Töre’nin Töresi

Dergi hür tefekkürün kalesi” derdi Cemil Meriç. 1970’lerin yayın dünyasının en önemli sloganlarından biri buydu. Biz dergiciler, bu sözü çok sever ve her fırsatta kullanırdık. Demek, dergi deyince akla “tefekkür” gelmeliydi. Tefekküre dizgin de vurulmamalıydı. Tam mânâsıyla “hür” olmalıydı. O günlerde, fikir bakımından yeni bir hamle başlatmak isteyenler için “hür tefekkür”, her türlü sansüre uzak çağrışımlarıyla ideal bir noktayı ifade ediyordu.    “1970’lerin Dünyasında Dergiler Hür Tefekkürün Kalesi miydi?“ 
  Bu sorunun cevabı epeyce uzun bir tahlili gerektirecek kadar mühimdir. Şu kadarını söylemeliyim: Elbette değildi. O ideolojik kavga ortamında dergiler de kavganın bir parçasıydı. Ancak, kavga şartlarında, şaşılacak kadar hür olabilen zihinler de bulunuyordu. Sağda ve solda, düşünebilen ve düşündüklerini rahatça ifade edebilenler vardı. Sol, elbette daha şanslıydı. 150 yıllık dünya tecrübesini Türkçeye naklederek yayıyorlardı. Aslında, tarihe bakılınca dünya için bile yeni sayılabilecek bir düşünce tarzını temsil ediyorlardı ve bir taraftan öğreniyor, öğrendiklerini yaymak için yazmakla yetinmiyor, bir taraftan da her türlü sanatı ve her türlü vasıtayı ağırlıkla kullanıyorlardı. Sağ, büyük ölçüde savunma psikolojisi içinde ve tarihe dayanmakla birlikte devam temellerinden yoksun durumdaydı. Bu sebeple de bozula bozula devam ede gelen göreneğin temsilcisi olarak çok çalışması gerektiği halde, şaşılacak şekilde, gevşeklik derecesinde rahatlık gösterebiliyordu. Hayatta ağırlıklı, düşüncede ve devlet erkinde gerideydi. Sessiz çoğunluğa dayanıyordu. Yerleşik değerlerin savunucusu gibiydi. “Sağ” denen bu kırk bölmeli kategoride yer alanlar, belki de böyle bir farkındalıktan da mahrumdu; dolayısıyla bunun bile tam doğru olmadığını görecek halde değillerdi. Sinmiş olmasalar bile, mahcup bir savunma refleksi gösteriyorlardı. İnkılap değerleriyle çatışıyorlardı. Bu, derindi ve derindeydi. Bu derin çatışmaya rağmen, sığ bir karşı duruş vardı.
  Sağ içinde sayılan Milliyetçiler ise, hiç olmazsa 12 Eylül’e gelinceye kadar, inkılâplara karşı mesafeli olsalar da, karşı gibi durmuyorlardı. Sağın bazı aktif gruplarından farkları bu noktada da barizdi.
  Sağ, amorf bir kütleydi. Yaşanan çağa göre teşekkül etmemiş olduğu çok açık olan tercihleri vardı. Fikren muhalefetteydi ve bu pozisyonu devletin temel tercihleriyle de çatıştığından, açıktan savunamadığı, yarı gizli bir anlayışa mahkûm olmuştu. Dolayısıyla, sağ gruplar, büyük ölçüde faaliyetlerini ölçüp biçerek, tartarak yürütüyorlar, hâkim ideolojik yapıya toslamak istemiyorlardı. Gözle görünür bir yavaşlık ve yaşananların bir ölçüde dayattığı durumdan doğan ağırlık vardı. Milliyetçiler, bu yapının dışında gibiydiler. Tercihlerini de açıklıkla savunuyorlardı; ağır ve yavaş da değildiler; çok atak bir tavır sergilemekle de öne çıkıyorlardı. Evet, kavga yıllarıydı ve bu kavgada sağ deyince akla, kırk parçalı grup, cemaat ve anlayışlar değil, büyük ölçüde milliyetçiler geliyordu. Diğerleri kuluçkaya yatmış veya tabanda kozasını örmekle meşgul olan ve kendisini dinle tarif eden kesimlerdi.
  Sağ, pek çok alanda olduğu gibi, bütün hizip ve gruplarıyla yayın sahasında da cılız kalıyordu. Kavgaya fiilen katılan milliyetçi kesim de, yayın sahasına birinci dereceden önem vermiyor gibiydi. Kültür ve sanat konularında derinleşmek isteyenler için ciddî zorluklar vardı. Maddî sıkıntılar en başta sayılsa da, sıkıntı, düşünceye ve dergiye ihtiyaç duyup duymama noktasında düğümleniyordu. İhtiyaç duyuluyordu, ama çerçeve belliydi: Kavga ortamındaydık. Sadece doğrudan kavgayı destekleyen sloganik yayınlar olmalıydı. Bu düşüncede olanlar çoğunluktaydı. Merkezde olanlar, büyük ölçüde fikre önem verseler, o yöndeki çalışmaları bir ölçüde destekliyor olsalar da, ikinci kademede, alıcı ve okuyucu kanadında zayıflayan istek, işi zorlaştırmaya devam ediyordu. Pek çok şey gibi, dergi çıkarmak da zordan zor bir işti.
  Bu genel resim, 1970’leri bütünüyle anlatmaz. Öyle sanıyorum ki, 12 Mart 1971’den itibaren zayıflayan bir düşünce dünyasından söz etmek gerekecektir. 1975’den sonrası için bu genel resim tam doğrudur.
  Töre, böyle bir fikir ortamının çocuğudur. Milliyetçilik heyecanlarının tam olarak şekillendiği yıllarda, bu heyecana paralel bir duyguyla yayına başlamıştır. Kurucusu, Milli Mücadele’nin efsanevî şâirlerinden Halide Nusret Zorlutuna’dır. Halide Nusret’in kurduğu derginin adı, Ayşe’dir. Adı, bir yılı aşan bir süreden sonra Töre olarak değişecek ve dergi tamamen kızı Emine Işınsu tarafından üstlenilecektir. Ayşe’den Töre’ye geçişte de, bir ideolojik netleşmeye dikkat çekmek gerek. Ayşe, bir milliyetçi kadın dergisidir. Töre adıyla, Türk Milliyetçiliği’nin gür bir sesi olarak yayına devam edecek ve uzun yıllar devamınca bu vasfını devam ettirecektir.
  Töre’nin bir geleneğin devamı olduğunu söylemek de pekâlâ mümkündür. En azından, Türk Yurdu, Orkun, Ötüken, Komünizmle Mücadele, Toprak ve benzeri dergilerin fikir çizgisindedir. Türk Yurdu’nun çıkmadığı yıllardır. Çıkmakta olan bazı dergiler, kuvvetli bir çizgi yakalayamamış ve geniş kitlelerde bir fikir heyecanı yaratamamıştır. Çok büyük bir hareket başlamıştır ve ciddî yol almış olmasına rağmen, fikirce doyurucu bir ortam hazır değildir. Milliyetçi gençlere tavsiye edilen kitap listesi bile onlarla ifade edilecek sayıdadır. Töre, bu büyük boşluğun yarattığı açlığı gidermek üzere doğmuştur, denebilir. Türklüğün, yeni bir dirilişle yine zirveye çıkması, konulmuş hedefin özü olarak ifade edilebilir.
  Töre, ilk sayılarından itibaren, bütün yurtta zaman zaman bir manifesto gibi kabul edilen yazılara yer verdi. Milliyetçi kesimin bütün akademisyenleri neredeyse istisnasız Töre’deydi. O zamanın genç bilim adamları Erol Güngör, Necmeddin Hacıeminoğlu, Mehmet Eröz başta olmak üzere, daha önceki nesilden Prof. Dr. Tahir Çağatay, Prof. Dr. Abdülkadir İnan, orta nesilden Doç. Dr. Orhan Türkdoğan gibi isimler, 1970’lerin milliyetçi düşünce hareketine yön verecek yazılar yazdılar. Dündar Taşer, 1972 yılında bu hayattan çekilişine kadar, derginin zaman zaman yazılarıyla görünen, fakat her zaman fikrî çerçevesini sağlamlaştıran isimdi. Galib Erdem de derginin yakın dost halkasındaydı.
  Derginin ilk yıllarında, Türklük ve Türk Milliyetçiliği’nin tarih perspektifine ağırlık verilmiş gibidir. Bunu bir temel atma olarak da kabul edebiliriz. Milliyetçilikten bahsedilecekse, mutlaka Tarihte Türklüğü ortaya koymak gerekirdi. Tarihten kopuk bir milliyetçilik zaten düşünülemezdi. Bunun yanında, dil ve din iki temel mesele olarak her zaman gündemdeydi; doğrudan doğruya aktüel meselelere giren yazılar da hiçbir zaman ihmal edilmemişti. Bugün, o nüshalardan birini eline alan bir kişi, ne zaman yayımandığını, içinde ele alınan günün meselelerine bakarak rahatlıkla çıkarabilir.
  Töre, elbette bir fikir dergisiydi. Ağırlıklı olarak düşünce yazılarına, ilmî araştırma özelliğine varan yazılara yer ayırması normaldi. Günlük olay ve olgular da bu çerçevede değerlendiriliyordu. Dergi sayılarını tararken, isimleri alt alta yazmayı denedim. Liste, sayfalar doldurdu. Bir yerde dikkatimi kaybettim ve atladığım pek çok isim de oldu. Bu listeyi tamamlayarak yayımlamak bile Töre hakkında esaslı bir fikir verebilir. Bunu mutlaka yapmak gerektiğini düşündüm. Bu listede, 1969-1985 arasında, sağda ilim ve kültür- sanat âleminde bulunmuş isimlerden pek azının eksik olduğu ayrı bir çalışmayla tespit edilebilir. Muazzam bir kadrodur. Bir dönemde, Töre Âilesi’ne katılmış olmaktan dolayı hemen her şeyi bilmeme rağmen, bu tarama sırasında gözlerim kamaştı. Bir devrin, özellikle sosyal bilimlerde öne çıkmış neredeyse bütün isimleri Töre’de yazmıştı. Siyaset sahasında söz söylemiş olanlardan pek çoğu da Töre’deydi. Kültür hayatımızın düşünen beyinleri Töre’deydi. Sanata dair söz söyleyen pek çok eski-yeni isim de Töre sayfalarındaydı.
  Bazı isimleri burada zikretmek zorunda olduğumu biliyorum. Genişçe sayılabilecek bir liste ile başlayalım. Bu isimler, milliyetçiliğin bir devrini temsil edenlerdir diye değerlendirilebilir. Özellikle milliyetçiliğin sistemli bir hale gelmesinde, kendilerinden önce yazanlara, çalışma yürüten ve bunu yayımlayanlara çok kuvvetli yeni eklemelerde bulunduklarını söyleyebiliriz. Bunun yanında, yeni fikirler söylediklerini, eskiden söylenenleri tashih etme ihtiyacıyla yazdıklarını da görebiliriz. Daha önce verilen birkaç isme ilaveten(Bazı isimler o günlerde yazılan akademik pâyelere ulaşmış değillerdi, okuyucuya kolaylık olsun diye son unvanları verilmiştir), Prof. Dr. N.Hacıeminoğlu, Prof. Dr. Ercüment Kuran, Prof.Dr. Haluk Karamağaralı, Prof. Dr. Hikmet Tanyu, Prof. Dr. Aydın Taneri, Prof. Dr. A.Bican Ercilasun, Prof. Dr.Enis Öksüz, Doç. Dr. Mukbil Özyörük, Prof. Dr. Turan Yazgan, Prof. Dr. Meserret Diriöz, Prof. Dr. Birol Emil, Prof. Dr. Mertol Tulum, Prof.Dr Umay Günay, Prof. Dr. Sadık K. Tural, Doç. Dr. Tevfik Ertüzün, Prof. Dr. Atilla Özmen, Prof. Dr. Nusret Çam, Dr. Reha Oğuz Türkkan, Dr. Turgut Günay, Dr. Rıza Kardaş, Dr. Vehbi Ecer, Ergun Göze, Hacer Hicran Göze, Hüseyin Mümtaz, Ayvaz Gökdemir, Sadi Somuncuoğlu, Necip Mirkelâmoğlu ve Prof. Dr. Vural Savaş’ı adı çok bilinenlerden ilk ağızda seçilmiş bir liste olarak kaydedelim. Bu isimlere, yazılarıyla yüzlerce ismi koyunca, Töre’nin fikir kadrosu hakkında ciddî bir fikir edinmek mümkün olur.
  Töre, karakteristik bir fikir dergisiydi. Soğukkanlı ilim adamı bakışları çokça yer alsa da, doğrudan doğruya milliyetçiliği savunan yazılar ağırlıktaydı. Derginin ilk yıllarında, hem bu soğukkanlı ilmî bakışlara, hem de heyecanlı yazılara eşite yakın bir oranda rastlanır. Bu denge de ilgi çekicidir. Gökalp Türkçülüğü’nün kültürel sahadaki temel tercihlerine itibar edilmemiştir. Tarih ve kültür yorumu objektif vesikalara ve verilere dayanır; Türklüğün tarihi geçmişini olduğu gibi aksettiren ve o şekilde benimseyen yazılar ekseriyettedir. Bu tarihi gelişim temeli üzerinde, yeni çağın ihtiyaçlarına göre bir milliyetçilik kurulması gerektiğini söyleyen yazılar, çizgiyi zorlayanlardır.
  Yeni bir şey kurmak kadar, yeni bir şey söylemek ve kabul ettirmek de zordur. Töre, çok sıkı görünen milliyetçilik temellerine rağmen, onu sorgulamayı da ihmal etmez. En azından, Türkçülük fikriyatının kurucusu Gökalp’a aykırı fikirlere de yer verir. Derginin genel çizgisi, Cumhuriyet Türkiye’sini kuran anlayışla aynıdır. Gökalp çizgisi de zaten böyledir. Ancak, zaman zaman bu çizgiyi revize edecek fikirler de Töre’de yer bulur. Osmanlı’yı es geçmez Töre. Dini de, milliyetçiliğinin değişmez bir kaynağı olarak nazarda tutar. Gökalp ve Cumhuriyet fikriyatının aksayan taraflarını görür ve bu düzeltmeyi kendi milliyetçiliğinin şaşmaz bir veçhesi sayar. Türklüğü bir bütün olarak ele alan görüş hâkimdir.  Dolayısıyla, Osmanlı’yı yücelten ve o çerçevede fikir söyleyen yazıların sayısı pek çoktur.
  Tarih, derginin her zaman yer verdiği konuların başında gelir. Yukarıda verilen seçilmiş listede yer alan isimlerin ekseriyetle tarih ve tarih etrafında yazdıkları görülür. Zaman zaman ağırlık verilen tarih konuları da dikkat çeker. Bunlar içinde, yayımlandığı zaman büyük fırtınalar koparanları olmuştur. Erol Güngör’ün Cumhuriyet Devrinde Türkiye’nin Kültür Politikası bunlardandır. Yılmaz Öztuna ile Emine Işınsu’nun yaptığı Tanzimat mülakatı, büyük bir tartışmayı başlatmış, ama çok verimli sonuçlar doğuramamış, Yılmaz Öztuna’nın fikirlerine karşı fikirler kuvvetle söylenememiştir. Bu iki konunun da 1979 yılına tesadüf etmesi dikkat çekicidir. Milliyetçilerin de, devletin kültür politikalarını ciddi tenkitlere tabi tuttuğu bir dönemin başladığına delâlet eder. Buna paralel olarak Tanzimat’ın incelenmesi, tartışmanın köklerine gitmek bakımından bir diğer boyutu olarak önemlidir.
  Türk Milliyetçiliği’ni sistematik bir görüş halinde verebilmek konusu, Törenin ve Törecilerin çok temel bir problemiydi. Bu konuda yazılmış perakende yazıların sayısı bir hayli fazladır. Bu yazılardan büsbütün başka bir plan ve programla, Ayhan Tuğcugil imzasıyla İskender Öksüz’ün yazıları (o zaman ODTÜ’de kimya doçentiydi), bir düşünce çerçevesi sunması bakımından son derecede orijinaldir. Türk Milliyetçiliği Fikir Sistemi adlı kitap, bu yazıların birleştirilmesi ve bir ölçüde kitap formatına uyarlanmasıyla ortaya çıkmıştır. Töre’nin fikir tarafının en derli toplu sonuçlarının başında bu kitabın geldiğini söylemek yanlış olmaz: çünkü bugün itibariyle bile tesiri devam eden bir eserdir. Akademik kariyer sahibi yüzlerce isim yanında, memleket sathına yayılmış bir aydın neslinin el kitabı olagelmiştir. İlk baskısı, 1970’ler Türkiye’sinde te’lif bir fikir kitabı için çok yüksek bir tirajla 7500 adet olarak basılmış ve kısa sürede satılmıştır. 12 Eylül’ün çok konuşulduğu bir dönemde olduğumuz için bu eserle ilgili bir notu daha kaydedelim: 12 Eylül sürecindeki MHP Dâvâsı iddianamesinde, şöhretine ve tesirine uygun olarak, Türk milliyetçiliği Fikir Sistemi’nden 7 sayfa iktibas edilmiştir. 
****
  Türk Milliyetçiliği’nin ilgilendiği en önemli konular arasında, “Dış Türkler” meselesi derin hassasiyetlerle işlenir. Töre’nin bütün sayıları Dış Türklerle doğrudan ilgilidir. Bir döneminde, çok yoğun bir şekilde bu konuya odaklanıldığı anlaşılır. 1975’den itibaren, “Türk Dünyası Dosyası” adıyla yeni bir özel bölüm açılır. Bu bölümde, özel haberlere yer verilmekle beraber, Batı kaynaklarından gelen bilgiler ağırlıklı olarak kullanılır. 1975’den itibaren, Türkiye dışında bulunan bazı Türklerden gelen yazılarla zenginleşen sayılar da görülür. Baymirza Hayıt ve Hasan Oraltay, Almanya’dan yazılar gönderirler. Daha sonra bu isimlere Nadir Devlet de katılır. İçerden, Prof. Dr. Tahir Çağatay, Dündar Taşer, Prof. Dr. Abdülkadir İnan, Ahmet Cebeci, Erdal Sargutan, Muhabay Engin, Dr. A. Yavuz Akpınar ve o sıralarda Türkiye’ye gelen İklil Kurban gibi pek çok isim Dış Türkler’le ilgili yazılar kaleme alırlar. Bu yazıların çoğunun aktüel durumlara dair olması çok ilgi çekicidir. Sovyet Devrinin çok katı bir döneminde, bu kadar bilgi sızması şaşılacak bir durumdur. Ancak, bazı bilgilerin yanlışlığı da kısa veya uzun vadede anlaşılan hususlar arasındadır. Mesela, Töre’nin 99. sayısında “Cemiloğlu’nun Ardından” adıyla bir yazı yayımlanmıştır. Bu bilgi Batı kaynaklarında da yer alan bir istihbarat yanıltması olduğu bir zaman sonra anlaşılacaktır. Mustafa Cemiloğlu’nun Sibirya’da zindanda katledildiği haberi, o yıl bütün milliyetçileri yasa boğmuş ve hatta çok büyük bir tel’in mitingi düzenlenmişti. Bu satırların yazarı da o mitingde bulunanlardandı. Cemiloğlu’nun yaşadığı çok sonraları bir müjde olarak duyuldu. 2010 yılı itibariyle bugün de yaşıyor ve Kırım Türklüğü’nün büyük mücadelesine liderlik etmeye devam ediyor.
****
  Diğer bir ağırlıklı mesele dildir. Dilin de ideolojik bir malzeme olduğu dönemlerdir. O zamanın Türk Dil Kurumu’nun öncülüğünde, o dönemde “uydurmacılık” denen acaip bir yıkıcılık akımı vardı. Türk sanat ve edebiyat hayatı ile beraber, bütünüyle dil sahası teknik terimlere varıncaya kadar, onların yönlendirmesiyle yürüyordu. Türk Milliyetçiliği, milletinin diline kasteden bu akıma tabii olarak şiddetle muhalifti; ancak bu büyük seli durduracak kadar güçlü enstrümanlara sahip değildi. Töre, bu konuda da sert bir mücadele yürüttü. Töre’nin pek çok sayısında, bu dil savaşına dair pek çok yazı vardır. O zamanın genç akademisyenleri Ahmet Bican Ercilasun, Dursun Yıldırım, Birol Emil, Mertol Tulum (bu isimler o sırada asistan veya dr. unvanı taşıyorlardı) ve benzeri pek çok isim bu dil kavgasının teknik tarafını yürütüyorlardı. Prof. Dr. Tahsin Banguoğlu da Töre’nin bu dil mücadelesini destekleyenler arasındadır. Dergiyi bir dönem emaneten çıkaran Dr. Yalçın İzbul’un özellikle Batılı linguistik çalışmalarına yer veren yazıları ve tercümeleri, ilim açısından önemliydi. Dil zevki bakımından da, pek çok şair ve yazarın dikkatleri, Töre sayfalarında yer alıyordu. Hiç hızını kaybetmeden devam ettirilen bu dil dikkati yeni nesillere aktarılmak suretiyle, tahribatın daha büyük olmasını engelleyen, çok değerli bir çalışma yürütüldüğü ortadadır.
  Dile verilen önem, elbette edebiyata ilgi duymayı gerektirdi. Dil, yaşayan en canlı tarafıyla edebî verimlerle de duyurulmalıydı. Zaten Töre çevresinde, pek çok adı belli edebiyatçılar vardı. Kurucu Halide Nusret Hanım, şair ve yazardı. Kızı derginin sahibi ve Genel Yönetmeni Emine Işınsu romancıydı. Arif Nihat Asya gibi büyük bir şâir, henüz hayattaydı ve dergi çıkarıcıları ile devamlı beraberdi. Hisar muhîti tamamiyle derginin dost çevresiydi. Edebiyatçılar bakımından problem yoktu. Ancak, Töre bir fikir dergisiydi. Edebiyat ve sanatın fikir tarafına girebilirdi, ama edebî verimleri yayımlamak konusunda bazı tereddütler vardı. Bu tereddüdün de müspet yönde aşılmasıyla, hem sanat yazıları ve hem de sanat eserlerine yer verilmeye başlandı. Bu, Töre’nin geçirdiği birinci köklü değişmedir. 1975 yılına tesadüf eden bu değişme, 52. sayıdan itibaren ağırlıklı sanat yazılarıyla netleşir. Kısa bir zaman sonra da, Töre, bir fikir ve sanat dergisi olur.
  Sanatın her kolunda yazılara ver vermek üzere, kampanyayı andıran bir çalışma başlatılır. Tiyatrodan musikiye kadar her konuda yazılara yer verilir. Mehmet Çınarlı, Sanatçı Dostlarım serlevhalı hatıra yazılarını ilk olarak Töre sayfalarında yayınlar. O zaman Sansür Kurulu’nda Millî Eğitim Bakanlığı’nı temsil eden merhum Mehmet Nuri Özşahin, Oğuzata Altaylı adıyla sinema yazılarına başlar. Birkaç isim tiyatro yazıları yazar. Mahir Canova ve Aclan Sayılgan gibi Türk Tiyatrosunun iki büyük ismi de zaman zaman Töre’de yer alırlar. Bir grup arkadaşla 1975 yılında kurduğumuz tiyatroyla ilgili ilk yazı da Töre’de çıktı. Bir dönem Töre’nin Yazı İşleri Müdürlüğünü de üstlenen Meriç Coşkun imzalı yazı, “Çağlar Sanat Tiyatrosu-Kürşat İhtilâli” adını taşıyordu. Dilâver Cebeci’nin, Seyyâh-ı Fakîr edasındaki yazıları da, derginin sanat yönüne sosyal ve siyâsî hiciv boyutunda renk katıyordu. Murat Bardakçı’nın ilk yazısı da Töre’de çıkmıştır. O zamanlar Ankara sanat çevrelerinde, tanburuyla(yaylı da çalardı) görünen Bardakçı, yazı hayatına bir musiki yazısıyla Töre’de başlamıştır.
  Edebiyat ve sanatla ilgili yazılar, dergide zaman zaman ağırlıklı olarak yer alıyordu. 57. sayı, bu tip sayıların başlangıcı olmasa da yerleştiği bir devreyi işaret eder. Bu hükme şuradan varıyorum: İstanbul’u öne çıkaran yazıların ağırlıklı olduğu 40. sayıda olduğu gibi yer yer bu usul denenmiştir. Bu sayı ve devamında Yahya Kemal’in muhteşem Türk İstanbul konferansları ile 4 yazısına yer verilmiştir. Hatta 56. sayıda, Arif Nihat Asya ve Atsız’la ilgili yazılar da bu geçişe son bir hazırlık olarak değerlendirilebilir. 57. sayıdan sonra, ağırlıklı sayılar sıklaşmış, daha ilerleyen yıllarda da özel sayılara geçilmiştir. Bu da Töre’nin kısmen kendini yenilediği bir devre olarak kabul edilebilir. Bu özel sayılardan birkaç örnek vermeden, Töre’nin yukarıda zikretmediğimiz edebiyat ve sanat yazarlarından bazılarını burada kaydedelim: Sevinç Çokum, Prof. Dr. Şerif Aktaş, Yılmaz Gürbüz, Ülker Gürbüz, Hasan Kayıhan, Sevim Kantarcıoğlu, Ali Yörük, Şevket Bulut, Hasan Kallimci, Zeki Alan. Bu isimlerin bir kısmı akademisyendir ve tenkid- tanıtma-denemeler kaleme almışlardır. Bir kısmı da doğrudan nesir vadisinde edebî eserler yayımlamış sanatkârlardır.
  Töre, çok fazla şiir yayımlamamasına rağmen, kabarık bir şâir listesi çıkması çok dikkate değerdir. Ârif Nihat Asya, Y. Niyazi Gençosmanoğlu, Talat Sait Halman, İlhan Geçer, Bahattin Karakoç, A. Yağmur Tunalı, Abdürrahim Karakoç, Ahmet Tevfik Ozan, Cemal Kurnaz, Olcay Yazıcı, Yılmaz Soyer, Yetik Ozan, Hayati Baki, Muhsin İlyas Subaşı, Şükrü Karaca. Bu şairlerin pek çoğunun şiirinden çok yazısının yayımlanması da, Töre’nin fikir tarafına uygun bir durumdur.
  1980 öncesi dergiciliğinde desen de önemli bir yer tutardı. Özellikle kültür sanat dergileri, mutlaka desenle süslenirdi. Bitmemiş resim ve hatta bitmemiş şiir havası veren bu desenler, okuyucunun hem gözünü okşar, hem de o eseri anlamada muhayyilesini tahrik ederdi. Rahmetli Coşkun Karakaya ve şimdi ilim adamı olarak da temayüz eden Garipkafkaslı başta olmak üzere, Mazlum Ümit, Mehmet Başbuğ, Ali Düzgün, Osman Altıntaş, Suzan Çataloluk, Rıfkı Demirelli, Oğuz Karakoç ve Vehbi Okur gibi isimlerin desen ve fotografları Töre’nin edebî verimleriyle beraber görünmüştür. Hatta resim sanatına hazırlık manasından dolayı, bir desen yarışması bile düzenlenmiştir. Töre’nin düzenlediği üç yarışmadan biri budur.
  Töre’nin bir diğer yarışması, o yıllarda şiirin yanında yazıcıları çoğalan hikâye sahasında idi. 12 Eylül 1980’e iki kala düzenlenen bu yarışma, çok büyük ilgi gördü. Emine Işınsu, Doç. Dr.Bilge Ercilasun, Sevinç Çokum, A. Yağmur Tunalı ve Hüseyin Mümtaz’dan oluşan jüri, A. Kartaltepe’nin Muhacir Osman adlı hikâyesini birinci seçti. Kimdi, nereliydi? bilinmiyordu. Sonuçlar ilan edildikten sonra, “Ben Batı Trakya’dan …” diye başlayan bir mektup geldi ve ismiyle beraber kimliği de o şekilde öğrenildi.
  Töre, bu yarışmada ilk sıralarda yer alanları bir özel sayıda değerlendirdi. Galiba, bir edebiyat türüne ilk defa tam sayı ayırmak, Töre için bir başka döneme işaret eder. Zaten, bu sırada 12 Eylül olmuş ve fikir yazılarının ağırlığı sanki tabii bir sonuçmuş gibi azalmıştı. Nitekim 1981 yılında, Tarık Buğra’nın “Gençliğim Eyvah” romanının yayınından hemen sonra, ağırlıklı bir sayı yapılmıştır. Özel sayı ağırlığına yakındır. Çok yönlü yazılar yer almış, Tarık Buğra ile o vakte kadar yapılmış en geniş röportaja yer verilmiştir.
  Bir bakıma Tarık Buğra ile ilgili sayı, Emine Işınsu’nun son hamlelerinden biridir. Çünkü devrin şartları gereği, yurtdışında çalışmak zorunda kalan eşi Prof. Dr. İskender Öksüz’le Suudî Arabistan’a gidecektir. Veda yazısı, o günlerde sevenlerinin ve okuyucularının içini sızlatan ifadeler olarak yansımıştır. Yazının başlığı “Eyvallah”dır. Hemen üstünde, “Şen olasın Halep Şehri” ibaresi vardır. Bu ibare tekrar eden bir motiftir. Hüznü ağırlaştıran da odur. Işınsu: “Ne yaptıysak Türk’e hizmet aşkımız için yaptık…” diyecek ve derginin sahipliğini Yaşar Eşmekaya’ya devredecektir.
  Dergi, bundan sonra beş kişilik bir yazı heyeti tarafından çıkarılacaktır. Dr. Muhtar Tevfikoğlu, Prof. Dr. Ahmet Bican Ercilasun, Prof. Dr. Sadık Kemal Tural, Mustafa Özcan ve A. Yağmur Tunalı. Bu yeni dönemin özelliği, bu heyetin fikirlerinin tam mânâsıyla dergiye yön vermesidir. Yayın tarihimiz için de önemli bir örnek olduğu açıktır. Çünkü dergiler ya

Zafer Partisi
Zafer Partisi
Giriş Yap

Haberiniz.com.tr ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!