İnsanların tarıma dayalı hayata geçişleri 11 bin 500 yıl öncesine dayanmaktadır. Tarım yaygınlaşmadan önce insanlar yaşamlarının çoğunu yiyecek arayarak, vahşi hayvanları avlayarak ve yabani bitkileri toplayarak geçirdiler. Yaklaşık 11 bin 500 yıl önce, insanlar yavaş yavaş tahıl ve kök mahsul yetiştirmeyi öğrendiler ve tarıma dayalı bir hayata geçtiler. Dünya nüfusunun çoğunun tarıma bağımlı hale gelmesi ise yaklaşık 2 bin yıl öncedir. İnsanlar mahsul yetiştirmeye başladıklarında, vahşi hayvanları da evcilleştirmeye ve yetiştirmeye başladılar. İlk kültüre edilen bitkinin pirinç veya mısır olduğu düşünülmektedir. Çinli çiftçilerin, MÖ 7 bin 500’lerin başlarında pirinç yetiştirdikleri bilinmektedir.
Tarım kültürü ile daha önceden göçebe hayatı yaşayan insanlar tarlalarının yakınında yerleştiler ve kalıcı köyler oluşturdular. Bunlar ticaret yoluyla birbirine bağlandı. Şehirler ve medeniyetlerin gelişmesi böyle başladı. Yoğun tarıma dayalı ilk uygarlıklar Mezopotamya’da (şimdi Irak ve İran) Dicle ve Fırat Nehirleri yakınında ve Mısır’da Nil Nehri boyunca ortaya çıktı. Tarım daha sonraki yüzyıllarda tarımsal icatlar ve yeni teknolojilerin kullanımı ile gelişti. Tarım makinalarının kullanımı, ekim-dikim yöntemlerinin geliştirilmesi, ıslah edilmiş tohumların ve fidelerin ekimi-dikimi (yeşil devrim), biyoteknolojinin tarımda kullanımı tarımsal üretimde hızlı artışlara sebep oldu. Tabi tarımın tarihçesini birkaç cümle ile anlatmak mümkün değil. Ama yazımızın konusu tarihçe olmadığı için bu faslı burada keserek tarımın önemine dikkat çekmek istiyorum
Tarım, toprağı işleme, mahsul yetiştirme ve hayvan yetiştirme sanatı ve bilimi olarak tanımlanmaktadır. Bitkisel ve hayvansal ürünlerin insanların kullanıma sunma süreçlerini ve pazarlara dağıtımını da kapsar.
Tarım önemlidir. Çünkü tarım sadece tarım değildir. Soframıza gelen gıdadan, giyim kuşamımıza kadar birçok ihtiyaç maddesi tarım ile doğrudan ilişkilidir. Tarım üreteciler için geçim kaynağı, tüketiciler için gıda güvencesi, hayvanlar için yem, birçok endüstri için hammaddedir. Tarım sadece bir meslek değil, aynı zamanda bir yaşam biçimidir. Dünyadaki kültürlerin çoğu tarım etrafında şekillenmiştir.
Tarım çok sayıda insanı istihdam ettiği için ekonomik kalkınmaya katkı sağlar. Milli gelir seviyesini ve insanların yaşam standartlarını iyileştirir. Tarım sektöründeki gelişmeler, kalkınma için bir motivasyon kaynağıdır. Bu nedenle ekonomik gelişme, tarımsal üretimin büyüme oranına bağlıdır diyebiliriz. Öte yandan tarım, tekstil, taşımacılık ve turizm sektörü için de vazgeçilmezdir. Tarımın istihdama katkısı sadece çiftliklerde çalışanlarla sınırlı değildir. Bitkisel ve hayvansal ürünlerin işlenmesi, muhafazası, dağıtımı, tarımsal sulama ve drenaj sistemlerinin inşası gibi birçok faaliyet milli hasılaya katkı sağlar, yeni istihdam imkanları yaratır. Tarımsal ürünler hem iç ticaretin hem de dış ticaretin konusudur. Türkiye’nin ihraç ettiği belli başlı tarım ürünleri ağırlıklı olarak; fındık, üzüm, tütün, domates kayısı, limon, incir, pamuk, Antep fıstığıdır. Dünyada ise, yağlı tohumlar, şeker, çay, pirinç, buğday, baharat, tütün, kahve gibi tarımsal ürünler dış ticaretin önemli kalemlerini oluşturmaktadır.
Tarımın alt dalları vardır. Ancak bazı dallar kamuoyunda çok konuşulmaz. Buna örnek olarak tıbbi ve aromatik bitkiler tarımını verebiliriz. Günümüzde 20 çeşit bitki bu amaçla yetiştirilmektedir. Beşerî hekimlikte kullanılan birçok enzim, laksadifler, alkaloidler, glikozitler tıbbi bitkilerden elde edilir. Tarım konuşulurken çiçekçilik de unutulmamalıdır. Çiçekler, hediyeleşmek icin veya törenlerde dekorasyon amaçlı kullanılır. Aynı zamanda zengin bir koku ve renklendirici kaynağıdırlar. Bu örneklerden anlaşılacağı gibi tarım bir geçim kaynağı olmanın ötesinde birçok noktada hayatımıza dokunmaktadır. Geçmişte yaşanan gıda krizleri ve şu an yaşamakta olduğumuz korona salgını da göstermiştir ki, tarım ve gıda tartışmasız stratejik önemi haizdir.
Peki böylesine çok işlevsel bir sektör olan tarımın önemi ülkemizde yeterince anlaşılmış mıdır? Şimdi kendimize soralım; tarlada bağda bahçede üreten biz, peki pazarlayan kim? Zincir mağazalar kimin, içtiğimiz suyu kim pazarlıyor, ürettiğimiz patatesi kim işliyor? Sütümüz yoğurdumuz ne kadar bizim, tohumda, damızlıkta, ilaçta dışa bağımlı değil miyiz, fındığı üreten biz borsası neden Berlin’de? Geçmişte kendi kendine yeten yedi ülkeden biri iken bugün birçok tarımsal ürünü ithal eder hale nasıl geldik? Tarım arazilerini koruyabildik mi? Tarımsal sulama yatırımlarımız ne durum da? Planlı üretime geçebildik mi? Çiftçimiz doğduğu yerde doyabiliyor mu? Farklı ürünleri yetiştirmeye imkân tanıyan coğrafya ve iklim koşullarımızı verimli kullanabildik mi? Üretici ürettiğini ucuza satarken tüketici niçin pahalıya tüketiyor? Hasattan sofraya kadar %40’lara varan ürün kayıplarının neden önleyemiyoruz? Beş yıllık kalkınma planlarında ve Tarım Şuralarında alınan kararlar neden uygulanmaz? Üzülerek belirtmeliyim ki, bu sorulara olumlu cevap verebilmek oldukça güçtür. Kısacası “Türk Tarımı” birçok yönüyle sorunludur ve acil çözüm beklemektedir. Başka bir deyişle bütün bunlar yeni bir tarım politikasına ihtiyaç olduğuna işaret etmektedir. Bu durum bizler ve karar vericiler açısından ertelenemez bir sorumluluktur. Öncelikle tarımın, topluma sağladığı ekonomik, sosyal ve çevresel katkılarını kavramış bir siyasi iradeye ve yönetim anlayışına ihtiyaç vardır. İşe gelecek 10 yılın tarım stratejisini hazırlayarak başlanmalıdır. Stratejinin hedefi, iklim değişikliğin tarıma etkilerini gözeten, gübre ve zirai ilaç kullanımını azaltmayı amaçlayan, rekabet gücü yüksek, biyo-çeşitliliği koruyan, organik tarımın artırılmasını ve verimliliği esas alan, üretici ve tüketici odaklı bir tarım politikası oluşturmak ve uygulamak olmalıdır.
365 gün 24 saat esası ile tarlada, bağda, bahçede serada, ahırda her koşulda üreten çiftçimize selam olsun.