Rıza Tahir Yel
Rıza Tahir Yel
  1. Haberler
  2. Yazarlar
  3. Köşe Yazısı
  4. Türkiye’nin Anayasa Sancıları: Yeni Bir Toplumsal Sözleşme mi, Yoksa Milli, Üniter, Laik Cumhuriyete Müdahale mi?

Türkiye’nin Anayasa Sancıları: Yeni Bir Toplumsal Sözleşme mi, Yoksa Milli, Üniter, Laik Cumhuriyete Müdahale mi?

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

İktidarın “sivil anayasa” söylemiyle ısıtıp yeniden gündeme taşıdığı değişiklik süreci, toplumsal mutabakat mı arıyor, yoksa milli kimlik ve laikliğe yönelik bir müdahalenin ön perdesi mi? Zafer Partisi’nin itirazları, bu sürece karşı yalnızca muhalif bir duruş değil, aynı zamanda halkın geniş kesimlerinde yankı bulan bir güven krizinin ifadesi.

Giriş: Isıtılıp Önümüze Konan Gündem

Türkiye, yine ve yeniden bir anayasa değişikliği tartışmasının hararetli atmosferine girmiş bulunuyor. İktidar kanadının “sivil, demokratik ve kuşatıcı” bir anayasa vaadiyle başlattığı bu yeni süreç, toplumun farklı kesimlerinde farklı yankılar buluyor. Bir yanda, 12 Eylül ruhundan arınmış, günümüz Türkiye’sinin ihtiyaçlarına cevap veren yeni bir toplumsal sözleşmenin gerekliliğini savunanlar; diğer yanda ise mevcut anayasanın dahi tam olarak uygulanmadığı bir ortamda bu değişikliğin samimiyetini sorgulayan ve asıl gündemin ekonomik kriz ve diğer yakıcı sorunlar olması gerektiğini düşünen geniş bir kitle var. Sosyal medya mecraları ve gazete sütunları, bu iki kampın argümanları, endişeleri ve beklentileriyle dolu. Peki, Türkiye’nin gerçekten yeni bir anayasaya ihtiyacı var mı? Değiştirilmesi düşünülen maddeler ne anlama geliyor ve bu süreçte Zafer Partisi ile lideri Ümit Özdağ’ın keskin muhalefeti nerede duruyor?

“Sivil Anayasa” Söylemi ve Gerçeklik

İktidar ve Cumhur İttifakı’nın en önemli argümanı, mevcut 1982 Anayasası’nın bir darbe anayasası olması ve aradan geçen yıllarda yapılan çok sayıda değişikliğe rağmen özündeki “vesayetçi” karakteri koruduğu iddiası. Bu argümana göre, Türkiye’nin artık darbe ruhundan tamamen arınmış, milletin iradesini tam manasıyla yansıtan “sivil” bir metne kavuşma zamanı gelmiştir. TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş’un 2025 sonbaharını işaret ettiği takvim, bu sürecin önümüzdeki aylarda daha da hızlanacağını gösteriyor. Değişiklik tartışmalarının merkezinde ise yine başkanlık sisteminin rötuşları, yargının yapısı ve temel hak ve özgürlüklere ilişkin maddeler yer alıyor. Geçmişteki anayasa değişikliği tecrübeleri, özellikle Hakimler ve Savcılar Kurulu’nun (HSK) yapısı, cumhurbaşkanının kararname yetkileri ve yürütmenin daha da güçlendirilmesine yönelik adımların yeniden gündeme gelebileceğine işaret ediyor.

Ancak eleştirel bir gözle bakıldığında, bu “sivil anayasa” arayışının zamanlaması ve içeriği ciddi soru işaretleri barındırıyor. Muhalefetin ve birçok bağımsız yorumcunun dile getirdiği gibi, Türkiye’nin önceliği mevcut anayasal düzenin ve özellikle Anayasa Mahkemesi (AYM) ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarının eksiksiz uygulanması olmalıdır. Hukukun üstünlüğünün ve yargı bağımsızlığının bu denli tartışıldığı bir dönemde, kuralları uygulayanların kuralları yeniden yazma isteği, toplumun önemli bir kesiminde güvensizlik yaratıyor. Sosyal medyada yapılan yorumlarda sıkça “Mevcut anayasaya uyun da yenisini sonra konuşuruz” veya “Gündemimiz anayasa değil, geçim derdi” gibi ifadelere rastlanması, halkın öncelikleri ile siyasetin gündemi arasındaki makasın ne kadar açıldığını gözler önüne seriyor.

Zafer Partisi ve Ümit Özdağ’ın “Milli Devlet” Refleksi

Türkiye’de son dönemde sıkça gündeme gelen anayasa değişikliği tartışmaları, siyasi partilerin de bu konudaki görüşlerini netleştirmesine yol açmıştır. Özellikle Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ ve partisinin anayasa değişikliği konusundaki duruşu dikkat çekmektedir. Zafer Partisi’nin genel yaklaşımı, mevcut anayasanın tam olarak uygulanmadığı, hatta bazı maddelerinin çiğnendiği yönündedir.

Ümit Özdağ, sosyal medya ve çeşitli basın açıklamalarında sıkça dile getirdiği üzere, yeni bir anayasa yapmaktan ziyade, öncelikle mevcut Anayasa’nın gereklerinin yerine getirilmesi gerektiğini savunmaktadır. Özdağ’a göre, Anayasa Mahkemesi (AYM) ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarının uygulanması, hukukun üstünlüğünün tesisi ve ülkedeki hukuki karmaşanın giderilmesi öncelikli olmalıdır. Bu kararların uygulanmadığı bir ortamda, yeni bir anayasa yapma talebinin meşruiyetinin sorgulanması gerektiği belirtilmektedir.

Zafer Partisi, mevcut anayasanın 1982 Anayasası olduğunu ve bugüne kadar defalarca, özellikle de son hükümet döneminde kapsamlı değişikliklere uğradığını vurgular. Partinin yetkilileri, anayasanın yüzde 75’inin değiştirildiğini ve dolayısıyla “darbe anayasası” eleştirisinin bu denli çok değişiklikten sonra geçerliliğini yitirdiğini ifade etmektedir. Bu bağlamda, “bugüne kadar beceremediniz, 13.’sünde mi becereceksiniz?” gibi ifadelerle, iktidarın anayasa yapma konusundaki geçmiş performansını eleştirmektedirler.

Zafer Partisi, anayasa değişikliği gündeminin arkasında, ülkenin temel yapısına ilişkin farklı gündemlerin olabileceği endişesini taşımaktadır. Özellikle üniter yapıya, vatandaşlık tanımına ve laiklik ilkesine yönelik olası değişikliklere karşı hassasiyetlerini dile getirmektedirler. Partinin basın açıklamalarında, 66’ncı maddeyi değiştirip yeni bir kimlik mi oluşturacaksınız? Türkçe dışında başka eğitim dillerinin var olmasını sağlayacaksınız. Matematiği, fiziği hatta Türk dili ve edebiyatı dersini kürtçe mi okutacaksınız. Bu devlet kaynaklarıyla, Anadolu’da yeni bir milli kültür oluşturma projesidir” Anayasa’nın 42. (eğitim ve öğrenim hakkı) Hangi maddeleri değiştireceksiniz? ve 66. (Türk vatandaşlığı) maddelerinin tartışmaya açılmasına yönelik duyulan endişeler vurgulanmaktadır. Zafer Partisi, bu tür tartışmaların Türkiye’yi bir “etnik cehenneme” çevirme riski taşıdığı konusunda uyarılar yapmaktadır.

Özetle, Zafer Partisi ve Ümit Özdağ’ın anayasa değişikliği konusundaki temel yaklaşımı, öncelikle mevcut hukukun eksiksiz uygulanması, Düşman ceza hukuku uygulamalarının sonlandırılması, hukuki istikrarın sağlanması ve ülkenin temel değerlerine dokunulmaması yönündedir. Yeni bir anayasanın, bu temel şartlar sağlanmadan gündeme gelmesinin, ülkeyi daha derin sorunlara sürükleyebileceği uyarısında bulunmaktadırlar.

Değişmesi Muhtemel Maddeler ve Toplumsal Kaygılar

Peki, tartışma masasında hangi maddeler var? İktidar kanadından net bir taslak henüz kamuoyu ile paylaşılmamış olsa da, sızan bilgiler ve geçmiş tecrübeler bazı alanların öne çıkacağını gösteriyor.

  1. Yargı Bağımsızlığı: HSK’nın yapısı, üye seçim usulleri ve dolayısıyla yargı üzerindeki siyasi etkinin artıp azalacağı konusu en kritik başlıkların başında geliyor.
  2. Yürütmenin Güçlendirilmesi: Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin kapsamının genişletilmesi, cumhurbaşkanı yardımcılarının statüsü ve yetkileri gibi konular, mevcut başkanlık sisteminin daha da merkezileştirilmesi endişelerini beraberinde getiriyor.
  3. Temel Hak ve Hürriyetler: Özellikle “aile” tanımının anayasaya daha muhafazakar bir çerçevede eklenmesi gibi teklifler, laiklik ve bireysel özgürlükler konusunda hassas olan kesimlerde ciddi kaygı yaratıyor.
  4. Değiştirilemez Maddeler: Her ne kadar iktidar partisi ve ortağı MHP, ilk dört maddenin tartışmaya açılmasına karşı olduklarını belirtseler de, bu konunun siyasi yelpazenin farklı noktalarından sürekli gündeme getirilmesi, toplumdaki güvensizliği derinleştiriyor.

Sonuç: Güven İnşası Olmadan Anayasa İnşa Edilemez

Türkiye’nin anayasa meselesi, teknik bir metin değişikliğinin çok ötesinde, derin bir siyasi ve toplumsal güven krizinin yansımasıdır. İktidarın, toplumun en az yarısının desteğini ve güvenini almadan, sadece meclis aritmetiğine dayanarak yapacağı köklü bir değişiklik, “toplumsal sözleşme” olmaktan ziyade, bir dayatma olarak algılanma riski taşır. Anayasalar, toplumsal barışın ve bir arada yaşama iradesinin hukuki teminatıdır. Bu teminatın sağlamlığı ise ancak geniş bir mutabakat ve samimi bir diyalog ortamında sağlanabilir.

Bugün Türkiye’nin ihtiyacı olan, kuralları değiştirmeden önce mevcut kurallara harfiyen uyan bir yönetim anlayışını tesis etmektir. Yargı kararlarına saygı duyulduğu, düşman ceza hukuku uygulamalarının sonlandırıldığı, temel hak ve özgürlüklerin anayasal güvence altında olduğunun her vatandaşa hissettirildiği bir siyasi iklim yaratılmadan girişilecek bir anayasa yapım süreci, ülkedeki kutuplaşmayı daha da derinleştirmekten ve yeni bir meşruiyet krizine yol açmaktan başka bir sonuç doğurmayabilir. Zafer Partisi’nin ve diğer muhalif seslerin dile getirdiği eleştiriler, bu bağlamda sadece bir siyasi pozisyon değil, aynı zamanda toplumun önemli bir kesiminin duyduğu derin endişenin ifadesidir. Türkiye’nin anayasa yolculuğu, ancak bu güvenin yeniden inşa edilmesiyle sağlıklı bir rotaya girebilir.

 

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

KAI ile Haber Hakkında Sohbet
Sohbet sistemi şu anda aktif değil. Lütfen daha sonra tekrar deneyin.