Mehmet Edip Ören
Mehmet Edip Ören

Kızılay Ankara’nın tam göbeğiydi…

Kızılay Ankara'nın tam göbeğiydi...

Bayramın 3. Gününe de geldik. Her zamanki gibi, merhabamızı esirgemeden yola çıkalım… Klasiktir, “Nerede o eski bayramlar” demek. Bu bir özlemden mi kaynaklanır, yoksa geçen giden, yerine koyamadığımız zamana sitem midir, gençliğe doyamamak mıdır? Ne dersiniz… Neredeee o.… diye başlanılan cümleler, yoksa acımasızca akıp giden yıllara kahır mıdır… Bunun cevabını vermeye uğraşmayın, elinize hüzünden başka bir şey geçmeyecektir. Bu da bayramın karakterine uygun bir durum değildir. En iyisi; iç sızımızı fazla gün yüzüne çıkarmadan, hafif bir tebessümle işi çözmektir

Günlük siyasete, en azından, “Bayram Arası” verme niyetimiz halâ geçerli. O kötü ortamlar, suçlamalar, döneklikler, tutarsızlıklar en azından bu günlerde bizden uzak dursunlar… Cenab- ı Allah, bizlere bütün ömür evrelerini, bir kere yaşama şansı vermiştir. Kimse, ben yaşlılık yerine, çocukluğu tekrar yaşamak istiyorum demek, hakkına sahip değildir. Yaradılış felsefesi buna imkân vermez. İnsanoğluna bahşedilen hafızanın devreye girmesi ve hafıza ürünlerinin, gün yüzüne çıkması, genel gidişata ters ve aykırı bir durum değildir… İşte buna genel olarak “Nostalji” diyoruz… Başlayalım mı dolaşmaya…

Ankara’yı bilenler veya yaşı benim gibi müsait olanlar hatırlar. Kızılay semtinin adının nerden geldiğini… Şimdi AVM olan yerde (neresi olmadı ki) iki katlı, sarı renkli, ön cephesinde de büyükçe kırmızı renkli hilâl olan binayı. İşte orası; şu an vergiden dolanma aracı olarak kullanılan Kızılay Gn. Mrk.’nin binasıydı… Derler ya “Şehrin tam göbeği” diye, işte orası da Ankara’nın tam göbeğiydi… İki Ana bulvarın kesişme noktasıydı… Bir yol Bahçelievler-Dikimevi, diğer yol, Çankaya-Aydınlıkevler hattını oluştururdu. Bu meydanda yolun tam ortasında, silindirik bir mekânda içinde trafik pilisi olan ufak bir set vardı. Bu sette o zamanlar tek tük olan trafiği düzenleyen, hayatından bezmiş bir trafik polisi kendini kabul ettirmeye uğraşırdı… Kızılay Binasının çapraz karşısında inşaatı devam eden binanın kaç kat olacağı, şehir efsanesi halini almıştı. 50 diyen 60 diyen bile vardı… Kızılay binasının tam karşısında, Ankara’nın en karizmatik yerlerinden Cevat Restoran ve hemen bitişiğinde başka bir efsane, Ulus Sineması vardı… Bahsetmediğimiz diğer köşe ise Güven Parkı‘ydı. Bir tek o halâ var… Onun yanı ise çocuk parkıydı… Ortasındaki havuz içindeki yelkenliye tırmanma çocuklar arasında, sıralamayı belirleyen bir durum idi…

Peki, Güven Park’ın ve çocuk bahçesinin, bulvar üzerine denk gelen kısmında ne vardı… Ya bilemediniz. Allah’tan yeni olarak ,okuyucularım arasına katılan , sınıf arkadaşım, genç kimya mühendisi , Ramses Süha var da gerçeği ortaya çıkartabiliyoruz… Evet , Süha’nın dediği gibi , station dolmuşlar vardı. O zaman bir soru daha, ama Süha sen dur… Bu dolmuşların güzergâhlarını bilen var mı… Yazıyı bitirmek durumundayım, sabaha kadar bekleyecek halim yok… Süha’yı da küstürdük, söylemiyor, en iyisi ben diyeyim… Çankaya, Aşağı Ayrancı, Küçükesat, Gazi Osman Paşa (GOP). Gazi Osman Paşa değnekçisi ne diye bağırırdı…”Paşa’ ya, Paşa’ya“. Nasıl yolculuktan memnun musunuz, o zaman karşıya geçelim mi. Gökdelenin (inşa halindeki) yanındaki bina eskiden Amerikalılara ait bir yerdi. Önünden de biraz önce bahsettiğim semtlerden gelen station dolmuşlar, İçaydınlıkevler ve Subayevleri mıntıkasına yolcu taşırdı… İçaydınlık, Yenimahalle, Bahçelievler, Gazi Mahallesi gibi birçok semt iki katlı dubleks dediğimiz, kendi çapında bahçesi olan evlerden oluşurdu. Oradaki dostlarımızı ziyaret, bizlere bahçe de oynama şansı verirdi ve de çok sevinirdik…

Peki Postacılarımızı hatırlayanınız var mı…En azından küçükken “Bak postacı geliyor, selam veriyor, Herkes ona bakıyor, merak ediyor” diye şarkılar söylemişsinizdir. Üniversite puanını bile beklerken hep onun mimiklerini değerlendirmişizdir…”Telgrafınız var” diye kapıyı çaldığında, yüreğimiz cız ederdi… Bayramlar biraz da onlarındı. Herkese bir tomar tebrik bırakırlardı. O adeta aileden biriydi… Bazıları, bayram harçlığı verirdi. Rahmetli babam, bir kutu şeker yaptırırdı.  O zamanlar, Hacı Bekir’in karışık şekeri çok değerliydi. Bazen Hacı Baba’ dan bir kutu kaymaklı baklava verdiğimiz de olurdu… Bu gibi güzel olaylar yaygındı… Meşhur nikâh memurumuz Mücteba Bey vardı. Biz onun son zamanlarına yetişebildik. Adettendi, nikahı olan herkes çok güzel bir kutu çikolatayı masasına bırakırdı. Her yarım saatte bir nikâh olduğundan, hala o kadar çikolatanın akıbetini merak ederim… Velhasılıkelam, bayramlarımız sade içten ve unutulmazdı. Kesilen kurbanlar, nizamına uygun olarak dağıtılırdı. 1/3’ü fakirlere, 1/3’ü komşulara, 1/3’ü ise eve kalırdı. İlk gün ciğer kavurması yemek nerdeyse adetten olmuştu. Öyle daha sonraları olduğu gibi asfaltta, kapı önünde kesim olmazdı. Bahçede, iş biterdi. Gelen giden neredeyse hiç görmezdi. Derileri ve sakatatı dikkatle saklar, Türk Hava Kurumu aracının geçmesini beklerdik…  O küçük beyinlerimiz de Namık Abi en popüler kişiydi… Haklısınız. Siz nerden bileceksiniz; Namık Abi’nin, şimdiki Mimar Kemal Lisesinin boş arazisinde, bisikletçilik yaptığını… İşte O Namık Abi ki, 3 turu 25 krş. olan, bisikletleri kiraya verirdi… Eeee Bayramlar, cepte paranın en çok olduğu zamanlar da olunca, o tekerlekli güzellikler sanki bizim gibiydi… Gecen haftaki nostalji sözünü de bu haftaya aktararak, bayramın tadını kaçırmamaya sizleri siyasetin pis girdaplarına bulaştırmamaya gayret ettik… Her şey gibi, bütün güzelliklerinde bir sonu var. Bugün işte o günlerden biri… Yarın bayram da sona eriyor. Salı günü itibariyle, hayatın bütün acı gerçekleri karşımıza dikilmeye devam edecek. Bizde sorumlu bir yurttaş ve aynı zamanda sürekli basın kartı sahibi bir kişi olarak sizleri olanlardan haberdar etmeye gayret edeceğiz… Ha, kral çıplak ise, tereddütsüz onu da yazacağız. Ne yapalım, o da halkı yok sayıp, öyle dolaşmasın...

Haftaya görüşmek üzere, hepiniz Allah’ a emanet olun, hoşça kalınız…

Zafer Partisi
Zafer Partisi
Giriş Yap

Haberiniz.com.tr ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!