler ettiren 12 Eylül döneminin şakşakçıları bugün de AKP’nin icraatlarını alkışlamıyor mu?
12 Eylül gecesi ABD’de “bizim çocuklar Ankara’da darbe yaptı!” diyen, darbenin gerçek patronları (Graham Fuller vb.) bugün de AKP hükümetine yol göstermiyorlar mı? 12 Eylül darbecilerinin isimlerini sokaklara, bulvarlara ve okullara verenler kimlerdi?
Son soru, Türkiye’de ne demokrasi ne de darbe ABD’siz olamayacağına göre, 12 Eylül darbesinde ABD’nin rolü kesin bir biçimde ortaya konulmadan, yapılan yargılamalardan arzulanan sonuçlar elde edilebilir mi?