Zafer Partisi Genel Başkan Yardımcısı Sayın Aslan Yaman ile Türk Milliyetçiliği ve Zafer Partisi’nin milliyetçilik çizgisine dair bir söyleşi gerçekleştirdik.
Haberiniz.com.tr ye verdiği söyleşide Sayın Yaman’a muhalefet partilerinin çokça dile getirdiği bir erken seçim söylemi var. Yeni kurulan bir parti olarak Zafer Partisi’nin teşkilatlanma çalışmalarını ve teşkilatlarını durumunu sorduk.
“Hedefimiz; tüm illerde ve tüm ilçelerde teşkilatlanarak milletimizi ülkemizin bir ucundan diğer ucuna Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde temsil etmektir. Ülkenin tümünde örgütlenmiş olmak takdir edersiniz ki; yeni kurulan her partide olduğu gibi, zaman alacak bir konudur. Bu nedenle, Seçim Kanunu gereğince seçime girmek için gerekli olan 41 il ve bu illerin ilçelerinin ¾’ünde teşkilatları kurmuş olma şartını öne alarak çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Mevcut gidişata göre (Bursa örneğimizi gördünüz) Kasım ayı içinde bu gerekliliği yerine getirmiş olacağız diyebilirim. Daha sonra, ilçe kongrelerinden başlayarak Kurultay sürecimizi başlatıp diğer yandan da eksik olduğumuz illerdeki çalışmalarımızı tamamlayacağız. Burada şunu da belirtmem gerekir ki, şimdiye kadar seçim kanunu için gerekli olan örgütlenme sayısını tamamlamamış olmamız bizim çok seçici olmamızdan kaynaklanmaktadır. En yeterli il ve ilçe yöneticileri ile birlikte yol yürümek istiyoruz.” diye konuştu.
Siz de Türk Milliyetçisi olduğunuzu söylüyorsunuz MHP ile aranızda ne fark var diye sorduğumuzda Yaman, Türkiye’nin % 90’ını vatan, bayrak, devlet ekseninde milliyetçi bir tutuma sahip olduğunu söyledi. Yaman sözlerine şöyle devam etti;
“Ben bir bilim insanı olarak kendi öğrencilerim arasında yaptığım ve 17 yıl süren değerler araştırmasının sonuçlarına göre, ülkemiz insanının % 90’a yakın bir oranı vatan, bayrak, devlet ekseninde farklı dozlarda milliyetçi bir tutuma sahip olduğunu görüyorum. İnsanların olaylara verdiği reaksiyonları gözlemlediğimizde de hayatın gerçeğinde de durumun bu olduğunu görüyoruz. Bu nedenle milliyetçiliği bir partiye veya bir gruba has bir değermiş gibi nitelendirmeyi yanlış buluyorum. Partiler arasındaki farkı da tutumlarındaki dozaj farkları oluşturacaktır.
Sorunuza bir başka partinin milliyetçiliğini tartışarak milliyetçilik yarıştırmak yerine, Zafer Partisi’nin nasıl bir Türk Milliyetçiliğine sahip olduğunu açıklayarak cevap vereyim isterseniz.
Parti programımızın başlangıcında partinin amacı anlatılırken birinci cümlesi şöyle başlar:
Büyük Türk Milleti’nin bütün mensuplarını, zengin, özgür, güvenli ve sosyal adaleti benimsemiş, geleceğe güvenle bakan bir Türkiye’de yaşatabilmek(tir).
Bu tanımın altında yatan anlam şudur.
- Ülke içinde yaşayan her bir birey evrensel değerlerde kişisel özgürlüğe sahip olmalı ve birey özgürlükleri kendi iradesi ile ortaya koyduğu anayasa ve yasalar dışında hiçbir şekilde sınırlandırılmamalıdır. Hatta tartışma konusu bile edilmemelidir.
- Ülke içinde yaşayan her bir birey varlıklı ve refah içinde yaşamalı, geleceğinden emin olmalı ve geleceğe güvenle bakmalıdır.
- Ülke içindeki her bir birey devletimizin sosyal bir devlet olduğunu içine sindirmeli ve Zafer iktidarlarında hiç kimsenin sefalet ve yokluk içinde yaşamayacağından emin olmalıdır. Sosyal devlet olmanın modern devletlerin olmazsa olmaz niteliklerinden biri olduğunu hiçbir tartışmaya yer vermeyecek şekilde benimsemeli, milliyetçiliğimizin toplumcu yönü sosyal devlet ilkesi ile bütünleşmelidir.
Bu nedenlerle de milliyetçiliğimizi Milletine olan sevgisini Atatürk çizgisinde Türk Milliyetçiliği olarak belirleyerek; Türkiye Cumhuriyeti’nin bağımsız, hukuka bağlı, güçlü bir devlet haline getirilmesi ve milletinin refah içinde yaşaması ülküsünün politik ifadesi olarak tanımlamaktadır.
Yani, , Zafer Partisi’nin birinci görevi Türkiye Cumhuriyeti’ni bağımsız ve güçlü kılmaktır. Zafer Partisi Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin evrensel değerlerde hukuka bağlı olmasını milliyetçiliğinin temeli olarak görmektedir ve Zafer Partisi, milletinin her bir ferdinin refah içinde yaşamasını şart görmektedir.
Bu durumda bizim milliyetçiliğimizde Büyük Türk Milleti’nin her bir ferdi için olmazsa olmaz kabul ettiğimiz üç ilke öne çıkıyor: Bireysel özgürlük, hukuk ve iktisadi refah.
İşte bütün siyasal faaliyetlerimizin temeli budur. Programımızda yer alan her bir hedef bu ilkelerin gerçekleştirilmesine hizmet eder niteliktedir. Seçimden sonra oluşacak iktidarımızdaki hükümetlerimizin programları ve faaliyetleri de bu üç ilkeye hizmet eder nitelikte olacaktır. Bunları belirttikten sonra diğer partilerdeki milliyetçilik tanımlarını ve kabullerini siz değerlendirin lütfen.
Konu, parti başkanı ben olayım sen ol, değerlendirmelerinin ve suçlamalarının çok ötelerinde görünüyor ne dersiniz?” ifadelerini kullandı.
Başkanlık sistemiyle birlikte ülkemizde seçim şekli de değişti. Eskiden seçim sonrası alınan oylara göre koalisyonlar kurulurken günümüzde seçim öncesi ittifaklar oluşmaya başladı. Siz önümüzdeki seçimlerde bir ittifaka girecek misiniz? Kesinlikle ittifak etmeyeceğiniz bir parti var mı?
“Bu soruya evet, hayır, belki gibi anlamsız cevaplar vermeyi doğru bulmuyorum. Bizim partimizi var eden ülkemizin içinde bulunduğu ancak kimsenin üzerinde durmadığı ağır şartlardır. Bu şartları kısaca belirtmek isterim.
Siyasal iktidarın ülkeyi getirdiği yer; ekonomik ışıltısı sönmüş, kendine ve birbirine güvenmeyen insanların yaşadığı, devlete ve tüm kamu kuruluşlarına güvenin en alt düzeye indiği, yetişmiş insanlarının ve birikmiş sermayesinin ülkeden kaçmak için fırsat kolladığı, krizden krize sürüklenen istikrarsız, önemsiz ve sorunlarını çözmekten ve tabi afetlerle baş etmekten aciz bir seviyedir. Bu seviye çözülemeyen 4 boyutlu krizin sonucudur. Nedir bu çok boyutlu krizler? Biz bunları Devlet Krizi, Milli Birlik Krizi, Ekonomik Kriz ve Sığınmacılar ve Kaçaklar Krizi olarak isimlendiriyoruz.
Dünya yeniden oluşturduğu ittifaklarla yeni jeopolitik rekabete hazırlanırken, yapay zekâ ve otonom teknolojiler hızla geliştirilirken, sanayide endüstri 4.0, iletişimde 5G aşılıp yeni hedefler belirlenirken, ülkemiz; iktidarın yaşanan krizleri çözmekteki acizliği, başarısızlığı ve beceriksizliği, hatta umursamazlığı ile varlık savaşı verir hale gelmiştir. Bunları bir parça açalım isterseniz.
Devlet Krizi
2002-2016 arasında devletin; emniyet, adalet, milli savunma, dış işleri, iç işleri ve diğer önemli kadrolarının FETÖ’ye teslim edilmesi suretiyle demokratik sistemin temeli olan kuvvetler ayrılığı ve parlamenter sistem yok edilip, yetkiler şahsa, tek adam ve ailesine devredilmiş ve tüm sorunlar çözülemez olmuştur.
Milli Birlik Krizi
Cumhuriyetin ilanından beri kıvançta, tasada, sevinçte ve ülkemize yönelen tehditlere karşı her zaman birlik ve beraberlik içinde olan milletimiz, fay hatlarına bölünmek için, oynanan tüm oyunları bozmuş, birlik ve beraberlik içinde kalmayı başarmıştı. Şimdi ise, tek adam olma hırsının körüklediği toplumu bölerek, düşmanlaştırarak, gerilimle yönetme stratejisinin sonucu toplum birbirine düşmanlaştırılarak kamplara ayrılmıştır. İç barışın tehdit altında olması sonucunda iyi eğitim görmüş insanlarımız ve bin bir güçlükle biriktirilebilmiş sermaye yurtdışına kaçmak için fırsat arar hale gelmiştir.
Ekonomik Kriz
Sürdürülen sistemli yolsuzluk ve talan, düşük kur ve sıcak para ile dış borca dayalı tüketim ekonomisi ülkeyi IMF’ye el açmaktan çok daha kötü bir manda rejimi olan Duyun-u Umumiye’nin eşiğine getirmiştir. İktidar ve yandaş sermaye grupları Türkiye’yi bir iç sömürge olarak görmekte, üretimden koparılan Türk insanı çalışma ahlâkından uzaklaştırılmaktadır.
Sığınmacılar ve Kaçaklar Krizi
Türkiye, dünyanın en fazla sığınmacısının yaşadığı ülke olarak, bunun ekonomik ağırlığı yanında demografik yapısını ve Türk kimliğini kaybetmektedir. Türk kentleri örtülü bir istila ile karşı karşıyadır ve kalışları 10 yıla yaklaşmış, sığınmacıların nüfus artışının tabi nüfus artışından 5 kat fazla olduğu dikkate alındığında 25 yıl sonraki nüfus dengesi sığınmacıların lehine Türk Milletinin aleyhine bozulacaktır. Ülkemiz hızla bir iç savaşa sürüklenmektedir.
Şimdi biz neye bakacağız? Siz bu krizlerin sebebi veya sonucu olarak nerede duruyorsunuz veya bu krizlere ilişkin ne düşünüyorsunuz nasıl çözüm yolları öneriyorsunuz diye sorup verilen cevaplara bakacağız.
Zaten bu sorunları bilerek isteyerek kasıtlı ve Türk Milletine düşmanca tutumla ortaya çıkaranlarla nasıl yan yana olabiliriz. Diğer yandan da bu sebeplerin ortaya çıkmasını önleyemeyen ve konforlu alanlarını milletimize tercih eden muhalefet partileri ile nasıl bir araya gelebiliriz. Çok boyutlu kriz sarmalındaki Türkiye’de iktidar, sorunları doğru teşhis edip, çözüm yolları aramak bir yana, sorunları bilerek ve isteyerek derinleştirirken, mevcut muhalefet partilerinin bazıları sorunları görmezden gelmeyi tercih etmekte, kimisi sorunları küçüksemekte veya romantik hülyalar içinde hümanizm edebiyatı ile kendini avutmakta, soruna milli bir çözüm üretmekten kaçınmaktadır. Zafer Partisi çözüm önerileri ve milletimizin dertlerini doğru teşhis ettiği için zaten iktidara en yakın siyasal partidir. Bu şekli ile sorunuz açıklanmıştır diye düşünüyorum.”
Peki Sayın Yaman siz Zafer Partisi’nde Ekonomiden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı olarak Türkiye’nin ekonomik kaostan çıkması ile ilgili ne düşünüyorsunuz? Partiniz İktidara geldiği taktirde öncelikle neyi ele alacaksınız? bizlere kısaca özetler misiniz.
Yaman konuyu söyle açıkladı; “Ülkemizin son 20 yıldır yanlış yönetildiği ortada. 20 yıldır hükümetler Türk Milletine hizmet için değil de Türk Devletini tasfiye etmek için işbaşına gelmiş gibi davrandılar ve son derece yanlış ekonomik tercihlerde bulundular. Ekonomik kaosun sebeplerini de bu tercihler oluşturdu. Neydi bu tercihler? Hepsini tek tek açıklamak istiyorum ki meramımı doğru anlatabileyim.
- Yurtiçi tasarrufların yetersiz olmasından dolayı sermaye girişleri yoluyla yurtdışından tasarruf ithal edilmiş, yapısal sorunları çözmek yerine, ekonomi düşük kur, yüksek faizle ülkeye çekilen sıcak parayla finanse edilen ithalata dayalı istihdam yaratmayan bir politika benimsenmiştir.
- İhracat Pazarları önemini yitirmiş, iç talep baskın bir şekilde dikkate alınmıştır. Ekonomide sürükleyici iç taleptir, iç talebin devamlılığı için önce tasarruf oranlarının düşmesi umursanmamış sonra banka kedileri ile tüketim körüklenmiştir. Tasarrufların çözülmesi ile yatırım için dışarıdan gelecek paraya mahkumiyet bir kat daha artmıştır.
- Reel ekonomide; imalat sanayinden ziyade inşaat sanayi öncelenmiştir.
- Dolayısı ile toplam harcamaların, belirgin şekilde toplam gelirleri aşması nedeniyle yüksek cari açık sürekli borç yenilemeye mahkum bir ekonomik model ortaya çıkarmıştır.
Sonuç: sorunları kronikleşen bir ekonomidir. Peki somut olarak kronikleşen sorunlar nelerdir? Bunları da birer birer saymak isterim.
- Yüksek Enflasyon
- Yüksek işsizlik
- İç Ekonomik Denge ve Dış Ekonomik Dengede Aynı Andaki Açıklar
- Kayıt Dışılık
- Gelir Dağılımı Bozukluğu ve Gelir Grupları Arasındaki Farkın Artması
- Tasarruf Yetersizliği ve Dış Finansmana Bağımlılık
- Vergi Yapısının Bozukluğu ve Dolaylı Vergilerin Oranlarının Yüksekliği
- Kredibilite Sorunu ve Borçlanma Oranlarının Yüksekliği
- Merkez Bankası Bilançosundaki Net Hata ve Noksan Kaleminin Yüksekliği
- Orta Gelir Tuzağından kurtulamama
- Dolarizasyon
- Siyasal Müdahalelerle Piyasa Yapısının Bozulması-Yanlış Teşvik Uygulamaları
- Merkez Bankasının Bağımsızlığı Sorunu
- Lüks ve Gösterişçi Tüketim
- Yüksek İç ve Dış Borç Oranları-Sürdürülemezlik Sorunu
Demek ki bu kronik sorunların her birine tek tek çözüm üretmek gerekiyor. Oysa ülkemizin en öncelikli ve en büyük sorunu, aynı zamanda da bütün sorunların temelini oluşturan Dış Ticaret Dengesinin açık vermesi ayan beyan ortada ve buradan başlayarak, hizmet dengesi ve sermaye hareketleri dengeleri ile kapatılamayan bu açık sonuçta Cari Dengenin de açık vermesine yol açmaktadır. Bu ne demek ? Devlet bilançosunda kapatılması gereken ama kapatmak için kaynak bulunamayan devasa bir boşluk. Ekonomik krizlerin tetikleyicisi. Çok kırılgan bir ekonomi. Fazla teknik konulara girmeden bu sorunu çözmek için öncelikle bizim ihracatımızı ithalatımızdan daha fazla hale getirmemiz gerektiğini söyleyebiliriz. Peki bunun için ne gerekiyor? Dünyaya satacak mal üretmeye eş anlı olarak ithalatımızı olabildiği kadar düşürmek ama bunu da enflasyona yol açmadan başarmak. O halde ilk başta üretim ekonomisine doğru evrilmemiz lazım.
İkinci sırada ürettiğimiz ürünlerin ülke içinde zenginlik sağlayabilmesi için de üretim faktörlerinin verimliliklerinin yüksek olmasını sağlamak geliyor. Yani, teknolojik ve katma değeri yüksek ürünler üretmemiz gerekiyor. Bunun içinde dünya genelinde dikkat çekecek araştırma merkezleri oluşturmak ve dünyadaki en iyi ilk 100 üniversite içine bir kaç üniversite sokmak gerekiyor. Tüm bunları göz önüne aldığımız zaman sanki içinden çıkılamaz birbirine bağlı bir karmaşa olarak görülebilir. Bu karmaşayı çözmenin en önemli yolunun iktisadi tüm faaliyetlerin birbiri ile nedensellik bağını kurmuş Sürdürülebilir Planlı Kalkınma yaklaşımı olduğunu düşünüyoruz.
Daha somut olarak ifade etmek gerekirse dış ticaret dengesinde açık veren sektörler tek tek ele alınarak bir taraftan bu açığın giderilmesi ve bunların ülke içinde üretilmesi için yeni yatırımlara girişilirken, diğer yandan da Türkiye’nin Ekonomik Hayat Sahasında yer alan ülkelerde ihracat ve lojistik merkezleri oluşturarak ihracatın artırılmasına girişeceğiz. Böyle bakınca, ekonomik modelimiz sanki ihracata dayalı- ithal ikameci ekonomik büyüme modeli gibi görünüyor.
Bu modelin gerçekleştirilmesi için ülkemizi karış karış yeniden planlayarak nitelikli sanayi ve nitelikli tarım bölgeleri oluşturacağız. Ülke içinde taşımacılığın demiryoluna kaydırılması için büyük bir demiryolu yatırımı projelerine girişip, tarımda dışa bağımlılığı sona erdirmek için tarım havzaları ve ürün desenleri geliştirip tarım ürünleri üretimini önemli ölçüde artırarak ciddi bir ihracat geliri elde etmeyi hedefliyoruz. Bu modelin, sulama, ulaştırma, eğitim, mekanizasyon ve teknoloji projeleri hazır. Yüksek teknolojili ürünler üretmek ve ülkemizi güçlü ve müreffeh bir ülke haline getirmek için tüm projelerimizi hazırladık. Zaman içinde bütün çalışmalarımızı detayları ile açıklayacağız.
Bu arada şimdilik adını vereceğim 4 deniz 4 bölge adıyla geliştirdiğimiz önemli bir yapılanma modelimiz uygulamaya konulacak.
Ama ilk anda ne yapacaksınız diye sorarsanız. Bir soygun aracı haline gelmiş Varlık Fonu’nu hemen tasfiye edeceğiz ve yine soygun aracı haline gelmiş tüm KÖİ projelerini masaya yatıracağız.”
Takdir edersiniz ki ülkemizde sadece ekonomi bozulmadı. Gençlerin oyları da gelecek seçimlerde büyük ölçüde iktidarı belirleyecek bir kitleye ulaştı. Siz eğitim ile ilgili reformlar düşünüyor musunuz ?
“Parti Programımızın en önemli bölümünü eğitim oluşturmaktadır. Oldukça uzun ve detaylı yazılmıştır. Ama ana başlıklar halinde vermek gerekirse; temel eğitim kesintisiz, zorunlu ve teknik eğitim ağırlıklı olmak üzere 12 yıl olacaktır. Askeri okullardan, Üniversitelere kadar tüm eğitim sistemi gözden geçirilerek Sürdürülebilir Kalkınma Planlarımızda öngörülen insan kaynağını yetiştirmeye uygun hale getirilecektir. Ancak, teknik eğitim ağırlıklı bir eğitim sistemimiz olacağını net olarak söyleyebilirim. İsterseniz Partimizin Sitesinden tüm programımızı da alabilirsiniz.”
Gençlerin çokça şikayetçi olduğu bir diğer konu da mülakatlar. Mevcut iktidarda sınavlarda ne kadar yüksek puan alınırsa alınsın işe girmek için etkili olanın sözlü sınavlar olduğu görülüyor. Sözlü Sınavlarla ilgili düşünceniz nedir?
“Parti Programımızda Kamu Personeli Seçme Sınavlarında Sözlü Sınav uygulanmayacağı öngörülmüştür. Türk milletinin her bir ferdi devlet görevinde yer alma hakkına sahiptir ve anayasada belirtilen ilkeler dışında bir seçme-değerlendirmeye tabi tutulamaz. Sözlü Sınavın amacı ifade, fiziksel düzgünlük, temsil kabiliyeti vs. gibi kriterleri ölçmek olduğuna göre, sağlık raporu veren kurumlar bu özellikleri de ölçerek rapor verebilir. O halde yazılı sınava girmeden önce bu raporları getirenler yazılı sınava girecek ve aldığı puanlarla kamu da işe yerleştirilecektir.” ifadeleri ile açıkladı.
Son olarak Seçim Sloganınız ne olacak?
“Bu konuları ben tam bilmiyorum ama şimdi iki başlık öne çıkıyor gibi. Seçimlere kadar daha epey bir şey ortaya çıkacaktır.
- Türk Milleti Devletini Geri İstiyor
- Herkes Kendi Vatanında Mutlu Olsun”