Feridun Yıldız
Feridun Yıldız

Avrasya Jeopolitiğine Küresel Yaklaşımlar -1-

Avrasya, kelime olarak Asya ve Avrupa kelimelerinin birleştirilmesi ile oluşturulmuştur ve coğrafya kavramı olarak, Atlas Okyanusu’ndan Pasifik Okyanusu’na kadar uzanan, Okyanus’tan Okyanus’a bütün Eski Kıta’yı içine alır, yani Avrupa ile Asya’dan oluşur. Ancak siyasi açıdan tarihte bu kıta üzerinde hâkim olmuş, ya da bu kıta üzerinde hâkimiyetlerini tesis etmek isteyen her millet ve devlet Avrasya tanımlarını ve stratejilerini kendilerine göre belirlemişlerdir. Dinlerin ve medeniyetlerin doğup geliştiği bir mekân olarak Avrasya tarih boyunca dünyanın en önemli bölgesi olma özelliği taşımıştır.

1. RUSYA

Bugün gelinen durumda Rusya’nın Soğuk Savaş döneminde kıyasıya mücadele ettiği Batıyla eski düşmanlığını unutarak yeni bir işbirliğine girdiği düşüncesi yaygınlık kazanmıştır. Ancak bu durumun ne kadar gerçekçi ve kalıcı olabileceği Rusya tarihini ve bu tarih içerisinde ortaya çıkan düşünce akımlarını ve onların etkinliğini bilenler için şüpheyle karşılanmak durumundadır.[1] Avrasyacılık Rusya’da bugün olduğu kadar SSCB döneminde de en çok tartışılan fikir akımlarından birisi olmuştur.

1439’da Bizans Patrikliği’nin Floransa’da Vatikan’ı Hıristiyan âleminin en büyük dinî otoritesi olarak tanıması Rus Ortodoks Patrikliği tarafından bir ihanet olarak değerlendirilmiş ve Rus Patrikliği artık Bizans Patrikliği’ne bağlı olarak kalmayacaklarını ve dolayısıyla bağımsızlıklarını ilân etti. Çar III. Ivan ise son Bizans prensesi ile evlenerek Rusya’yı Bizans’tan sonra 3. Roma olarak ilân etti. Rus tarihinde modernleşme ve batılaşma hareketleri 18. yy.da Çar Deli Petro ile başlar. Petro ile başlayan modernite eski 3. Roma zihniyeti ile sentezlenerek Rusya’da üretilen bütün düşünce akımlarının Rusya’nın özel ve kutsal sorumluluklarının olduğuna inanılması sonucunu ortaya çıkarmıştır. Bu yüzden Avrasyacılık düşüncesi temelini tarih ve mekândan almıştır. Çağdaş Rus Avrasyacılığının en büyük ideologu olan Aleksandr Gelyeviç Dugin’e[2] göre, jeopolitik kutsal coğrafyanın desakralize ve sekülarize edilmiş halidir. Jeopolitik bugün desakralize edilmiştir ancak onun durumu fizik veya kimya kadar geri dönülmez olarak kutsallığını kaybetmiş değildir. Jeopolitik hala kutsalla olan bağlarını sürdürmektedir ve gelecekte coğrafyanın jeopolitiğe dönüşmesi değil, jeopolitiğin kutsal coğrafyaya dönüşmesi gerçekleşecektir. [3]

Petro’dan yarım yüzyıl donra Çariçe Katherina, hâlâ, “Rusya bir Avrupa gücüdür” demekteydi Ondan da yarım yüzyıl sonra, Nikolai Danilevsky, ilk defa hem Avrupa ve hem de Asya’dan farklı, ikisinin değerlerini de taşıyan ama özgün bir Avrasya düşüncesini ilk kez dile getirdi. Ona göre Avrasya’nın asıl karakteristik özelliğini veren de ortasındaki Orta Asya stepidir. Bu bölgede yaşayan kavimler, ortak tarihsel geçmişten ötürü, dünyanın öteki bölgelerinden farklı ama birbirleri ile benzer “özgün” bir kimliğin sahibidirler. Gerçek Avrasya da burasıdır! Moğolların egemenliği altında bu kavimler, ortak bir kimlik geliştirmişlerdir. Bu halklar, Rusların liderliği altında birleşmelidirler. Slavların ama özellikle de Rusların yönetimi, Avrupalıların aksine birlik, barışçılık ve adaletle karakterize olup; tarih de göstermektedir ki Rusların liderliği altında bu halkların Hıristiyanlığı gönüllü kabullerinin ardından, kimsenin kimseye baskı yapmayacağı, bir birlik kutsal bir ittifak şeklinde meydana çıkacaktır. İşte o zaman da ortak bir Avrasya Kültürü ve kimliği elbette ki doğacaktır.[4]

İbn Haldun’un, kavimlerin tabiatlarının yaşadıkları çevreye-iklime göre şekillendiği görüşünü benimseyip geliştiren ilk Rus Avrasyacıları Pyotr Savitsky ve Lev Nikoloyeviç Gumilev[5] görüşlerine temel olarak mekân ve tarihi almışlar, bu ekolün günümüzdeki temsilcileri olan Dugin ve Panarin Avrasyacılık düşüncesini jeopolitik ve strateji eksenli geliştirmişlerdir.

Panarin’e göre, Petroyla başlayan daha sonra ise SSCB ile devam eden Batı medeniyeti içerisinde yer alma arzusu Rusya için başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Rusya başka bir medeniyetin çatısı altına girmelidir. Bu Doğu medeniyetidir. Bugün Rusya’nın ve Doğunun manevi ve jeopolitik hedefleri aynı noktada birleşmektedir.[6]

Panarin’de ciddi bir Anti-Amerikan eğilim de vardır. Batı Avrupa’nın AB; ABD’nin de Büyük Orta Doğu projesine alternatifi olarak, Rusya’nın da Avrasya Projesi olduğunu savunmaktalar. Panarin, özellikle modernizmin bir Amerikan modeli olduğunu düşünerek karşı çıkmaktadır. Panarin’e göre Rusya’nın dış politik ekseninin Avrasyacılık üzerine bina edilmesi gerekmektedir.[7]

SSCB döneminde komünist Rus yöneticilerin Avrasyacılık görüşleri Danilevsky’den farklı değildir. 10.-11. ve 12. Kongre’nin Tutanakları bu görüşümüzü destekleyecek delillerle doludur. Mirseyit Sultangaliev, Turar Rızkılov, Neriman Nermanov v.b. gibi Türk asıllı komünistlerin başlarına gelenlere tarih şahittir. Rus yerleşimlerine yardımcı olmadıkları için 1939’da Orta Asya’daki Türk asıllı Komünist Partisi yöneticilerinin çoğu Moskova tarafından öldürüldü.[8]

Avrasyacı düşünce sisteminin en büyük çıkmazı Avrasya coğrafyası üzerinde hangi hâkim kültür çerçevesinde bir araya gelineceğidir. Bölgesel alanda Avrasyacıların Rusya’yı doğrudan ilgilendiren kültür birliği Slav-Turan kültürel birliğidir. İkinci birlik ise Kıtanın tümünde büyük dinlerin ve Uzakdoğu felsefelerinin etkileşiminden doğan büyük Avrasya kültür birliğidir.[9]
Slav-Turan kültürel yakınlığını savunan düşünürlerin başında knez N.Trubetskoy gelmektedir. Trubekskoy’a göre Rus kültürü üzerindeki Turan etkisi, Rusların merkeziyetçi devlet yapısı oluşturmalarına olduğu kadar Ortodoksluğu yorumlamalarına da ciddi şekilde etki etmiştir. Ruslar Ortodoksluğu Turandan değil, Bizans’tan almışlardı ancak bu inancın Rus toplumunda oynadığı rol Turanî psikolojiye göre belirlenmiştir. Rus halkının günlük hayatında dinin yeri Türklerin dinleriyle olan ilişkisini andırmaktadır. Her iki toplum da benimsedikleri dini, pratik sonuçlarını göz önünde bulundurarak değerlendirmişlerdir. Ortodoks Rus din adamları Bizanslı din adamlarının yoğun düzeydeki teolojik tartışmalarına katılmakta fazla bir başarı gösterememişlerdir. Türklerin İslâm’a olan bağlılıkları da Trubetskoya göre böyledir. Savitsky ise Rus devletçiliğinin oluşumunun son halini Moğollarla birlikte aldığını dile getirir. Gumilev ve Vernadsky gibi isimlerin göçebeler üzerine yaptıkları tarih araştırmalarının kökeninde de şüphesiz Turan-Slav kültürel birliğinin ve Avrasya kültürünün göçebe kavimler tarafından nasıl şekillendirildiğinin ortaya çıkartılması yatmaktadır. Gumliev’in Hazar çevresine odaklanarak yaptığı çalışmalar aslında Avrasya kültürünün son iki bin yıldaki gelişiminin izlerini sürebilmeyi amaçlamaktadır.[10]
 
Günümüzde, Avrasya deyimini, Bassin gibi güncel Rusya uzmanları de aynen Danilovsky gibi tanımlamaktadırlar. Bassin’in Avrasya tanımı şu şekildedir: “Kıtanın ortasındaki alçak, dev step! Bağımsız bir coğrafik dünya! Hem Asya’dan, hem de Avrupa’dan farklı, seçkin değerleri bulunan bir alan![11]

Neoavrasyacılar Rus etnik ve kültürel oluşumunda Turan etkisini kabul etmektedirler. “Avrasya Devleti – Rusya- Slav ve Türk unsurların birleşmesine dayanmaktadır. Bu bileşenler Heartland ile özdeşleşmiş olan kıtasal devletin ekseni haline gelen Velikorus halkını doğurmuştur.” Dugin’in bu ifadesi neoavrasyacıların çoğunda dile gelir ve sadece tarihsel bir gerçeğin kabullenilmesini yansıtmaktadır. Neoavrasyacılar’da Türkofil eğilimlerin ilk Avrasyacılar kadar derin olduğunu söylemek ise mümkün değildir. Soğuk Savaş dönemi ve sonrasında Türk jeopolitiğinin Atlantist özellikler taşıdığını iddia eden Neoavrasyacılar bu tutumun Avrasya’nın geleceği için endişe verici olduğunu söylemektedirler.[12]

Sultan Galiyev görüşlerini açıklarken velikorus düşüncesi ile ilgili tepkilerini şu şekilde dile getirir: “Büyük devletçilik” hurafesi ile zehirlenen, bazen ise katıksız bir “velikorus” (Büyük Rusyacılık) şovenizmi hastalığına tutulmuş olanlar. Bu grup bir alışkanlık olarak, milli devletlerin kurulmasına her zaman karşı çıkar, onların oluşturulmasını engellemeye çalışırlar, kurulması durumunda ise, bu milli devletlerde iktidarı ele geçirmek için mücadele verir, buralarda “yerli” kadroların etkisinin artmasına karşı direnirler.”.”[13]

Azeri yazar S.Sədrəddin, velikorus düşüncesini şövenist bir hareket olarak görür: “Allahsız sayılan komünist ideolojisi geçmiş Sovyetlerin içinde yer alan milletleri Sovyet halkı adı ile tanıtmaya çalışırdı. Bu ülke arazisinde yaşayan insanlar dış ülkelerde Rus gibi tanıttırıldı. Çünkü bütün ülkelerde "beynelmilel" adlandırılan komünist ideolojisinin özünde ve mahiyetinde velikorus şovenizmi yatardı.”[14] Azeri aydınlardan Dr. C. Kasımov da aynı görüştedir: “Velikorus şovenizmi, Panislamizm, Pantürkizm damgaları aslında Soketler Birliği’nde yaşayan milletleri milli özgürlük bakımından kimliksizleştirmeye, mankurtlaştırmaya hizmet ederdi.”.[15] Kəmalə Hüseynova 1905-1906 yılalrı arasında Karabağ’da Ermenilerin yaptığı soykırıma Velikorus siyasetinin sebep olduğunu savunmaktadır.[16]

Trenin gibi düşünürler Avrasyacılığın uygulaması mümkün olmayan, mübalağalı ölü bitmiş bir düşünce olduğunu ve gereksiz bir şekilde Asya ile Avrupa’nın arasını açtığını savunurlar. Trenin’e göre Rusya’nın tek kurtuluşu “Avrupa-Atlantik” toplumu ile ittifak halinde olmaktır. Ancak her fırsatta alenî bir şekilde Amerikan karşıtlığını sergileyen Rusya başkanı Putin, Trenin gibi düşünmemektedir. Putin, 13 Kasım 2000’de Brunei’de yapılan Asya-Pasifik Ekonomik İşbirliği Konsorsiyumu(APEC) zirvesinde, “Rusya her zaman kendisini bir Avrasya ülkesi olarak hissetmiştir.” Açıklamasını yaptı.[17]

Avrasyacı olarak bilinen Rus dış politikasına “Primakov Doktrini” olarak geçen Avrupa ve ABD’ye karşı sol güçlerin de desteklediği akım. Putin, başbakan ve devlet başkanlığı döneminde de Primakov Doktrinin belli başlı hatlarını korudu. Ama ABD ile işbirliğinin kapısı da hep açık bırakıldı. Zaten Putin yönetimindeki Rusya, Asya ile Batı ilişkilerini paralel gelişimini sağlayacak bir denge politikası izliyor.

Primakov Doktrini”yle Rusya, Avrasya stratejisi olarak, Çin ve Hindistan’ı kapsayan, bunların blok oluşturmalarını hedefleyen bir politika izledi.

Gelinen süreçte Avrasya’nın asıl sahipleri olan, Rusya, Çin ve diğerleri (Kazakistan, Kırgızistan ve Tacikistan) 26 Nisan 1996’da Şanghay İşbirliği Örgütü’nü (ŞİÖ) oluşturdular. Bu ittifak, ABD ve NATO merkezli tek kutuplu dünya düzenine karşı olduklarını her zirvede dile getirmektedir.[18]

Rusya Başbakanı Primakov’un Yeni Delhi’de ortaya attığı “Stratejik Üçgen” düşüncesi Rusya, Hindistan ve Çin’in bölgede jeopolitik istikrarın sağlanması için ortak hareket etmelerini öngörüyor. Yapılan yorumlarda Orta Asya bölgesindeki petrol rezervleri, Ortadoğu ve Afganistan’da barışın sağlanması ve Taliban hareketinin üç ülkeyi ortak hedeflerde buluşturduğu söyleniyor. Üç ülke de ABD egemenliğine karşı çok kutuplu bir dünyayı hedefliyorlar.[19]
Çin Rusya’nın ikinci büyük ticaret ortağıdır. “İki ülkenin Orta Asya’da özellikle güvenlik, köktendinci İslami ve milliyetçi etnik hareketlerin önünün alınması konularında ortak menfaat paylaştıkları biliniyor. Yeltsin ise 1996’da Pekin’i ziyareti sırasında iki ülke arasında stratejik bir ortaklık oluşturulduğunu açıklayarak ABD’yi dünyada hegemonyacı eğilimlerden uzak durmaya çağırıyordu. Sibirya’dan Çin’e bir doğalgaz boru hattı inşası, Çin’e nükleer enerji santrali kurulması gibi dev projelere de imza atıldı[20]

Rusya – Çin yakınlaşması potansiyel olarak Avrasya bloğunun kurulması açısından olumlu bir adım olmakla birlikte bölgedeki Türkleri zor durumda bırakabilir. Bu ortamda Türkiye’nin üzerine büyük görev düşmektedir.[21]
1990’ların ortasından itibaren ilan ettiği ‘Yakın Çevre’ politikası ile Bağımsız Devletler Topluluğu üyesi ülkelerle daha sıkı bütünleşmeyi gündemine almış olan Rusya, kendisi için hayatî çıkar alanı olarak gördüğü Orta Asya Bölgesinde bölge dışı devletlerin etkili olmasını istememektedir.

Rusya 1993’ten itibaren eski Sovyet topraklarını arka bahçe (near abroad) ilan etti, Bağımsız Devletler Topluluğu şemsiyesi altında eski Sovyet cumhuriyetlerini toparlama ve yönlendirme çabaları içine girdi.[22] Bu siyaset doğrultusunda bir yandan bölge dışı devletleri uzak tutmaya çalışırken bir yandan da bölgesel istikrarsızlıkları da destekleyerek bölge devletlerinin kendisine olan bağımlılıklarını arttırmak istemektedir.

Örneklendirecek olursak, Gürcistan’da 1994 yılına kadar Devlet Başkanı olan Gamsahurdiya’ya karşı Şevardnadze’yi destekleyen Rusya, Şevardnadze’nin Batı yanlısı bir politika izlemesi, Gürcistan’ın NATO üyeliğine düşünülmesi, Türkiye ile yakınlaşması, ve Bakü-Ceyhan Boru Hattı projesini desteklemesi üzerine, Şevardnadze’ye karşı Abhazya ve Acar ayrılıkçı hareketleri destekleyerek, Gürcistan’a verdiği doğal gazı kısmış ve vize uygulamalarıyla tepki göstermiştir.

Azerbaycan’da da benzer politikalar izleyen Rusya Türkiye ile yakınlaşan ve Hazar Petrollerinin işletilmesi konusunda kendisi ile işbirliği yapmaya yanaşmayan Elçibey’i iktidardan uzaklaştırdıktan sonra Haydar Aliyev’i yerine geçirmiş, Azerbaycan’ın BDT’ye girmesini sağlamış, hatta Eylül 1994’de imzalanan ‘Yüzyılın Antlaşmasında’ %10’luk bir pay almışsa da, Karabağ sorununda Ermenistan’ı desteklemekten de geri kalmamıştır. Rusya’dan beklediği desteği göremeyen ve batı ile yakınlaşma çabaları içine giren Aliyev’e karşı Rusya, Hazar’ın hukuki statüsü sorununu baskı aracı olarak kullanmış, Aralık 1994 ve Mart 1995 yıllarında da Aliyev’i devirmek için iki darbe girişiminde bulunmuştur.

Haydar Aliyev’in de Hazar Petrollerinin işletilmesi konusunda aynı doğrultuda girişimlerde bulunması üzerine Rus Dışişleri, bu defa Azerbaycan’ı muhatap dahi görmeden Nisan 1994’de doğrudan İngiltere’ye bir nota göndererek, “Hazar’da Rusya’nın onayı olmadan yapılacak bir anlaşmanın geçerli olmayacağı” konusunda tarafları uyardı. 21 Haziran 1994’de ise, Rusya Federasyonu Devlet Başkanı Boris Yeltsin bir kararname yayınlayarak Azerbaycan’ı “Hazar’da Rusya’nın çıkarlarının göz ardı edilmesi durumunda her türlü yaptırımın uygulanacağı” şeklinde açıkça tehdit etti. Rusya’nın tüm engellemelerine rağmen Azerbaycan’ın 20 Eylül 1994’de, Hazar Denizi’nde kendisine ait olan Güneşli, Çirağ ve Azeri yataklarının işletilmesine ilişkin uluslararası petrol şirketleriyle “Asrın Mukavelesi” olarak adlandırılan anlaşmayı imzalaması bölgedeki güç mücadelesini iyice alevlendirdi.[23]

Gerek Gürcistan’daki gerekse Azerbaycan ile Ermenistan arasındaki sorunlar Rusya’nın bu bölgelere etnik çatışmalar nedeniyle müdahale edebilme potansiyelini canlı tutmaktadır. Rusya bir yandan bölgedeki stratejik ortağı Ermenistan ile ilişkilerini pekiştirirken, NATO’nun doğuya doğru genişleme çabalarından duyduğu tedirginliği Amerika karşıtı İran’a yaklaşarak gidermek istemiştir.

Rusya’nın Çeçenistan’a düzenlediği askeri operasyonları da aynı siyasi ve ekonomik politikalarla ilişkilendirebiliriz. Kuzey Kafkasya Rusya’nın Karadeniz’e tek çıkışıdır. Grozni önemli bir petrol bölgesidir. Çeçenistan’ın sahip olduğu petrol rezervleri dışında, Azerbaycan ve Kazakistan boru hatlarının geçiş yolu üzerinde bulunması, Rusya tarafından kontrol altına alınmasını vazgeçilmez kılmaktadır. [24]

Eylül 1995’te Başkan Yeltsin BDT’ye yönelik Rus hedeflerini belirleyen Rus politikası hakkında resmi bir belge yayımladı:

"Rusya’nın BDT’ye yönelik politikasının ana hedefi, dünya topluluğunda gerçek yerlerini talep etme yeteneğinde, ekonomik ve toplumsal olarak bütünleşmiş devletler topluluğu yaratmak… S. Birliği sonrası bölgenin topraklarında yeni devletlerarası siyasi ve ekonomik sistemin oluşturulmasında lider kuvvet olarak Rusya’yı desteklemektir."[25]

Putin’le birlikte Rusya’da imparatorluk hayâlleri yeniden canlanmıştır. Enerji sektörünün temsilcisi olan eski başbakan Anatoli Çubakis’in “liberal imparatorluk stratejisi” adını verdiği stratejiyi kabul etmiş ve uygulamaya başlamıştır. Bu stratejinin ilk hedefi, Rusya’nın önce eski SSCB ülkelerini Rusya’ya bağlaması, ikinci aşamada bunun ötesinde bir etkinlik kazanmaktır. “Liberal imparatorluk stratejisi”,  küreselleşmeden çok şey öğrenmiş bir stratejidir.

Rusya, Çubakis’e göre eski SSCB ülkeleri başta olmak üzere çevre ülkelerde 1) doğal gaz dağıtım şebekesini, 2) Elektrik dağıtım şebekesini, 3) bankacılık sektörünü, 4) demiryolu ulaşım ağını, 5) telekominikasyon ağını Rus şirketleri aracılığı ile kapitalist ekonominin kuralları içinde ancak bir devlet stratejisi çerçevesinde ele geçirmelidir. Rusya, ayrıca Rusça’nın eski SSCB bölgesinde temel kültür ve konuşma dili olması için çalışmalıdır bu stratejiye göre.

Moskova, son birkaç yıldan buyana saldırgan bir şekilde liberal imparatorluk stratejisini uygulamaktadır. Bu stratejinin önemli bir parçası da Rusya’nın sahip olduğu 12 trilyon dolar değerindeki doğal gaz rezervleridir. Moskova, Rus doğal gazına bağlı ülkeler üzerinde doğal gaz fiyatlarını artırarak veya keserek çok etkili bir baskı oluşturabiliyor. Rusya, Ukrayna’ya sattığı doğal gazı keserek, Batı yanlısı Yulya Timeşenko hükümetini devirmiş, Rus yanlısı Yanukoviç’in iktidara gelmesini sağlamıştı. Bugünlerde Moskova’ya kafa tutan Batı yanlısı Gürcistan’ı baskı altına almak için Rusya doğal gazın 1000 metreküpünün fiyatını 110 dolardan 235 Dolara çıkardı. Bu kriz sırasında Türkiye’ye gelen Gürcistan Cumhurbaşkanı, Türkiye’den doğalgaz isteyince, Moskova derhal Ankara’ya  “benden aldığın doğalgazı Gürcistan’a satamazsın”  mesajını yolladı.[26]

Ünlü Amerikalı uzman yazar Paul Henze Rusların Kafkasya’ya tarihi ilgisini şöyle açıklamaktadırlar. “ Rusya’nın Kafkaslara aktif ilgisi en azından üç yüz yıl geriye uzanır. Rusya’nın 19. yy.’da bütün Kafkasların kontrolünü sağlamlaştırma kampanyası Rus tarih ve literatüründe ingiltere’nin Hindistan’a olan tavrıyla kıyaslanabilecek bir iz bıraktı ancak önemli bir farkla ingilizler Hindistan kara parçasında ağırlıklı bir stratejik nüfuz kurmayı arzulamazken, Rusların büyük bir bölümü bütün Kafkaslarda politik ve stratejik nüfuzun kurulmasını istemiştir. Kuzey Kafkasya’nın Rusya Federasyonu’nun halen hazmedilmemiş bölümü olması bu isteği güçlendirmektedir. Rusya’nın Kafkaslardaki duyarlılığı Türkiye ve İran’ın Rusya’nın sahip olduğundan daha uzun tarihi bağlara sahip olduğu ülkelerle ilişkileri genişletmek istekleriyle birleşmektedir.”[27]

Ayrıca, Rusya buradan geçen boru hatları ile Azerbaycan ve Kazakistan’ı da kontrol altında tutmak istemektedir. Brzezinski Rusya’nın Türk toprakları üzerindeki stratejik hedeflerini şu şekilde özetlemektedir;

“Bölgede azami derecede Rus siyasi ve ekonomik nüfuzunun -yeniden- sağlanması genel hedeftir. Bu hedefin başarılması için temel mekanizma BDT’nin desteklenmesi

Zafer Partisi
Zafer Partisi
Giriş Yap

Haberiniz.com.tr ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!