“Yeni (!)” Türkiye’nin büyük sancıları

“Yeni (!)” Türkiye’nin büyük sancıları

Türkiye, Cumhurbaşkanlığı seçimine doğru doğumu yaklaşan bir anne adayı gibi çeşitli değişim ve farklılıkları yaşıyor. Farklılık dediysem yavrusunu karnında taşıyan kadının metabolizmasındaki, kendisinin ve bebeğinin sağlığı açısından yaşadığı doğallıklar değil.

Yüzyıllardır biriktirerek gelen siyasi kültürün dışına çıkılarak yapılan sistem değişikliklerinin bünyede meydana getirdiği arazlar. Böyle bir sistem devlet kuruculuğuyla bilinen büyük milletimizin tarihinde olmadığı gibi, dünyada da eşi benzeri yaşanmamış. Anayasa Hukukçusu Prof. Dr. Kemal Gözler Neverland hükûmet sistemi[1] diyor. Peter Pan romanındaki “Var olmayan ülke” gibi…

Parlamento değişimi için böyle bir sancı çekilmiyor. Birinci Meşrutiyet’ten beri yapılan seçimlerle edinilen tecrübeler ve oluşan teamüller Meclis’teki değişikliği kolaylaştırıyor. Problem Cumhurbaşkanlığı seçiminde.

Daha üç yıl bitmeden, getirilen sistemin tekrar değiştirilmesi en üst düzeyde tartışılıyor. İktidar da tartışmaların içinde. Büyük bir istekle getirdikleri ve doğuştan aksayan sistemin yeniden ele alınıp düzenlenebileceğini söylüyor. Basında, kulislerden verilen haberlerde, parlamenter sisteme dönüşün pazarlıklarından bahsediliyor. Böyle olması da normal. Çünkü 2017 Nisan’ında Türkiye’yi uçuracak diye konuşulan sistem bırakın uçmayı, uçağı mecburi inişe zorluyor. Hatta biraz daha geç kalırsa iniş takımları açılmayacak ve uçak gövdesi üzerine inmek zorunda kalabilecek görünüyor. Maazallah biraz daha gecikilirse düşme tehlikesi bile ihtimâl dâhilinde.

 

Peri kızının ahı tutar mı?

Yaşadıklarımız, Dede Korkut’un Basat’ın Tepegöz’ü Öldürdüğü hikâyesine benziyor. Hani çoban yaylada iki peri kızı görür de birisinin üzerine kepeneğini atıp yakalar ve onunla birlikte olur. Peri Kızı uçup giderken Bende bir emanetin var. Yıl tamam olunca gel al. der. Emaneti de insan görünümlü tepesinde tek bir gözü olan, bebekken süt annelerini emerken öldüren, çok hızlı büyüyen, çocukken oyun arkadaşlarının burnunu kulağını, büyüdükten sonra da insanları yemeye başlayan bir yaratık. Adı Tepegöz’dür. Derisine ok, yay ya da kılıç da işlemez. Peri Kızı anası parmağına sihirli bir yüzük takmıştır. Artık Oğuz’un başına belâ olmuştur ya, tam da öyle işte.

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nde sorunlar her geçen gün büyümekte. Başka şansı da yok. Bir tek kişi 84 milyonluk bir devletin bütün kararlarını sırtlamış götürmeye çalışıyor. Yetki, sorumluluk ve hesap verme mekanizması uyumlu değil. Denetim de iyice kısıtlanmış durumda. Nereye doğru dönülse tek bir makamla karşılaşılıyor.

Beştepe’de gölge bakanlar var gibi. Daha doğrusu bakanlıklar artık Cumhurbaşkanlığından gelen talimatlarla yönetiliyor. Hangi talimatların Cumhurbaşkanından veya ne kadarının Saray’daki kademeden geldiğine dair kafa karışıklıklarına dair haberler de medyada görülüyor.

Halkın seçtiği Meclis’in -özellikle de iktidar kanadının- işi çok zor. Artık yürütmeyle yaptırımı olmayan bir ilişki var. Bu da milletvekili fonksiyonlarını neredeyse yok hükmüne indirmiş görünüyor. Bakanlarla ilişkilerde “Sayın Cumhurbaşkanı’nın isteği böyle” cümlesine itiraz edebilecek bir babayiğit herhalde çıkmaz. Çünkü hem ulaşılabilirlik meselesi var hem de bir sonraki seçimde adaylık derdi. Siyasi Partiler Yasası da derdi katlıyor.

Yürütme yetkisi Cumhurbaşkanına verilmiş. Yasama yetkisi kararnamelerle kısmen de olsa kullanılıyor. Yargı da özlük hakları itibarıyla Cumhurbaşkanına bağlı. Orada da anayasada yazmayan fiilî yetki kullanımı görülüyor. Dolayısıyla Anayasanın “Türk Milleti, egemenliğini, Anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organları eliyle kullanır. … Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz. (M 6) hükümlerinin uygulanmasında problem oluşmuş durumda.

Fiilî durumun hukukileştirilmesi için girdiğimiz sistem değişikliği yolunda yeniden doğan fiilî durumların yeniden hukukileştirilmesi sarmalına düşmüş gibiyiz.

 

Gitmek ya da kalmak işte bütün mesele bu

Sisteme yönetilen tarafından bakıldığında hemen görülenler bunlar ama elbette sadece bu kadar değil. Yöneten de büyük bir cazibeyle karşı karşıya. Bir kere çok büyük bir yetki kullanma gücü var ve bir kişiye ait. Ağızdan çıkan kanun gibi. Hatta kararname ile kanun hâline geliyor. Harcamalardaki sınırsızlık da büyük bir güç. Son ABD ziyaretindeki zırhlı araçların taşındığı, hatta açılış için dinleyicilerin Türkiye’den götürüldüğü haberleri bile bu sınırsızlığı çok iyi anlatıyor.

Bir insanın bu kadar gücü kullanabilmesi aynı zamanda kaybetmemek için yapılabileceklerin de sınırlarını çok genişletiyor. Bu açılardan bakıldığında AKP Genel Başkanı’nın İl Başkanları Toplantısı’nda, “Ama hiç değilse bu rezilliklerin yaşandığı yerleri örnek göstererek ülkenin yönetimine talip olduklarını söylemekten vazgeçmelerinin kendileri için daha iyi olacağını da hatırlatmak istiyoruz. sözleri bomba gibi düştü. Cümlenin başında öne sürülen rezilliklerin yaşandığı yerlerden bahsetmek şartı olsa bile çok büyük bir etki yaptı. Bu cümleler, sıkışıklık giderilmediği takdirde ilk domino taşının devrilmesine sebep olabilecek ifadeler.

Arkasından da CHP Genel Başkanı’nın Siyasi cinayet kaygım var. ifadesi bu büyük tartışmanın devamı gibi görünüyor. Buna diğer partiler de katıldı. Görülen o ki Ankara’da kanat çırpan kelebeğin rüzgârı, ülkenin diğer kesimlerinde fırtına çıkaracak potansiyele sahip.

 

İktidar değişikliğinde yasal zorluklar

Özel zamanlardaki iktidar değişiklikleri hep sancılı olmuş. Bugün de yaşanıyor. Ama tartışmalarda duyulmayan çok önemli bir husus bu sancıyı daha da artıracak potansiyele sahip. Yeni sistemde, tam tabiriyle, Cumhurbaşkanıyla gelip Cumhurbaşkanıyla gidecek bir kadro var. 3 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin ekinde sayılanlar seçimle birlikte istifa etmiş sayılıyorlar.

Valiler, büyükelçiler ve daimî temsilciler, Cumhurbaşkanlığı sarayındaki kadro, rektörler (Millî Savunma Üniversitesi dahil) ile Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası anlaşmalar gereği kurulan üniversitelerin mütevelli heyeti, yönetim ve denetim kurulu başkan ve üyeleri, Diyanet İşleri Başkanı ile yardımcıları ve Din İşleri Yüksek Kurulu üyeleri, MİT Başkanı ile başkan yardımcıları ve daire başkanları, MGK Genel Sekreteri ve yardımcıları, YÖK üyeleri, Savunma Sanayii Başkanı, Sayıştay Başsavcısı, Bakanlıkların teftiş kurulları başkanları, bazı kurum ve kurul üyeleri gibi birçoğunu burada yazmaya yerimizin alamayacağı kadar çok fazla sayıda makam boşalıyor.

Her ne kadar yenisi başlayana kadar eskiler göreve devam ederler dense de bugün siyasete hâkim olan dil bu kadrolar tarafından da kullanılıyor. Valiler, rektörler, kurum ve kurul başkanları… siyasi polemiklere girebilmekteler. Cumhurbaşkanlığı kadroları ve özellikle Diyanet İşleri Başkanı, siyasetçi gibi davranmakta veya toplum mühendisliğine soyunmakta.

Dolayısıyla bu yapı devlet dairelerindeki “Yangında İlk Kurtarılacak” etiketi taşıyan evrak misali, muhtemel iktidar değişikliğinde ilk günde değişecek kadrolar olma özelliğini taşıyor.

Önümüzdeki dönemde muhtemel bir iktidar değişikliği siyasetin kullandığı dil ve artık açıkça yazılan, konuşulan sertlik konuları kadar devletteki kadro değişimi de sancıyı artırıcı unsur olarak görülüyor.

 


[1] Cumhurbaşkanlığı sistemi mi, başkanlık sistemi mi, yoksa neverland sistemi mi? 16 Nisan’da neyi oylayacağız? https://www.anayasa.gen.tr/neverland.htm

 

Zafer Partisi
Zafer Partisi
Giriş Yap

Haberiniz.com.tr ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!