ABD’nin üretimin Çin’den Hindistan’a kaymasını düşünmesi, AB’nin Orta Asya-Çin’e ağırlık vermesi, İngiltere-Fransa-Almanya’nın farklı alan arayışı, İtalya’nın Türkiye ile ticari-savunma ilişkisini geliştirmesi de dünyada, yeni bölgesel siyasi ve ticari ittifakların ortaya çıkacağını gösteren gelişmelerdir.
“ABD, sürdürülemez bir mali-ekonomik yapıya sahip.
Trump’ın gümrük hamlesi; küresel kapitalizmden yatırım-üretimi esas alan, koruyan-teşvik eden kontrollü kapitalizme geçiştir. Bunu dünyada da göreceğiz.
İthalata ek gümrük vergisi koyması; ithalatın daralması, enflasyon, ABD-küresel ekonomide küçülme, emtia-mali piyasada dalgalanma gibi bir sonucu doğurur. Bunu; göze aldığı görülüyor. Dünya için de herkes başının çaresine baksın diyor.
Tekno-kapitalin karlı, finans-kapitalin zararlı çıkacağı, maldan para kazanılacağı bir döneme girdik.
ABD ve Çin; ekonomik açıdan birbirine göbekten bağlı, ancak Çin daha avantajlı görülüyor. Zira Amerikan halkı borçlu günlük yaşıyor. Trump bir de finans sektöründe güçlü küreselcilerin manipülasyonu ile karşılaşabilir. Bu; Trump’ın, elini zayıflatan bir durum. Pazarlığın uzun sürmesi ise; ABD’de başlayan, Çin’e geçen, dünyayı derinden sarsan bir ekonomik krizi doğurur.
Almanya; ABD’nin ek gümrük vergisinden, en çok etkilenecek ülke olacak. Fransa; Afrika’dan, git-gide dışlanıyor. Bu da O’na, önemli bir pazar ve gelir kaybını getirecek.
AB; enerji-hammaddede Orta Asya-Katar, ticarette Çin’e ağırlık vermek istiyor. Orta Asya Türk Cumhuriyetleri ile yaptığı yatırım-ticaret anlaşması da bunun ilk adımıdır.
Orta Asya Türk Cumhuriyetleri’nin; AB ile yaptığı yatırım-ticaret anlaşması siyasi-ekonomik çıkar ve denge, GK Rum Yönetimi’ni tanıması ise prosedür ile ilgilidir. Zira AB’ye evet derken, GK Rum Yönetimi’ne hayır demek olmaz.
Dünyadaki büyük değişim; Türkiye’ye sıkıntılar getireceği gibi, önemli fırsatlar sunuyor.
Devlet aklı imkânına sahip iktidarın, dünyadaki önemli değişimin farkında olduğunu düşünüyorum. Dış siyaset-iç güvenlik-savunma sanayi-enerji-alt yapı; başarısı, Türkiye’nin güçlü olduğu alanlardır. Ancak; halkın gündeminde olan, en temel ihtiyacı olan beslenme ve barınmadır. Zira Şeyh Edebhali’nin dediği gibi, insanı yaşat ki devlet yaşasın. Haliyle buna mutlaka çözüm getirmek zorundadır.
Bir de; ülkemizin, kronik hale gelmiş idari-mali-ekonomik-sosyal- kültürel sorunları var.
Bunda; iktidarın hata ve yanlışı olsa da, bu 1980’den itibaren uygulamaya konan küresel sistemin ürettiği hastalıklardır. Bu da; insan merkezli, liyakat-erdem-ahlaka dayalı, yeniden yapılanmayı gerekli kılıyor. Aksi halde değişimin sunduğu fırsatları tepmiş olur, bir yüzyıl daha beklemek zorunda kalırız.
Ana muhalefetin dünyadaki değişimi okuyamadığını görüyorum. O’na göre; Dünya gülistan, Türkiye pür perişan. Kapkara bir tablo ortaya koyuyor. Umutsuzluk saçıyor. İktidara giden yolun, güven ve umuttan geçtiğinin farkında değil.
Makyavelist bir siyaset izliyor. Bu; hem kendisine, hem de devlete- millete zarar verir. Zira karlı çıkan Türkiye’yi hedef tahtasına koyan ülkeler olur.
İktidarın doğrularına bile karşı çıkıyor. Eleştiri dışında sözü yok. O gitsin ben geleyim, ülkeyi daha iyi yönetirim mantığı var. Çözümü ise dünyada artık sürdürülemez denilen küresel sistem. Bunun savunucu rolünü üstlenmiş, odağına şikâyet ediyor, destek istiyor.
ABD’de Trump’ın başkan olması ile açığa çıkan ulusalcı-küreselci siyasi mücadelenin AB-dünyaya yayıldığı, iktidarların daha otoriter hale geldiği, devletçiliğin önem kazanacağı, yeni bölgesel siyasi ve ticari ittifakların ortaya çıkacağı bir döneme girdik.”.
Trump; 2 Nisan’da, “Kurtuluş Günü” başlığı altında, ABD’nin ithalatta ülkelere uygulayacağı ek gümrük vergilerini açıkladı. En düşüğünü %10’nda tutması, cari açık verdiği hemen hemen her ülkede mevcudu iki katına çıkarması, Çin ve O’nun üretim üssü olarak kullandığı vergi muafiyeti tanıdığı Uzakdoğu Asya ülkelerinde anormal artışa gitmesi dikkati çekti. Bu; küresel ekonomide durgunluk hatta daralma olarak değerlendirildi, menkul-emtia borsalarında şok etkisi yaptı ve hızlı bir düşüşü getirdi.
Buna neden başvurdu?
Bunun; biri ideolojik, diğeri mali-ekonomik olmak üzere iki nedeni var.
Trump ve arka planda yer alan ulusalcılara göre; 1980’den itibaren Avrupa merkezli ezoterik bir örgütün dünyada kurduğu küresel sistem ABD’nin aleyhine, Avrupa ve Çin’in lehine işledi. Zira ABD; AB ve Çin menşeli mallara sıfır gümrük uygularken, bunlar ABD’den ithal ettiği mallara yüksek gümrük vergisi uyguladı.
Bu durum; ABD’yi üretimden uzaklaştırdı, 90.000 irili-ufaklı tesisin kapanmasını getirdi, üretmeyen, tüketen, sürekli borçlanan, borç batağına sürüklenen, dünyadaki egemenliği tartışılır hale gelen devlet yaptı. Buna karşılık; Çin’in, zenginleşerek önemli bir ticari rakip olarak çıkmasını sağladı. Bundan ABD menşeli mallara yüksek gümrük vergisi uygulayan AB ülkeleri ve vergi muafiyeti tanınan ülkeler de karlı çıktı.
Kısaca; Trump’ın bu hamlesini, küresel kapitalizmden yatırım ve üretimi esas alan, bunu gümrük ile koruyan-teşvik eden kontrollü kapitalizme geçiş olarak değerlendirebiliriz.
ABD’nin, 37 trilyon dolar kamu borcu var. Bunun 9 trilyon doları 1 yıl vadeli Ayrıca cari açığı; 1 trilyon dolara, bütçe açığı; 1.7 trilyon dolara ulaştı. Haliyle Trump’ın biri kısa vadeli borç ödemesi, diğeri bütçe-cari açık olmak üzere, önünde duran, çözüm getirmesi gereken iki önemli sorun var.
Dış ödemede; Çin, Kanada-Meksika, en çok açık verdiği ülkeler. Bütçe açığının önemli bir kısmı; 900 milyar dolara varan savuma harcaması, 2 trilyon doları bulan faiz ödemesinden kaynaklanıyor.
Kısaca, sürdürülemez bir mali-ekonomik durumu var.
Trump; ek gümrük vergileri ile yatırım ve üretimi teşviki, büyümeyi, bütçeye gelir sağlamayı, ithalatı kısarak dış ticaret açığını azaltmayı hedefliyor.
FED’den faizi düşürmesini istemesi; yatırım teşviki-faiz ödemesindeki tasarruf, AB ülkelerinden NATO harcamasına daha fazla katılmasını- silahlanmaya gitmesini istemesi ise savunma bütçesini azaltma-silah satışından gelir elde etme ile ilgilidir.
ABD’deki etkisi ne olur?
ABD merkezli küresel şirketlerin; teşvik-cezai yaptırım ile bulunduğu ülkeyi terk etmesi, geri dönmesi, yatırım yapması, üretime geçmesi, ABD’nin tüketim ekonomisinden üretim ekonomisine geçmesi, yılları gerektiren bir süreçtir. Haliyle ithalata ek gümrük vergisi koyması; ithalatın daralması, enflasyon, ekonomide küçülme gibi bir sonucu doğurur. Bunu da göze aldığı görülüyor.
Acelesi ne?
Aldığı kararlar, kurulu düzeni altüst edecek türden. Radikal kararlar. Bunları; uygulamaya koymak, olumlu sonuç almak, kısa sürede olacak bir iş değil. Oysa O’nun dört yıl gibi bir başkanlık süresi var. Acelesi de bundan kaynaklanıyor.
Aşırıya kaçmadı mı?
Trump’ın; pazarlığı yüksekten başlatma, aklındakini kabul ettirme gibi bir yöntemi var. Kararı tepki ile karşılandığında; uzlaşmayı kabul eden ülkelere, ek gümrük vergisini 90 gün ertelemesi, bunu gösteriyor. Çin ile olan pazarlığında ise restleşme ardından yumuşama görülüyor.
Neticede Çin’in dışındaki ülkelerden taviz koparacağı anlaşılıyor. Çin ile nasıl anlaşacağı, karlı çıkıp çıkmayacağı ise belirsizdir.
Kim karlı çıkar?
Çin’in 3,2 trilyonluk dolar rezervi var. Çin, ABD’ye en çok borç veren ülkelerin başında geliyor. Bu; Çin için hem avantaj hem de dezavantaj bir durum. Zira ABD tahvillerini elden çıkararak ABD’yi zora sokabilir. Ancak; bu doların hızla değer kaybetmesi, Çin’in kaybını getirir. İş öyle bir noktaya gelir ki alacağını bile alamaz.
ABD, Çin için en büyük pazar. Çin’in ihracata dayalı bir ekonomik modeli var. Bu; hem ekonomik büyüme hem de istikrarı için büyük bir önem taşıyor.
Çinli yetkililer, ortaya çıkacak pazar açığını; iç tüketimdeki artış, AB ile Orta Asya-Latin Amerika ve Afrika ülkelerine yapacakları ihracat ile kapayacaklarını söylüyor. Ancak; bu, öyle kolay gözükmüyor.
Çin’de; 400 milyonluk orta gelirli kesim var olsa da, Çin toplumu tüketimden kaçınan tasarrufu önemseyen bir toplum. Teşvike rağmen tüketim artmıyor. Şehirlerdeki her beş konuttan biri boş, fiyatların düşmesine-ödeme kolaylığına rağmen alıcı bulamıyor. Ekonomik krizi tetikleyecek bir durgunluk ve emlak krizini yaşıyor.
AB ülkeleri ve hane halkı borçlu, Orta Asya-Afrika ile Latin Amerika ülkelerinin ise parası yok.
İhracatının düşmesi ise; ekonomisinin durgunluğa girmesi, üretim işleyişinin durması, mal stokunun anormal artışı, üretimi sübvanse eden kamu kuruluşların mali açığının ortaya çıkışı, sermaye kaçışı, halkın gelirinin düşmesi, halkta huzursuzluk gibi bir sonucu doğurur.
ABD tüketim mallarının yanı sıra ileri teknoloji ürünleri üretiminde kullandığı nadir elementler ile ara malların büyük bir kısmını Çin’den tedarik ediyor. Tüketim ekonomisinden üretim ekonomisine geçmesi bir zamanı gerekli kılıyor. Tedarikte başka ülkelere yönelse bile, Çin’in bıraktığı boşluğu doldurması öyle kolay değil. Bir de bunun yaratacağı enflasyonu dikkate almak zorunda. Zira bu halkta bir tepkiyi doğurur. Protesto gösterilerinin yaygınlaşması da bunu gösteriyor.
Kısaca; ABD-Çin ekonomisi birbirine göbekten bağlı, ancak Çin daha avantajlı görülüyor. Zira Amerikan halkı günlük yaşıyor. Trump bir de finans sektöründe küreselcilerin manipülasyonu ile karşılaşabilir. Bu, Trump’ın elini zayıflatan bir durum. Pazarlığın uzun sürmesi ise; ABD’de başlayan, Çin’e geçen, dünyayı derinden etkileyen bir krizi doğurur.
Dünyadaki etkisi ne olur?
Trump’ın, ek gümrük vergisi hamlesinin; dünyada biri ideolojik, diğeri ekonomik olmak üzere iki etkisi olacaktır.
Zira bu hamlesi ideolojik ve ekonomik bir özellik taşıyor. Haliyle bu bir uzlaşma olsa bile, dünyada ekonomik değişim ve yeniden yapılanmayı getirecektir. Yani ideolojik bir etkisi olacaktır.
Küresel ekonomiye etkisine gelince; küresel ekonomide daralma, enflasyonda artış, emtia-mali piyasalarda bir dalgalanma bekliyorum.
Tekno-kapitalin karlı, finans-kapitalin zararlı çıkacağı, maldan para kazanılacağı bir döneme girdik.
AB’ye etkisi ne olur?
AB ülkeleri içinde Almanya, en çok etkilenecek ülke olacak. Bu ülkede var olan ekonomik durgunluğu daha da derinleştirecek.
Fransa; başta Cezayir olmak üzere, eski sömürge ve önemli bir gelir kaynağı olan birçok Afrika ülkesi ile sorun yaşıyor, Afrika’dan git-gide dışlanıyor. Bu da; O’na, önemli bir pazar ve gelir kaybını getirecek.
İtalya ve İspanya ise; başta Türkiye olmak üzere, bölgesel ekonomik ittifaklar peşinde.
Ukrayna-Rusya barışı; olsa bile, AB’nin başak ülkelerinin Rusya ile ekonomik ilişkisini geliştirmesi beklenmiyor. Zira AB yetkilileri 2030 yılında bir Avrupa-Rusya Savaşı’ndan söz ediyor.
AB; enerji-hammaddede Orta Asya-Katar, ticarette Çin’e ağırlık vermek istiyor. Orta Asya Türk Cumhuriyetleri ile yaptığı yatırım-ticaret anlaşması da bunun ilk adımıdır.
Orta Asya Türk Cumhuriyetleri, GK Rum Yönetimi’ni neden tanıdı?
Bunun mantığını anlamış değilim. Zira AB’nin Çin’e ulaşmada elinde bir koz var. Bu konuda; Türkiye’den, resmi bir açıklama gelmemesi de ilginç.
İyimser bir bakışla; bölgede ağırlık kazanan Rus-Çin yatırımı tekelini kırmak, sağlıklı ekonomik gelişmeyi sağlamak, siyasi gücü dengelemek olabilir.
Yani AB ile yaptığı yatırım-ticaret anlaşması, siyasi-ekonomik çıkar- denge ile ilgilidir. Türkiye’nin hammaddeyi çıkaracak-işleyecek, para ve teknoloji gücü olmayışı da bunu gerekli kıldı.
“GK Rum Yönetimi’ni neden tanıdı” sorusuna gelince. Anlaşmayı AB ile yaptı. Haliyle bu tüm AB ülkelerini kapsıyor. Bu durumda; “GK Rum Yönetimi’ni tanımıyoruz” demek olmaz.
Türkiye’nin KKTC’nin tanınması ile ilgili bir girişimi var mı?
Türkiye’nin yanı sıra 11 ülke KKTC’yi tanıyacağını söylüyor. Bunun 100’e çıkarılması gibi bir çaba var. Orta Asya Türk Cumhuriyetleri de “evet” derse şaşırmam.
AB ile arası bozulmaz mı?
Kuralların hiçe sayıldığı bir döneme girdik. Bir gürültü çıksa da; AB için Orta Asya, Güney Kıbrıs’tan çok daha önemlidir.
Türkiye’ye etkisi ne olur?
ABD’nin Türkiye için ek gümrük vergisi % 10 oldu. Bu Türkiye için bir avantaj. Zira bu ABD’ye ihracat yapmayı düşünen Çin ile AB’nin başak ülkelerinin, Türkiye’de üretime dönük yatırım yapması ve Türkiye’nin ABD ihracatının artışını getirir.
Ek gümrük vergisi sonucu, AB ekonomisinin daralma göstermesi ise; ihracatımızda neredeyse %50 paya sahip AB’ye yönelik ihracatımızın, azalmasını doğurur.
AB’nin; ticarette Çin’e, hammadde-enerjide Orta Asya-Katar gazına ağırlık vermek istemesi, orta kuşak ipek yolu-kalkınma yolunu önemli kıldı. Bu da; Türkiye’yi, bu güzergâhta anahtar ülke konumuna getirdi.
İsrail’in; Suriye’yi bölmek istemesi ve “Davut Koridoru Planı’nın” bir nedeni de, Katar gazının Suriye-Türkiye üzerinden Avrupa’ya gidişini engelleme, Hayfa Limanı’na bağlama ile ilgilidir.
Kısaca; dünyadaki büyük değişim, Türkiye’ye sıkıntılar getireceği gibi, önemli fırsatlar sunuyor.
Siyasetçiler bunun farkında mı?
Devlet aklı imkânına sahip İktidarın, dünyadaki önemli değişimin farkında olduğunu düşünüyorum. Dış siyaset-iç güvenlik-savunma sanayi-enerji-alt yapı; başarısı, Türkiye’nin güçlü olduğu alanlardır. Ancak; halkın gündeminde olan, en temel ihtiyacı olan beslenme ve barınmadır. Zira Şeyh Edebhali’nin dediği gibi, insanı yaşat ki devlet yaşasın. Haliyle buna mutlaka çözüm getirmek zorundadır.
Bir de ülkenin, kronik hale gelmiş idari-mali-ekonomik-sosyal- kültürel sorunları var.
Siyasette ciddi bir kutuplaşma var. Birinin “ak” dediğine, diğeri “kara” diyor. Akıl yürütene, sağlıklı düşünene bile karşı taraf olarak bakılıyor. Bu dozajı azalıp-artsa bile, Osmanlı’dan bugüne geleneksel hale gelen önemli bir sorunumuz. Uzlaşma kültürünü bir türlü geliştiremedik.
Adliye saraylarımız var ama çarşı-pazar gibi; herkes birbiri ile davalı, canı sıkılan soluğu mahkemede alıyor. 40 Tane sabıkası olan adam sokakta dolaşıyor.
Hastaneler, başka bir âlem. İnsanlar fabrikaya gider gibi, akın-akın devlet hastanesine gidiyor. İlaç tüketimi, sezaryen-katarak-By-Pass ameliyatı had safhada.
Trafikte; “saygı” diye bir şey hak getire, gücü güce yetenin. “Bu yolda park edilmez” afişi var, aldırış eden yok. Adam ters yola girmiş, bir de Trafik polisi ile tartışma cüreti gösteriyor. Kentin cadde-sokaklarında; dükkânlar, babasının malı gibi kaldırımı işgal etmiş.
Merkezi yönetimden yerel yönetime, her işin yetkili-sorumlusu var ama sorumluluğu üstlenen yok.
Kısaca; idari bir boşluk, toplumsal disiplinsizlik var.
Büyükşehirler; yoğun göç ve gelişigüzel yapılaşma sonucu yaşanmaz hale gelmiş, köyler boşalmış.
Uyuşturucu sokak çeteleri-göçmen kaçakçıları-dolandırıcılar ile ciddi bir mücadele var. Ancak her gün bir yenisi ortaya çıkıyor. Sivrisinekler ile mücadelede bataklığı kurutmamız lazım.
Aile ve toplumda; sevgi-saygı-hoşgörünün yerini, kaba kuvvet-şiddet almış. Şiddet olayı-boşanmalar artmış, nüfus artışı düşmüş. Neyse ki 2011’de imzalamakla hata ettiğimiz İstanbul Sözleşmesi’nden 2021’de çıktık.
Nüfusun % 15’i “vur patlasın-çal oynasın” şeklinde hayat sürer iken, orta sınıf dar gelirli hale gelmiş.
Hemen-hemen her iş kolunda, tekelci bir piyasa var. Bu; çarşı-pazarda bile böyle, en ufak bir olay fiyat artışı bahanesi olmuş.
İç tüketim-borçlanmadan, tasarruf-yatırım-üretim-ihracata dayalı büyümeye geçemedik. Sürekli enflasyon, bütçe-cari açık ile uğraşıp duruyoruz.
Tasarruf-sermaye birikimi yetersizliği, elimizi kolumuzu bağlamış. Mali-ekonomik karar almada, bunu dikkate almadan yapamıyoruz.
Kazandığımızdan fazlasını harcıyoruz. Buna israf-savurganlığımızı ilave edebiliriz. Bir de; zenginlerimizde, kazancı yurtdışında tutma modası var. Ne imiş Türkiye’de güven sorunu varmış. Ama kazanırken böyle diyene rastlamadım.
Emlak rantı; eskiden olduğu gibi, bugün de en önde gelen zenginlik kaynağı. Bu; tasarrufu üretime değil, emlak denilen ölü yatırıma sevk ediyor.
Kısaca; bunda iktidarın hata yanlışı olsa da, bu 1980’den itibaren uygulamaya konan küresel sistemin ürettiği hastalıklardır. Bu da; insan merkezli, liyakat-erdem-ahlaka dayalı, yeniden yapılanmayı gerekli kılıyor. Aksi halde değişimin sunduğu fırsatları tepmiş olur, bir yüzyıl daha beklemek zorunda kalırız.
Ana muhalefete gelince.
Dünyadaki değişimi okuyamadığını görüyorum. O’na göre; Dünya gülistan, Türkiye pür perişan. Kapkara bir tablo ortaya koyuyor. Bir umutsuzluk saçıyor. İktidara giden yolun, güven-umuttan geçtiğinin farkında değil.
Makyavelist bir siyaset izliyor. Bu; hem kendisine, hem de devlete- millete zarar verir. Zira karlı çıkan Türkiye’yi hedef tahtasına koyan ülkeler olur.
İktidarın doğrularına bile karşı çıkıyor. Eleştiri dışında sözü yok. O gitsin ben geleyim, ülkeyi daha iyi yönetirim mantığı var. Çözümü ise dünyada artık sürdürülemez denilen küresel sistem. Bunun savunucu rolünü üstlenmiş, odağına şikâyet ediyor, destek istiyor.
Dünyadaki İdeolojik Kavga
ABD’de Trump’ın başkan olması ile açığa çıkan ulusalcı-küreselci siyasi mücadelenin; AB-dünyaya yayıldığı, iktidarların daha otoriter hale geleceği, devletçiliğin önem kazanacağı, yeni bölgesel siyasi ve ticari ittifakların ortaya çıkacağı bir döneme girdik.
Fransa’da; Ulusal Birlik Partisi (1. Parti konumunda) lideri Marine Le Pen’e yolsuzluk nedeni ile 5 yıl siyaset yasağı getirilmesi, İngiltere’de; Reform Partisi (2. Parti konumunda) 2. başkanı Tommy Robinson’un 18 ay hapse mahkûm olması, Almanya’da; AfD (Son ankette 1. Parti konumunda) için kapatma davası açılması; küreselciler ile ulusalcılar arasındaki kavganın kızıştığını, iktidarların daha otoriter hale geldiğini gösteriyor.
ABD’nin üretimin Çin’den Hindistan’a kaymasını düşünmesi, AB’nin Orta Asya-Çin’e ağırlık vermesi, İngiltere-Fransa-Almanya’nın farklı alan arayışı, İtalya’nın Türkiye ile ticari-savunma ilişkisini geliştirmesi de dünyada, yeni bölgesel siyasi ve ticari ittifakların ortaya çıkacağını gösteren gelişmelerdir.
Bir de; devletlerin zora düşen stratejik banka-şirketleri kamulaştırdığı, devletçiliğin önem kazanacağı gelişmeleri yaşayacağız.