Kim olursa olsun, birisine, “Bir milleti millet yapan, onu ayakta tutan nedir” diye sorsanız; aşağı yukarı şu cevabı verir: “Millî ve manevî değerlerdir.”
Millî değerler denince aklımıza: Yurt/vatan, ana dil, gelenek ve göreneklerimiz, bayramlarımız, destanlarımız, atasözlerimiz vb,
Manevî değerler denince aklımıza inanç/din gelir.
Bu iki değer bozulursa, millet olarak yaşamak güçleşir.
Millî değerleri korumak ve güçlendirmek öncelikle yöneticilerin, manevî değerleri korumak ve güçlendirmek din görevlilerinin görevidir.
Bugünkü yöneticilerimizin bir bölümü millî değerlerimizden bazılarına karşılar. “Milliyetçiliği ayaklarımın altında çiğniyorum” diyen, “Türk’üm demek ırkçılıktır” anlayışıyla çocuklarımıza andımızın okutulmasına engel olan, “Türk Kızılayı”ndaki Türk sözcüğünü kaldırtan, konuşmalarının içine sıklıkla Arapça, Farsça sözcükler sokarak dilimizi kirletenler bunlardır. Yani bunlar millî değerlerimizi zayıflatma ve yok etme suçu işlemekteler.
Bugün Türkiye’de millî değerlerimizle birlikte manevî değerlerimiz de yıpratılıyor. Bunun başını öncelikle “Din görevlileri” dediğimiz kesimden, bunların en başındaki kişi olan Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş çekmektedir.
Millî değerlerimizi korumayan bir zihniyetin, dîni kurumlarımızın başına getirdiği kişiler, dînin sesi değil, halk tabiriyle “sahibinin sesi” olurlar. Durum böyle olunca, millî çöküntü ile birlikte “dinî çöküntü” de başlar. AKP yönetimindeki Türkiye’nin millî sıkıntıları nasıl artıyor ise, Ali Erbaş yönetimindeki Diyanet’in dîni sıkıntıları da aynı oranda, hatta daha fazla artıyor.
Örnekler vereyim.
Muaviye’nin kadı ve hocalarını düşünün. Onlar, kâtil Muaviye’nin emriyle Peygamber sülâlesine camilerin minberlerinden lanet okumuşlardı. Ali Erbaş ve kimi Diyanet mensupları şimdi aynısını yapıyorlar. RTE önce Atatürk’e “lanet” göndermesi yaptı, bunu Ali Erbaş izledi. Erbaş ayrıştırıcı siyasete mi uyacak, Allah’ın “kardeşlik, barış” mesajlarına mı?
RTE bir tesisin temelini mi atacak, bir binanın açılışını mı yapacak, bakmışsınız Ali Erbaş orada. Milletin anlamadığı bir sürü Arapça cümleleri gunneli, idğamlı okuyuşlarla, RTE tarzıyla; “Ya Allaaah, bismillaah!” diye bağırıyor. Diyanet’in Başkanı olarak yeri geldikçe dua yaptıracaksın ama bunu kendi kişiliğinle yapacaksın, siyasilerin kalıbına dökülerek değil. Böylesi yok oluşlar “Prof., Diyanet, Hoca” gibi değerleri buharlaştırır.
Ali Erbaş Danıştay’ın açılış törenindeki tutumundan dolayı epeyce bir eleştirildi. Bu eleştiriler zoruna gitmiş olacak ki, İmam-Hatipliler Derneği ÖNDER’in 18. Kurultayı’nda yaptığı konuşmada örtülü yanıtlar verdi. O yanıtların bir cümlesi üzerinde duracağım. Erbaş dedi ki:
“Önderler olarak boş alan bırakmamamız lazım…”
Bu düşünce sorumsuzca ve çok tehlikelidir. Bakın, Erbaş Türkiye’yi bir “alan” olarak görüyor, “Bu alanı boş bırakmayalım, biz dolduralım” diyor. Ne alanı bu, savaş alanı mı? Nereleri, hangi amaçla dolduracaksın? Böylesi “doldurmalar” soğuk-sıcak savaşlarda yapılır. Ali Erbaş’ın makam ve mesleği bu üslup ve düşünceyi taşıyamaz.
Türkiye “boş alan” değil, hepimizin birlikte doldurduğu bir yurttur. Alan kapma yarışı hizipçiliktir. Bu düşünce bizi çarpışmalara götürür. Erbaş kavgacı değil barıştırıcı olmalıdır. Çünkü İslamiyet barışı esas alır. İslam’a göre müminler kardeştirler, birbirlerinin barıştırırlar.
Bir Başka Yönüyle Ali Erbaş:
633 sayılı yasa Diyanet’in görevini şöyle belirler:
“Madde 1-İslam Dini’nin inançları, ibadet ve ahlak esasları ile ilgili işleri yürütmek, …”
İslamiyet’in ana hedefi insanlara “Tevhit” inancını benimsetmek, müminlerin buna göre yaşamalarını sağlamaktır. İslamiyet bu yönüyle tavizsizdir, bu inançtan sapmayı asla kabul etmez, bu inançtan sapanlar sürekli ceza görür. Tevhidi (tekli Tanrı inancı) bozmak fıtratın, doğanın ve doğallığın yasalarına aykırıdır. “Tek yaratıcı” inancını bozmak akılsızlık ve ilkelliktir.
“Çok Tanrılı” inanç, ilkel insanların inancıdır. Çok Tanrılı inancın adı bazen Totemizm’dir, bazen Animizm’dir, Fetişizm’dir. İnsanlar akıllandıkça, bilim ve uygarlık ilerledikçe çok Tanrıcılık azalmıştır ama tamamen yok olmamıştır. Günümüzde, Türkiye’de dahil dünyanın birçok ülkesinde vardır.
Modern çağda bilim adamlarına, düşünürlere ve Tek Tanrılı dinlerin öncülerine düşen görev insanları çok Tanrıcılıktan kurtarmaktır.
Şimdi ben çok Tanrılı (ilkel) inanca Türkiye’den örnekler vereyim ve Ali Erbaş ve diğer din görevlilerinin bu sapıklık karşısındaki durumlarına bakalım.
1-Türkiye’de yıllardır “Tarikat şeyhi”, “Hazret”, “Üstat”, “Evliya” denen kişiler var. Bir kısmımız bunları “insan üstü” bir kişi sanır; işlerinin rast gitmesi, günahlarının affedilmesi, kendilerinin Allah’a yaklaştırılması için bunlardan medet umar ve Allah’ın karşısında durduğu gibi bunların karşısında durur. Yani onları ilahlaştırır. Bu şirktir. (Allah’a ortak koşma) Türkiye’nin Diyanet İşleri Başkanları (Ali Erbaş da dahil) bu akılsızlık ve yanlış inanç karşısında ne yaptılar? Hiç!
2-Bundan 6-7 yıl önce, Düzce’nin eski AKP milletvekillerinden Fevai Aslan Recep Tayip Erdoğan için dedi ki: “Başbakanımız Recep Tayip Erdoğan’da Allah’ın tüm vasıfları (özellikleri, sıfatları) var.” Bu adam sıfatları yönüyle Allah’ı ikiledi/çoğalttı. O günkü ve bugünkü Diyanet İşleri Başkanları bu sapıklık karşısında, sustular, hala da susuyorlar.
3-Bir iki yıl önce AKP Elâzığ Milletvekili Tolga Ağar, “Recep Tayip Erdoğan’ı görünce Allah’ı görmüş gibi oluyoruz” dedi, Erdoğan’ı Allah’a benzetti. Diyanet, İlahiyatlar ve tüm dini kurumlar sustular, susuyorlar.
4-AKP Ordu milletvekili Şenel Yediyıldız daha yeni, “2023 seçimlerinde verilecek oyun hesabının namaz kılmamaktan, oruç tutmamaktan daha fazla olduğunu” söyledi. Bu adam daha önce, “Cumhurbaşkanımızın sünnetini yerine getirmekten nikah defterini vermek istemiyorum” diyerek; Erdoğan’ı Peygamber yerine koymuştu. Bizim üstatlar yine susmuşlardı.
5-Aydın AKP eski il başkanlarından birisi, “Erdoğan ikinci peygamber” demişti. İstanbul’da bir kişi Recep Erdoğan’ı: “Hoş geldiniz ey Allah’ın elçisi” diye karşılamıştı. Yani Erdoğan bir de peygamber yapılmış; Ali Erbaş vb tüm Diyanet İşeri Başkanları, Hayreddin karaman gibi “Müslüman, Müçtehit” İslam alimleri toptan susmuşlar, bu kesim ve kişilerden birkaç vicdan ve iman sahibi birisi çıkıp şunları dememiş, diyememişti:
“Ey gafiller! Ey imanı çürükler! Siz müşrik misiniz? Siz sapıttınız mı? Siz aklınızı mı yediniz? Allah tektir. Varlığı ve sıfatları yönüyle Allah tektir. Allah hiçbir varlığı, hiçbir kişi Allah’a benzemez! Böyle inanan, böyle konuşan müşrik olur. Hz. Muhammed son peygamberdir. Allah ve peygamber hakkında söyledikleriniz sizi dinden imandan çıkarır, …”
Bir noktaya daha dikkatinizi çekeyim: Allah’a ve Peygamber’e benzetilen Recep Tayip de Bir İmam-Hatip Lisesi mezunu olarak: “Ben Allah da değilim, Peygamber de değilim. Sapıtmayın” demedi.
Ali Erbaş Efendi Erdoğan’ı savunmak için LGBT ve taraftarlarına karşı laf yetiştirme yarışına girerken, İslam’ın iman ve ahlak esasları alenen çiğnenirken susuyor. Bu nasıl iman ve vicdan, bu ne sorumsuzluk böyle?
Bir kıssa anlatılır; Firavun Kızıl Deniz’in ortasında boğulmaya başlayınca Allah’a teslim olasıymış. Merak ediyorum, bugün bizim siyasallaşan “Müslüman âlimlerimiz” İstanbul Boğazı’nda boğulmaya başladıkları zaman mı Allah’a teslim olacaklar?
Kuran’da Allah bazı peygamberlerin azgınlaşan ümmetlerinin kötü sonuçlarını niye anlatır? “İman ve ahlakınızın gereğini yapmazsanız sizin de başınıza felâketler getiririm” demek için anlatır.
Delilik derecesine ulaşan sapıklıklar karşısında: “Başkan Ali” şöyle demiş, “Müçtehit Hayrettin” şu fetvayı vermiş, Türkiye’nin tek Allah’a inanan müminleri için bunların hiçbir kıymeti yok. Türkiye’nin insanları ekonomik, kültürel ve siyasal alanlarda olduğu gibi din-iman alanında da yolunu kendisi bulacak. Bunu sağduyusu ile, aklı ve düşüncesi ile yapacak. Türkiye’nin Müslümanları bunu yapmazlarsa, yukarıdaki sapıklıkları kabullenirlerse, İstanbul Boğazı ikinci bir Kızıl Deniz olur.
Türkiye’nin siyaset mangası, makam ve servet hastası sözde alim, hocalarının söylediklerine inanmayın. Bunların duaları da kabul olmaz. Çünkü Yaratıcı samimiyetsiz, savurgan, kul hakkı yiyen insanların dualarını kabul etmez. Baksanıza Türkiye’de kamu malı çalındıkça, riyakârlık arttıkça belalar ve sıkıntılar da artıyor. Şu Diyanet’in öncülüğünde yapılan dua seansları Yaratan’ın yanında kabul gördü mü? Hayır. Deprem, kuraklık, Kovit 19, Yağmur, Ahlak duaları değil Yedi kat semaya, üstümüzdeki bulutlara bile ulaşmadı.
DEVAMI VAR