Sabah gün ışırken sirenlerle uyandı İstanbul. Çok geçmeden anlaşılmıştı sıkıyönetim ilan edildiği. 1980 öncesinin anarşi dönemi idi. İki defa bombalanmış, defalarca kurşunlanmış bir öğrenci yurdunda ilk değerlendirmelerimizde belirsizlik ve korku ön plana çıkmıştı. Bir taraftan yapılacak baskını beklerken diğer yandan kime, kimlere, ne kadar, nasıl üzerine gidilecek, netice ne olacak sorularına cevap aranıyordu. Dışarıda ise genel hava anarşi durması için gereken yapıldı deniyor, artık durum normalleşecek düşüncesi ağırlık kazanıyordu. 1hafta sürebildi ancak bu keskin müdahale havası. Kısa bir süre içerisinde eski tas eski hamam dedirtecek ölçüler bile geri bırakılmıştı. Ana caddelere ikişerli dizilen süngülü askerler (tek etkinlikleri yanlarından geçen turistleri yanlışlıkla süngüyle yaralamak oldu) şeklen meseleyi hallediyordu. Olaylar çoğalıyor ve derinleşiyor, ölüm haberleri her geçen gün artıyordu. İhtilal hukukundan ciddi bir farkı olmayan sıkıyönetim hali anarşiyi durdurmamış, bilakis daha da artmıştı.
Bu şaşırtıcı durumu anlamamız 12 Eylül sonrası gelişmeleri yaşamamıza kadar karanlıkta kalacaktı.
***
Siyasi 1. Şubede gözaltı hücresindeyim. Zamanın aşırı sol illegal örgütlerinden “acilcilerin” üst kadrosundan Nebil isimli yönetici yakalanmış karşı hücreye de onu getirmişlerdi. Kapıların üzerindeki dar boşluktan, kısa bir tanışma faslı ve sigara paylaşımından sonra hiç unutmayacağım şu ifadeleri kullandı. “Bizim işimiz ülkücülerle değil, bu ülkenin kaymağını yiyen zenginlerle uğraşıyoruz. Onun içinde bizim üzerimize çok geliyorlar. Ben yakında kaçarım ama beni çok yaşatmazlar.”
Tüm aşırı sol illegal örgütler palazlanırken, zenginleri hedef alan “acilciler” süratle çökertilmişti. Nebil ise dediği gibi kaçmış, ardından beklediği gibi çatışmada öldürülmüştü.
***
12 eylül 1980 Pazar günü ordu yönetime el koydu. Kenan Evren önündeki yazılı metinden ihtilal gerekçelerini okurken, Amerika’ya “temaslarda bulunmak üzere” gidip yeni dönen Hava Kuvvetleri komutanı Tahsin Şahinkaya’nın gezisi anlamını buluyordu. Aynı gün “anarşi bitecek, işkence, idamlar, baskılar sahne alacaktı.
Kimilerine göre anarşinin sonlandırılması için gereken yapılmıştı. Kimilerine göre ise karanlık ve puslu bir dönemin içine girilmişti.
***
İhtilalın hemen ardından ABD de başkanlık sarayında sarf edilen bir sözü bizler ancak yıllar sonra öğrenebilecektik. “Bizim çocuklar başarmış” diyordu okyanusun ötesinde…
Darbenin başındaki isim Kenan Evren; “madem olaylar bu kadar kolay durdurulabilirdi de bu kadar niye beklediniz, bu kadar kan neden aktı” sorusuna cevaben şöyle diyordu.
“Şartların olgunlaşmasını bekledik.” Süleyman Demirel ise durumu bir soruyla özetliyordu; “Öncesinde onlarca olay ve ölüm olan karışıklık bir gün içinde nasıl tamamen durabiliyordu?”
Kurgu ve montajın ahenkli ikliminde, tayin edilmiş huzurun peşinde maşalı yönetimin icraatlarını bekler olmuştuk.
***
Darbenin ilk günü tüm siyasi liderler gözaltına alınırken bir tek Alparslan Türkeş’e ulaşılamamıştı. İlk anda ihtilalın içinde olmakla değerlendirilen bu durum kısa süre içinde yerini endişeli bir merak’a bırakacaktı. Daha sonra Türkeş teslim oluyordu. Bu kayıp zaman dilimiyle ilgili olarak sonraları ciddiliği tartışılmaz şekilde; Türkeş’in ihtilal günü infaz edileceği kararının alındığı, bunu öğrenen liderin erkenden evinden ayrılıp kurtulduğu anlatılacaktı.
Aynı durumla ilgili o zaman henüz Ülkü Ocakları çerçevesinde olan Abdullah Çatlının kaçak durumda iken ısrarlı yurt dışına çık telkinlerine karşın; “başbuğun can güvenliği sağlanmadan çıkmam” dediği ve gerekli yerlere mesaj gönderdiği dilden dile konuşuluyordu.
***
İhtilal yavaş yavaş yüzünü belli etmeye başlamıştı. Sol kesimin eylem tarafı çökertiliyor, Türk Milliyetçilerinin en baştan en sona tüm kadroları hedef alınıyordu. Nitekim yönetim kadrosu çok uzunca bir süre hapiste tutulacak, yapılanmasına en son izin verilen hareket Türk Milliyetçiliği Hareketi olacaktı. Beyan edilenlerin aksine ilk teşkilatlanan görüş ise ihtilal gerekçeleri içerisinde yer almış din merkezli olduğu iddiasında olan yapı olacaktı.
Bugün Türkiye’de her yönüyle güç haline gelen, dini referansları alabildiğince kullanan yapı işte o zaman diliminin adı konmadık, okyanus ötesinin, “bizim çocuklarının” semizlenmeye başlattığı el bebek gül bebek çocuklarıydı.
***
İdamlar başlamıştı. Denge politikası diye bir garabet anlayış türemişti. Bir oradan bir buradan deniyordu. Kimi zaman yaş büyütülüp asılıyordu, kimi zaman sorgusuz sualsiz denecek kadar acımasızca asılıyordu. İşkenceler anlatılırken bile insanlıktan çıkıyordu insanlar.
***
Ülkücüler; 12 Eylül darbesiyle birlikte uğradıkları işkence, zulüm ve baskının ötesinde çok daha farklı bir alçaklığın girdabına çekilmek istenecekti. Baş’sız kalan hareket mensuplarının büyük bölümü zaten hapse atılmıştı. Dışarıda kalanlar ise hınzırca iki ayrı kulvara itiliyordu. Bir kesim kendi ideolojilerinden kopmayı meşrulaştıracak, milli yönü aksatılmış din referanslı yapılara yönlendiriliyordu. Diğer taraftan karanlık dehlizlerin gayrı meşru alanlarına yönlendirilen kesim o güne kadar gösterdiği güç ve mücadele ruhunu “bu alan senin hakkın” tuzağına çekiliyordu.
Akademik özelliği kazanabilmiş değerlerimiz ise hizmet etmek istiyorsan, takınacağın zihniyet, duracağın yer şurası denilerek farklı kulvarların sembolleri haline getiriliyordu.
Ülkücüler; 80 öncesi tasarlanmış anarşide hem ölen hem öldüren taraf olmanın getirdiği bedelleri can vererek ve hapislere düşerek ödüyordu. Allah aşkının, vatan ve millet sevgisinin doruğunu hisseden bu değerler, kendilerini yetiştirip, ilim ve irfan sahasına kutlu mühürler vurabilecekken önlerine konan kahpe çöküşleri bertaraf etme mücadelesinden asıl olana vakit ve imkân bulamamışlardı. Bu husus yine ödedikleri ayrı bir bedeldi. İhtilal de idam, işkence ve insafsız yargılanmalar sonucu kaybolan gelecekler ile yine bedel ödüyordu. Devamında ise başsız ve fikriyatsız kıskacın içerisinde bedel ödemeye yine devam edecekti.
Canım feda dediği, canını geleceğini verdiği devleti canını alıyordu…
Yine de küsmeyecekti devletim diyecekti yıllar sonra!
***
Sol görüşe mensup olanlar da ciddi bedeller ödemişti. Yukarda ifade ettiğimiz gibi özellikle eylem yönünde ağırlık kazananlar hedef alınmış, çok ciddi işkence ve baskılara maruz kalmışlardı, idam edilmişlerdi. Ne acıdır ki ihtilaldan hemen sonra ortaya çıkan bazı yapılanmalar sol görüşlüleri de kahredecek ihanet şebekeleri, o zamanki illegal sol bataklığından doğacaktı. Ödedikleri bedelin büyüklüğü bugün dahi ıslaha muhtaç bir kin yumağı ruh halini bir kesiminde belirleyici kılacak kadar ağırdı. Bunun yanında sağlıklı teşhis ve değerlendirmelerde bulunan ciddi bir kesimi kültürel alanda değer üretebilir zinde ve farkında bir özelliği bu topluma kazandıracak atılımı başaracaktı.
***
12 Eylül 1980 darbesi “şartları olgunlaştırırken” ve sonrasında Türkiye’nin istikbalinin temeli olan vatan, millet ve değerler üzerine eserler inşa edebilecek bir nesli katlettiği yönüyle tarihteki şerefsiz, alçak, kahpe yerini alacaktır.
***
Darbenin toplum üzerindeki etkileri itibarı ile de geri döndürülemez bedelleri bu millete ödetir bir çürümeyi getirmişti. İnsanlar hak ve hukukun belirleyiciliğini yitirdiği baskı ve zulüm yönetimini yaşamış ve kanıksamıştı. Dayatma anayasanın oylamasında yaşanılan komedi ve trajediler toplum şuurunda tamir edilemez hasarların başlangıcı olacaktır.
Belki de daha sonraları lügatimize girecek “toplum mühendisliği” kavramını ilk belirgin yaşayışımız bu dönemde gerçekleşmiştir. Özal’ın iktidarının şekillendirilmesi basit bir kurgu yönlendirmeyle elde edilivermiştir. Türkiye iç siyasetinin dış etkenlerin kucağına bu kadar aleni ve kapsamlı terk edilmesi yine bu dönemin getirdikleridir.
Bugün yaşadığımız gayrı meşru etkinliklerin toplum vicdanında tepki bulamayışı, her türlü dayatma ve yönlendirmeleri peşinen kabul etmemiz, hakkaniyet duygumuzu kaybedip güce bağımlı tavır alır halimiz, yetim hakkını unutup, önceliğin merkezine zevk, safahat ve egomuzu koyar oluşumuzun doğum tarihi 12 Eylül 1980 dir! dersek, mübalağa etmiş olmayız.
***
12 Eylül 1980; kurgulanan kahpeliğin, milletimin şah damarına montaj edilmek istendiği, tasarlanmış mutlulukların peşinde, zevk ve safahatı tek öncelik bilen güruh oluşturmak üzere uzaktan kumandalı satılık zihinlerin icraatlarının sahne aldığı kara günümüzdür.