Diyanet tarikatlar raporunda (s. 23) Süleymancılar ve Nurcuları; “İslam klasikleri çerçevesinde, İslami çerçeve içinde” diye takdim ediyor. Sonra İskender Paşa Cemaati, Hüdai Cemaati, İsmailağa ve Semerkant grubunun genel olarak, … Süleymancıların, Nurcuların, Said Nursi’nin, “İslam öğretisinden ciddi anlamda farklılaştığını söylemek zordur” diyor, bu tarikat ve cemaatleri tezkiye etmeye çalışıyor. Yani Diyanet dinde tefrikaya meşruluk kazandırıyor.
Diyanet bu tarikat-cemaatlerin gönüllerini aldıktan sonra hedefine tekrar T.C.’ini alıyor, şunları söylüyor:
“Alfabe değişikliği, ezanın Türkçeleştirilmesi, din eğitiminin zaman zaman yasaklamaya kadar varan ciddi kısıtlamalara konu edilmesi ve benzeri doğrudan dine karşı politikalar sebebiyle Türkiye’de bu kuşku (bu cümlenin üst kısmında ve daha önceki sahifelerde iddia edildiğine göre devlet, “devlet destekli bir din” yaratıyor) çok daha yaygın bir olgu haline gelmişti.” (Sayfa: 24)
Şu cümleler sayfa 26’dan: “Türkiye’nin bir an önce Tekke ve Zaviyeler kanunu ile yasakladığı dini yapıları legalleştirecek çözümler üretmesi ve ancak bu yolla şeffaf ve denetlenebilir yapılar olarak cemaatleri ahlaki/dini sorumluluk alanına döndürmesi bir zaruret haline gelmiştir.”
Görüyorsunuz Diyanet iyiden iyiye haddini aşıyor: “tekke ve zaviyeler açılmalı, yasal güvence altına alınmalı” diyor. Bu ne biçim bir saygısızlık? Tekke ve zaviyeler, bir cumhuriyet devrimi olarak kapatılmışlardı. Tekke ve zaviyeler birer miskinlik, gericilik, cahillik, -duruma göre- birer kalkışma merkezi oldukları için kapatılmışlardı. İslam tarihinde medreseler, tekke ve zaviyeler “din, sadaka, zekât, sevap” gibi ağızlarla eskiden beri asalak ruhların merkezi olmuşlardır. Acaba Diyanet’e; “din, sadaka, zekât, sevap” gibi asalak ruhlular egemen de, bu yüzden mi medrese, tarikat-cemaat arayışı var?…
Diyanet’in tarikatlar raporunu hazırlayan zihniyette devlet, devlet yapısı ve işlevi, toplum düzeni, milletleşme, akıl ve deneyim gibi erdemler yok. Bu zihniyet Osmanlıyı fakirleştiren, inanç birliğini bozan yapının tarikatlar, tekkeler ve zaviyeler olduğunu bilse yahut düşünseydi, bu öneriyi getirmezdi. Bu raporun sahiplerinde ve oluşmasını sağlayan Diyanet’in yöneticilerinde sağlıklı bir din ve İslam bilgisi de yoktur. Eğer bunlarda esaslı bir din kültürü, sağlam bir İslam bilgisi olsaydı; milleti bölen, beyinleri uyuşturan, tembellik ve yoksulluk yaratan tekke ve zaviyelerin diriltilmesini istemezlerdi.
Tekke ve zaviyelerin hasretini çeken Diyanet’teki “İslam alimi, hoca, müfettiş, danışman” adındaki tekkeci kişilerin zihnen İslam’dan (Kuran ve Hz. Muhammed’in örnek hayatından) uzak olduklarını belirtmek ve iddia etmek zorundayım. Çünkü Allah: “Kuran size yeter. Peygamber’in ahlakı sizin için en güzel örnektir” dediği halde bu Diyanetçiler: “İyi Müslüman olmak” adına Kuran’dan başka din kitabı, Peygamber’den başka din önderi arıyorlar. İslam dininin Kuran ve Hz. Muhammed esaslı bir din olduğunu, buna göre Müslüman olmamız gerektiğini bu seride, gelecek yazılarımın birisinde anlatacağım.
Bu yazıda sadece, Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek’in TV programlarında ikiye bir söylediği şu soru cümlesini Diyanet, tarikat ve cemaatçilere hatırlatmak isterim: “Hz. Muhammed’in Tarikat ve cemaati mi vardı?..” Diyanet’te, tarikat ve cemaat mahfillerinde din eğitim ve öğretimi görmüş kişilerin hiç birisi, bu konuda, sadece bir hukuk ve siyaset adamı olan Doğu Perinçek kadar net ve gerçekçi değiller.
TV kanallarındaki tarikat cemaat tartışmalarını izliyorum da, akademisyen, gazeteci ve araştırmacıların çoğu mevcut siyasi iradeye yaranmak için tarikat, cemaat, tekke, zaviye medrese bekçiliği yapıyorlar. Bu vesile ile biz “akıllı, aydın” sandığımız kişilerin ne kadar akılsız ve karanlık olduklarını görüyoruz. Bunlar diyorlar ki
“Kimsenin tarikat ve cemaatine karışamayız. Bu bir din ve vicdan özgürlüğüdür. Tarikat ve cemaatini devlete taşımayan kamu görevlileri zararsızdırlar. Onlarla uğraşmayalım…”
Bu iddiaların sahipleri ya geri zekalılar ya kiralıklar. Bir tarikat yahut cemaatin elemanı olmuş birisinin, bulunduğu her yer ve zamanda tarikat ve cemaatini öne çıkarmadığı şimdiye kadar görülmemiştir.
Diyelim ki tarikat, cemaat, tekke, medreseciler bu özellerini devlete yansıtmadılar, devlet için zararsızlar. Ama unutmayalım ki böyleleri şeyhine, efendisine mutlak surette boyun eğmiş kişilerdir. Yani bunlar iradesizdirler, nereye çekersen oraya giden birer robot insanlardır. Robot insanların olduğu yerde insanlık, demokrasi ve akıl olmaz. Böyle insanların oluşturduğu kalabalıklarda sürü psikolojisi vardır. Burada şunu da düşünelim: Tarikat-cemaat sarmalına yakalanan kişilerin yetiştirdikleri çocukları da iradesiz ve güdümlü olurlar; böyleleri bu açıdan da sıkıntı yaşatırlar.
Bir tarikat yahut cemaat mensubuna: “Sen niye oraya bağlısın, tabisin” diye sorsanız, alacağınız cevap: “Ben orada din-iman öğreniyorum. Ahlaklı ve iyi Müslüman olmak için buraya gidiyorum…” olur. Böylelerine verilecek cevap şudur:
Elde Kuran var. Dinini öğrenmek için Kuran yeter. İyi bir Müslüman olacaksan Hz. Muhammed’e bak. O’nun örnek hayatı yetmiyor mu, senin şeyhin Peygamber’den daha mı ahlaklı?
Bu bölümü Hz Muhammed’in M. 632 yılındaki Veda Hutbesinden aktaracağım şu uyarısıyla tamamlayayım:
“Müminler! Size bir emanet bırakıyorum ki ona sıkı sarıldıkça yolunuzu hiç şaşırmazsınız. O emanet Allah’ın kitabı Kurandır…”
Devamı var