Çelik Kafesteki Esir – 1

Gardiyan adi mahkûmlar koğuşuna alınacağını söyleyerek, büyük bir gacırtı ile koğuşun demir kapılarını aça, aça nihayet koğuşa aldı. İçeride ranzalar, dağınık yataklar, sigara dumanı ve de yanık, yanık çalan bir saz, saza eşlik eden halka şeklinde oturmuş on beş yirmi mahkum…  

 

Saz çalanın yanında, Nuri Sesigüzel’i kıskandıracak kadar yanık Urfa türküsü söyleyen otuz otuzbeş yaşlarında, bir haftalık sakalı, bıyığı, kalın kaşları, kıvırcık siyah saçları,   esmer rengi, eski püskü elbiseleri ile yere bağdaş kurmuş, evlerindeki eski ahşap işlemeli saatin kolu gibi iki yanına sallanıp, arada bir gözlerini yuman adamın bu kadifeye benzer sesi girer girmez onu etkilemişti.  Orta yaşlı, kaytan bıyıklı, koca burunlu, elinde kehribar tesbihli olanı oturmasını işaret etti. Ürkek ve sessiz, ayaklarının ucuna basa, basa çekingen bir halde, kenara ilişti. Otuz yaşlarındaki yanına oturduğu adam ona döndü: 

 

– Gardaş hoş geldin. Benim adım Samet. 

 

– Hoş bulduk. İrfan. 

 

– Neden girdin? 

 

– Cinayet.

 

– Hayırlısı olsun. Allah sabır versin. 

 

– Sağol. 

 

İrfan henüz on yedi yaşındaydı. Bir ablası, ilkokul beşinci sınıfa giden kız kardeşi, bir de ilkokula yeni başlayan erkek kardeşi vardı. Babası ablasını da okutmak istemiş, ne yaptıysa olmamış ve ortaokuldan sonra okumamıştı. 

 

İrfan’ın iyi bir eğitim alması için  köyde okul olduğu halde, ilkokul ve ortaokulu şehirde okumasını sağlamıştı. Şehirde merkezden uzak, amcalarıyla aynı sokakta iki dönüm büyük bir bahçe içinde, biri kendilerine ait, diğeri misafirler için yapılmış iki evleri olduğu halde, okula yakın olması için şehir merkezinde başka bir ev almışlardı. 

 

İrfan da ailesinin emeklerini boşa çıkarmamış ilkokul ve ortaokulu birincilikle bitirmişti. Öğretmenlerinin tavsiyesiyle İzmir’ de iyi bir liseye kaydoldu. Lisede okurken siyasi kavgalar kızışmıştı. İrfan babasına söz verdiği için bu tür hadiselere karışmamış, yalnızca dersleri ile ilgilenmişti. Liseyi yeni bitirip üniversite sınavına girmişti, okulda çok başarılı bir öğrenciydi, sınavı da iyi geçmişti. Çocukluğu ve gençliği emsallerine nazaran çok daha iyi imkanlarla donanımlı ve oldukça başarılı bir eğitimle geçmiş, lisede iyi arkadaşlar edinmişti. 

 

Babası oldukça varlıklı sayılırdı. Beş bin dönümün üzerinde büyük bir kısmında, göz alabildiğince pamuk, yer, yer mısır, buğday ekili, yılda iki kez ürün alınan verimli topraklara sahip çiftliği, çok sayıda büyük ve küçük baş hayvanları, traktörü, doktor Fikri Bey’in arabasından daha güzel arabası, iki de kamyonları vardı. O yıllarda daha çok pamuk yetiştirmek revaçtaydı. Yaz tatillerini köyde geçirir, tarlada çalışır, kitap okur, arkadaşları ile oynar, ava giderdi. 

 

Dedesi; Yunan’a karşı çete savaşı vermiş Ahmet Efe’nin kardeşi olup, o bölgede hatırı sayılır, sözü dinlenir, Mekteb-i Rüştiye’yi bitirmiş, Yunan işgali sırasında ağabeyi ile işgale direnmiş,  yüz yaşını aşmasına rağmen hala dinç bir adamdı. Çocukluğunda,  Ahmet Efe’nin, dedesinden başka hayatta kalan tek “kızan”ı Süleyman Dede’ den o yıllara ait savaş hatıralarını dinlemişti. Üç köy ötedeki çayın, dik yamaçlardan sonra küçük bir çağlayan olup, düz vadide geniş bir alana yayılarak aktığı, bir kenarının dik bir kayalığa yaslandığı, kayalığın hemen üzerinde sur gibi bitki örtüsüyle kaplı yerde Yunan askerlerini nasıl pusuya düşürdüklerini, her seferinde sanki o taşın arkasından “martin”i(1) ile ateş ediyormuşcasına heyacanlanarak, büyük bir hazla Süleyman Dede’ye defalarca anlattırırdı. 

 

Süleyman Dede de onu hiç kırmaz, yaz tatillerinde, her defasında bıkmadan usanmadan kendisinin pusuya yattığı, çayın kayalıklardan dökülmeden önce baldırlarına kadar derinliği olan yerde suya girer, kayaya yaslanır, tüfeğini aşağıya doğrulturdu. Belki de o da o günleri yeniden yaşıyordu… Halbuki o gün soğuk bir kış gecesiydi, Ahmet Efe’nin kızanlarının bir kısmı bu diz boyundan derin suda saatlerce çıt çıkarmadan beklemişlerdi. O  gece hava buz kesiyordu, sert rüzgar yanaklarını bıçak gibi yalıyordu, zifiri karanlıktı. Konuşmak, sigara içmek yasaktı. Sabaha karşı Ahmet Efe’nin işareti ile ateşe başladılar. Yunanlılar ne olduğunu anlayamadan feci bir tuzağa düştüklerini fark etmede geç kaldılar. Düşman en ciddi zayiatlarından birini vermişti. 

 

Ahmet Efe’nin büyük ağabeyi, Sultan Abdulhamit Han’ın Karakeçililerden meydana gelen saraydaki korumalarındandı. 

 

Ahmet Efe, Yunanlılar için çelik kadar acımasız, buz kadar soğuktu, gecenin zifiri karanlığında dolaşan, hangi delikten çıkacağı belli olmayan bir ölüm meleğiydi. İşgalle birlikte katledilen en küçük iki kardeşi, karısı ve çocuklarından sonra yüzünde, cehennem ıstırabı yaşamış bir ölü gibi ifade vardı. Sanki sinirleri tek, tek cımbızla alınmıştı. Sıradan bir insan için olan herhangi bir ağrı onun için birazcık fazla kaşınma olabilirdi. Ama bir çita kadar hızlı, kaplan kadar çevikti. Tabii kızanlarına karşı hoşgörülü olduğunu söylemeye gerek yok. Tam bir sır küpüydü… 

 

Bir kış gecesi baskından döndüler. Daha uzun, dolambaçlı, sarp kayalıklardan geçerek izlerini kaybettirdiler. Beş gün sonra Madra’nın yamaçlarındaki mağaradan çıktılar. Yüksek çamlar arasından karla kaplı dağı aşacaklardı. Çam ormanında rüzgar hiç ara vermeden ıslık çalıyor, az öteden uluyan çakalların sesi karda yürüyenlerin ayak seslerini bastırıyordu. Dağı aşıp nahiyeye doğru yol aldılar. 

 

Nahiyede sevdikleri bir arkadaşının kızının düğünü vardı. Zeybek oyun havası çalan davulun sesi uzaktan duyuluyordu. Köyün tepelerine nöbetçileri yerleştirip düğün evine vardılar. 

 

Çok uzun kalmak tehlikeli olurdu. Düğün sahibi ısrar etti, düğün yemeği yedirmeden bırakmam dedi. Yemekten sonra kahvelerini içtiler, izin istediler. 

 

Ahmet Efe ile aynı sofradaki beş kişinin başı dönüyor, kusacak gibi oluyordu, adım atacak halleri yoktu. Zehirlenmişlerdi… Biri düğün sahibi olmak üzere beşi de orada vefat etti. Zehiri koyan yıllardır hep iyilik yaptıkları bir Rum kadındı… 

 

Yine köylerinin üstündeki yolun kenarındaki Çoban Çeşmesi’nin önünde  iki yaşındaki hasta oğlunu görmeye gelen dedesinin küçük kardeşi ile hanımının, iki yaşındaki bebeklerinin gavur Yunan tarafından şehit edildiğini de yüreğine bıçak saplanıyormuşcasına,  dişlerini birbirine geçirerek, yumruklarını sıkarak, gözyaşlarını saklayarak dinlerdi… 

 

Süleyman Dede o yaşına rağmen adeta ekmeğini taşdan çıkarır, yevmiye ile işe gider, İrfan’ın dedesi ve babasının yardımını dahi kabul etmezdi. Giyimi bile o yıllardan beri değişmemişti. Ayağında lastik ayakkabısı ya da çarığı, dizinin ortasına kadar uzanan örme yün çorabı, diz altına varan dizliği (şalvar), belindeki kalın kuşağının üstünde silahlığı, mor renkte beyaz çizgili mintanının üzerinde çapraz düğmelenmiş cepkeni vardı. 

 

Üniversite sınavından çıktığı gibi köylerine döndü. Süleyman Dede’nin iki ay önce vefat ettiğini, üzülmemesi için de kendisine haber verilmediğini, öğrendi. 

 

Yürekleri dağlayan, insanı bir anda ya ortasından küçük bir derenin kıvrıla, kıvrıla aktığı yaylalara ya da ormanın bittiği denizin başladığı masmavi koylara götürdüğünü hissettiği türkülerden sonra orta yaşlı, kaytan bıyıklı olanı  yüksek sesle “hoş geldin” dedi.Tanışma faslından sonra neden içeri düştüğünü sordular. İrfan koğuş arkadaşlarıyla tanışırken bir de hiç tanışıklığı olmadığı kederle de tanışıyordu ki; aldığı darbenin yeni, yeni farkına varıyordu. 

 

O gün tarladan dönen ablası ve iki kıza, adı geçtiğinde hiç de iyi anılmayan Cemil ve Metin sarkıntılık etmeye başlamışlar, kızlar da bağırarak yardım istemişlerdi. Bağırışmaları, çığlıkları duyan İrfan ve etrafta bulunan köylüler koşmuş, olay yerine varan İrfan’la Cemil arasında boğuşma olurken Cemil silahına davranmış, boğuşma esnasında silah patlamış ve Cemil olay yerinde ölmüştü. Metin de köylüler tarafından linç edilecekken herkesin sözünü dinlediği Halil Amca tarafından kurtarılmış, olay yerine gelen jandarmaya teslim edilmişti. Nezarette iken demir parmaklıklar arasında amcası, babası, ablası ile görüşebilmişti. Ablasının gözyaşları sel olup akmıştı. Babası ve amcası vakur, gün görmüş adamlardı. Annesini ve küçük kardeşlerini getirmemişlerdi.

 

Martin: uzun namlulu silah

DEVAMI 25 ŞUBAT PERŞEMBE GÜNÜ YAYINLANACAKTIR…

 

Zafer Partisi
Zafer Partisi
Giriş Yap

Haberiniz.com.tr ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!