Terör Örgütüyle Uzlaşılabilirlik Yanılgısı

Mehmet Gençtürk

Uzlaşma veya uzlaşılabilirliği; iki veya daha fazla birbirine denk faktörün, herhangi bir konu üzerinde ortak noktaya varma eylemi olarak tanımlayabiliriz. “Birbirine denk” ifadesi ayrıca, tarafların ortak statüsü açısından önemlilik arz eder. Bir terör örgütünün silah yoluyla mücadele ettiği bir devlete karşı kendini kabullendirmesi, terör örgütü tarafından yürütülen silahlı propaganda faaliyetlerinin başarıya ulaştırıldığı anlamını taşımaktadır. Normal şartlar altında hiçbir ciddi devlet, bir terör örgütü ile doğrudan temas kurmaz. Mutlaka temas sağlanması gerekiyorsa; terör örgütünün şiddet faaliyetlerinden vazgeçmesi ve silahlı eylemlerini durdurması istenir. Bir terör örgütünün, silahlı eylemlerine ve faaliyetlerine ara vermeksizin, ilgili devlet ile doğrudan diyalog kurmayı başarabilmesi, bir diğer bakış açısıyla; terör örgütünün mücadele ettiği devlete ve resmi kurumlara karşı kendini kabullendirdiği veya ilgili kurumları hizaya getirme başarısını yakalayabildiği anlamını taşımaktadır.
Kamuoyuna, “MİT-PKK görüşmeleri” olarak yansıyan diyalog sürecine bir de bu bakış açısından bakmalıyız.  Gerçekleşme tarihi net olarak bilinmeyen görüşmelerde, terör örgütünün üst düzey yöneticileri ile devletin üst düzey bürokratlarının konunun çözümüne ilişkin doğrudan temas sağlaması, terör örgütünün silahlı propaganda faaliyetlerinin yerine ulaştığının göstergesi olarak yorumlanabilir. Söz konusu görüşmeler sıradan pek çok vatandaşın belleğinde, terör örgütünün devlete kendini kabullendirdiğinin ve devleti istediği kıvama getirdiğinin işareti olarak yer etmiştir. Türk Devleti’nin, PKK terör örgütü ile arada herhangi bir perde ve paravan olmaksızın doğrudan temas kurması, Türkiye’nin prestiji açısından bir kayıp olduğu gibi, terör örgütüne istenilen hedeflerine ulaşabilme yolunda ayrıca umut kazandırmıştır. Söz konusu ses kayıtlarının kamuoyu gündemini işgal etmesiyle beraber, ilgili görüşmelerin; sıradan temas sağlamanın ötesinde olduğunu, bazı konularda ciddi anlamda müzakerelerin yürütüldüğünü ve hatta PKK lehine gerçekleşebilecek birçok adımın devlet tarafından kabullenilme noktasına geldiğini fark etmiş olduk. Tüm bunların yanı sıra, MİT-Kandil- İmralı üçgeninde yaşanan görüşmeler neticesinde, üzerinde mutabık kalınan bir protokol metninin Başbakan tarafından kabul edilmemesi sonucunda müzakerelerin bozulduğu iddialarından da bahsedildi.
Peki, başta Milli İstihbarat Teşkilatı olmak üzere, devletin en kritik kurumlarını PKK terör örgütü ile doğrudan görüşmeye ve müzakere etmeye yönlendiren eğilim ne olabilir? Meselenin en can alıcı noktasını bu soru üzerine inşa edebiliriz.
 Gerçekleşen süreç farklı bakış açıları ile devletin PKK tarafından hizaya getirilmesi veya resmi kurumların meseleyi yüzlerine bulaştırması olarak yorumlanabilir. Ancak konu derinliği, her iki bakış açısının yorumundan daha karmaşıktır. Toplum ve kamuoyunun, konunun çözülmesine yönelik oluşturduğu baskı ortamı devlet yetkililerini amatör hareket ettirmeye yönlendirdiği gibi meselenin geniş çerçevesini okumakta zayıf kalan devlet kademelerinin, sorunu yanlış perspektifte yorumlamış olduğu açıktır. Bu konuda, PKK’ya ve Kürtçülük faaliyetlerine verilebilecek bazı tavizlerin, sorunun çözümü olabileceğine yönelik toplumda oluşturulmak istenen bakış açısının etkisinin olmadığını söylemek yanlış olacaktır. Özellikle bazı medya unsurları ve kişilikler, taviz politikasını topluma işleyerek yönlendirme yapmaya çalışmaktadır. PKK terör örgütünün ilk kurulduğu andan itibaren kendine bir ideal olarak gördüğü “Büyük Kürdistan” yaklaşımını geri plana atarak, ilk etapta daha gerçekçi kazanımları kendine hedef edindiği artık bilinen bir gerçektir. Zaten, ilgili MİT-PKK görüşmeleri bu çerçeve üzerinden yürütülmüştür.
 PKK’nın ve destekçilerinin ilk etapta elde etmek istediği kazanımları, birkaç ana başlık altında sınıflandırabiliriz.
·  Anayasadan Türklük vurgusunun çıkartılması ve Kürt kimliğinin anayasal düzlemde tanınmasını sağlamak
·  Kürtçenin anadil olarak kabul edilmesi ve Kürtçe eğitimin önünün açılması
·   Kendi lehlerine sonuçlanabilecek anayasal düzenlemeleri gerçekleştirebilmek
·  Yerel yönetimlere statü kazandırarak, özerklik veya federatif yönetimin önünü açabilmek
Yukarıdaki başlıklar ayrı ayrı incelendiğinde, her birinin Türkiye’nin temel dinamikleri ve devlet yapılanması ile çeliştiği fark edilebilir. Bu taleplerin kabul edilmesi ve gerçekleştirilmesi durumunda, ortada bizim bildiğimiz anlamdaki Türkiye’den eser kalmayacaktır. Türk Milleti’ne kabul ettirilmek ve topluma çözüm olarak lanse edilmek istenen kavramlar bunlardır. Bu meselede oluşturulmak istenen tablo esasında, toplumu zehirleyecek bazı yaklaşımların ilaç niyetine insanlara yutturulmak istenmesinden başka bir şey değildir. Kamuoyunda sıklıkla gördüğümüz bazı aydın(!) kişiliklerin, topluma yönelik söylemleri ve manipülatif yaklaşım tarzları, halkın terörle mücadele konusunda yanılgıya düşmesinde rol oynayan en büyük etkendir.   PKK’nın sıkça Avrupa gündemini meşgul etmiş IRA ve ETA modelleri ile karşılaştırılması, oluşan yanılgının teknik detaylarından bir tanesidir. Türkiye’de ki Kürtçülük hareketi ve PKK terör örgütünün arka planı, IRA veya ETA ile karşılaştırılamayacak kadar karmaşıktır. PKK, salt bir ideoloji hareketi olmamakla birlikte; geçmişten gelen bazı yanlış devlet politikalarının ve Türkiye’yi yıpratmak isteyen yabancı güçlerin ortak üretimidir. Daha açık olmak gerekirse, PKK denilince işin içine pek çok iç ve dış faktör girmektedir. Türkiye’de ki bölücülük sorununda, PKK’nın kendisi Türkiye’ye yönelik kullanılmak istenen bir piyondur.
Anayasal düzlemde gerçekleştirilebilecek bazı değişikliklerin ve PKK lehine verilebilecek bazı tavizlerin, meseleyi esenliğe kavuşturacağını iddia etmek, olayların arka planını görmek açısından düşülebilecek en büyük yanılgıdır. Türkiye’nin temel dinamiklerini değiştirmek pahasına, “çözüm” adı altında bazı köklü uygulamaların gerçekleştirilmesi sorunu çözmeyecek, daha vahimi Türkiye’de ki gerilim ve tehlikenin daha çok artmasına sebebiyet verecektir. Başta, Kürt kimliğini anayasal olarak kabul etmek ve bazı federatif imtiyazlar tanımak, Türkiye’de milyonlarca insanın onaylamayacağı bir davranıştır. Bu isteklerin yerine getirilmesi pek çok insanın bakış açısında Türk Devleti’nin “yenilgisi” olarak algılanarak, devlete olan inanç ciddi anlamda darbe yiyecektir. Meseleyi “çözmek” bahanesi ile Türkiye’nin ana işleyiş mekanizmasında ciddi değişikliklere gitmek, Türkiye’yi geçmişte hiç olmadığı kadar tehlikeli bir sürecin kıyısına getirir. Terörizm ve kan ile beslenen odaklar, hangi taviz verilirse verilsin yine durmayacaktır. Daha fazlasını isteyecek ve bunun için yine kan dökeceklerdir. PKK’nın arka planını oluşturan ve yönlendiren iç ve dış mekanizmalar, Güneydoğu ve Doğu Anadolu bölgelerini Türkiye’den tam olarak koparmadan ve Türkiye’yi toparlanamayacak ölçüde parçalamadan yine vazgeçmeyecektir. Tüm bunlar yaşanırken, Türkiye’de etnik gerilim doruğa ulaşacak ve Kürt kökenli vatandaşlara yönelik önü alınmaz bir toplumsal önyargı oluşacaktır.
Hayata geçirilmek istenen bir federasyon modelinin, sorunların çözümünde etkili olacağı düşüncesi yine yanlış bir bakış açısıdır. Zira merkezi yönetimin bölgedeki denetimini kısıtlamaktan ve bölücülerin ekmeğine yağ sürmekten başka bir işe yaramayacaktır. Böylesi bir durumda, eğitim ve dil birliği ciddi manada bozulacak, yer altı ve yer üstü kaynaklarının paylaşımı tartışma konusu olacak, bölgeye nüfuz etmek isteyen yabancı güçler daha kolay manevra alanı bulabilecek ve toplumsal gerginlikler ayyuka çıkacaktır. Bölgesel yönetim, kendi silahlı güvenlik birimlerini oluşturmak isteyecek ve kolluk kuvvetlerinin hareket kabiliyeti ciddi anlamda kısıtlanacaktır. Zaten BDP yöneticilerinin, “Öz Savunma Birlikleri” adı altında hayata geçirmek istediği bir projesi bile bulunmaktadır. 
Problemin çözümü, bizi biz yapan toplumsal ve resmi dayanaklardan ödün vermekten geçmez. Meselenin çözümü, bölge insanını Türk devlet sistemine tam anlamıyla entegre etmekten, bölgesel ekonomik kalkınmanın sağlanmasından, bölgedeki feodal yapının ortadan kaldırılmasından ve bölücülüğün arka planını oluşturan iç ve dış odakların etkisizleştirilmesinden geçer. Bu konuda bizim için en büyük örnek yanı başımızdaki İran’dır. PKK’nın İran’da ki kolu olan PJAK üzerinde gerçekleştirdikleri mücadele politikası sonucunda PJAK’ı diz çöktürme noktasına getirmeyi başarabildiler. Bu başarıyı taviz vererek mi sağladılar? Hayır, mücadele ederek. Konuyu boşlamaz ve üzerine giderlerse bu işi tam anlamıyla bitirecekler. Biz ise daha meselenin kendisini okumakta bile hata içindeyiz. Türkiye’de ki milyonlarca yurttaş bu meselenin çözülmesini istiyor. Ancak sadakatle bağlı oldukları devletlerinin diz çökmesiyle sağlanabilecek bir çözümü(!) değil!

Zafer Partisi
Zafer Partisi
Giriş Yap

Haberiniz.com.tr ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!