“Kırk Beşinci Yıl İmiş…” başlıklı köşe yazısı, 12 Eylül darbesini eleştirel bir bakış açısıyla inceliyor. Yazar Prof. Dr. Vahit Türk, darbenin Anadolu’nun yoksul, eğitimli ancak itiraz eden çocuklarını hedef aldığını belirtiyor. Darbecileri “uzakların beslemeleri” olarak tanımlayan Türk, darbenin Türkiye’ye yanlış bir yol çizdiğini ve FETÖ gibi yapıların ortaya çıkmasına zemin hazırladığını iddia ediyor. Metin ayrıca darbenin asıl senaryosunun dış güçler tarafından yazıldığına vurgu yapıyor ve gelecekte Türk dünyasının kendi kaderini çizmesi gerektiği fikrini öne sürüyor. Son olarak, 12 Eylül’ün toplumsal hafızadaki yerini, Kenan Evren’in cenazesi ile Alparslan Türkeş ve Muhsin Yazıcıoğlu’nun cenazeleri arasındaki karşılaştırma üzerinden ortaya koyuyor.
Bir On İki Eylül’de biçtiler bizi
Hikayelerimiz hep birbirine benzer. Köylerin, kasabaların, kenar mahallelerin kimsesiz ancak haddini aşan çocuklarıydık, Anadolu’nun kavruk çocuklarıydık, çoğumuzun ana babaları okuma yazma bile bilmezdi, okul görmemişlerdi. Bizler, bizlerden olanların açtığı yoldan yürüyerek ilkokul, ortaokul, lise derken üniversitelere bile gittik ancak bu arada itiraz etmeyi, karşı çıkmayı, boyun eğmemeyi de öğrendik. Yüzümüz güleç idi ama suyumuz sert idi.
Uzakların beslemeleri, sahibinin gücünün kendi gücü olduğunu düşünen, kendilerini her şeyin hatta herkesin sahibi zanneden ve Türk ordusunun üniformasını giymiş olan soyu bozuklar, sahiplerinin buyruğuyla had bildirdiler, görevlerini yerine getirdiler, “şartları olgunlaştırdılar” ve bize “izin verdiğimiz kadar yaşarsınız” dediler. Türkiye’ye yeni bir yol çizdiler ve Türkiye 40 yıldır o yolda yürüyerek FETÖ’lerle buluştu, ülke bedevi yurduna dönüştürüldü. Bu arada FETÖ’nün bir sembol olduğu, tek FETÖ’nün olmadığı, onlarcasının ülkede cirit attığı, her birinin bir emirle kardeşine, en yakın komşusuna, devlete silah doğrultmak üzere programlandığı, robotlaştırıldığı, kaynağın kurutulmadığı, tek tek sineklerin yakalanmaya çalışıldığı, FETÖ borsalarında milyonların döndüğü, konunun ekonomik ranta dönüştürüldüğü ve pek çok gerçek suçlunun mevcut yapılar içinde “hizmet“ini sürdürdüğü unutulmasın!
Esas konu, senaryonuz nerede ve kim tarafından yazılıyor? Oyuncuların kim olduğu çok da önemli değil. Senaryo yazma gücü olan zaten oyuncuları seçme yetkisini de elinde tutar. Senaryomuzun tarafımızdan Ankara’da, Bakü’de, Taşkent’te, Bişkek’te, Nursultan’da, Aşkabat’ta, Kazan’da, Ufa’da, Urumçi’de, Tebriz’de yazıldığı günleri gördüğümüz zaman Türklük tarihi görevini üstlenmiş ve yeni ufuklara kanatlanmış demektir…
12 Eylül’ün millet nezdindeki itibarını anlamak için Alparslan Türkeş ile Muhsin Yazıcıoğlu’nun cenazeleriyle Kenan Evren’in cenazesini karşılaştırmak yeterlidir. Türkeş ile Yazıcıoğlu’nun cenazelerinde milyonlar yürüdü ve bütün bir millet gözyaşı döktü, diğerinin cenazesi zorunlu bir devlet töreninden ibaretti. Yüce Tanrı bütün şehitlerimize, dar ağaçlarında yok edilen fidanlarımıza, ekmeği çalınanlara, zindanlarda feda edilenlere, Başbuğ’a, Yazıcıoğlu’ya rahmet eylesin…