Sonuç olarak, kültürel farklılıklar ve kolektif kimlik arasındaki ilişki, günümüz dünyasında ulusların geleceğini belirleyen en kritik unsurlardan biridir. Küreselleşmenin getirdiği bireyselleşme ve kimlik erozyonuna karşı koymanın yolu, ortak değerleri güçlendirmekten geçer. Tarih, dil ve kültürel miras etrafında şekillenen güçlü bir kolektif kimlik, bir milletin geleceğini güvence altına alır. Bu bilinci korumak ve geliştirmek, yalnızca bir tercih değil, aynı zamanda tarihsel bir sorumluluktur.
Kolektif kimlik, bireyin kendisini ait hissettiği en büyük toplumsal çerçevelerden biridir. Dil, kültür, tarih ve ortak hafıza gibi unsurlar etrafında şekillenen bu kimlik, bireyi topluma bağlayan güçlü bir köprü görevi görür. Ancak günümüz dünyasında, küreselleşmenin etkisiyle ulusal aidiyetler çözülmekte, bunun yerine parçalı, geçici kimlikler öne çıkmaktadır. Bu değişim, bir milletin varlığını sürdürebilmesi için en önemli dayanağı olan ortak kimliği zayıflatma tehlikesi taşır.
Benedict Anderson, Hayali Cemaatler adlı eserinde, milletlerin yalnızca politik veya coğrafi bir oluşum değil, aynı zamanda kolektif bir bilinç ve ortak bir tahayyül sonucu ortaya çıktığını söyler (Anderson, 1983). Bir milletin varlığını sürdürebilmesi için, bu ortak tahayyülün sürekli beslenmesi ve gelecek nesillere aktarılması gerekir. Eğer bir toplum, ortak kimlik bilincini kaybederse, zamanla bireyler kendilerini ait hissedecekleri başka kimlikler arayışına girer. Bugün dünyada pek çok milletin yaşadığı kimlik krizinin temelinde bu kopuş yatmaktadır.
Anthony D. Smith ise ulusal kimliği belirleyen üç temel unsurdan söz eder: Tarihsel bilinç, ortak kültürel miras ve etnik aidiyet (Smith, 1991). Bu unsurlar olmadan güçlü bir kolektif kimlikten söz etmek mümkün değildir. Tarih boyunca, kendi kimliğine sıkı sıkıya bağlı olan milletler varlıklarını sürdürürken, kültürel bilincini yitiren toplumlar hızla asimilasyona uğramış ya da dağılmıştır. Osmanlı’nın son döneminde ortaya çıkan fikir akımları da bu bağlamda değerlendirilmelidir. Yusuf Akçura, Üç Tarz-ı Siyaset adlı eserinde Osmanlıcılık ve İslamcılık gibi ideolojilerin çok kimlikli yapıları nedeniyle başarılı olamayacağını, ancak Türkçülüğün güçlü bir ulusal kimlik inşa edebileceğini savunur (Akçura, 1904).
Kimlik inşası konusunda en önemli noktalardan biri de kültürel farklılıkların nasıl ele alındığıdır. Kültürel çeşitlilik, bir toplumun zenginliği olabilir, ancak bu farklılıkların ortak bir üst kimlik içinde anlam kazanması gerekir. Eğer farklı kültürel unsurlar ortak bir değerler bütünü etrafında birleşmezse, zamanla ayrışmalar derinleşir ve toplumsal bütünlük zedelenir. Ziya Gökalp bu durumu, kültür ve uygarlık arasındaki fark üzerinden açıklar. Ona göre kültür, bir milletin öz değerlerinden oluşurken, uygarlık milletlerarası etkileşimin bir sonucudur (Gökalp, 1923). Dolayısıyla, kültürel farklılıkları muhafaza etmek mümkün olsa da bunları ortak bir milli kimlik içinde birleştirmek gereklidir.
Kimlik meselesi yalnızca tarihsel bir konu değil, aynı zamanda günümüz dünyasında küreselleşmenin etkisiyle giderek daha önemli hale gelen bir tartışmadır. Manuel Castells, modern dünyada kimliklerin bireyselleştiğini ve artık ulusal aidiyet yerine bireysel kimliklerin ön plana çıktığını söyler (Castells, 1997). Bugün özellikle Batı toplumlarında yükselen kozmopolit kimlik anlayışı, bireyi kolektif kimliklerden koparan bir süreci temsil etmektedir. Ancak bu durum, köklü kültürlere sahip milletler için bir tehlike arz etmektedir. Çünkü bireysel kimlik ne kadar güçlenirse, kolektif aidiyet o kadar zayıflar ve toplumu bir arada tutan bağlar çözülmeye başlar.
Bu noktada Gaspıralı İsmail’in Ceditçilik hareketi, modernleşme ile milli kimliği koruma arasındaki dengeyi kurmaya yönelik bir model olarak değerlendirilmelidir. Gaspıralı, “Dilde, fikirde, işte birlik” anlayışıyla, Türk dünyasında ortak bir kimlik oluşturmanın ancak kültürel ve eğitimsel reformlarla sağlanabileceğini savunmuştur (Gaspıralı, 1883). Bugün, küreselleşme karşısında Türk dünyasının birliğini koruyabilmesi için, bu ilkenin yeniden yorumlanması gerekmektedir.
Kimliğin korunması ve güçlendirilmesi, yalnızca bir bilinç meselesi değil, aynı zamanda bir eğitim ve kültür politikası meselesidir. Pierre Bourdieu, eğitimin sadece bilgi aktarmakla kalmadığını, aynı zamanda kimlik inşasında merkezi bir rol oynadığını söyler (Bourdieu, 1979). Eğer bir millet, genç nesillerine kendi kültürel mirasını aktaramazsa, bir süre sonra o mirasın içi boşalır ve kimlik bilinci zayıflar. Bu nedenle, güçlü bir milli eğitim sistemi, sadece ekonomik kalkınma için değil, aynı zamanda kimliğin sürekliliği için de gereklidir.
Sonuç olarak, kültürel farklılıklar ve kolektif kimlik arasındaki ilişki, günümüz dünyasında ulusların geleceğini belirleyen en kritik unsurlardan biridir. Küreselleşmenin getirdiği bireyselleşme ve kimlik erozyonuna karşı koymanın yolu, ortak değerleri güçlendirmekten geçer. Tarih, dil ve kültürel miras etrafında şekillenen güçlü bir kolektif kimlik, bir milletin geleceğini güvence altına alır. Bu bilinci korumak ve geliştirmek, yalnızca bir tercih değil, aynı zamanda tarihsel bir sorumluluktur.
Kaynakça:
- Akçura, Y. (1904). Üç Tarz-ı Siyaset.
- Anderson, B. (1983). Imagined Communities: Reflections on the Origin and Spread of Nationalism.
- Bourdieu, P. (1979). Distinction: A Social Critique of the Judgment of Taste.
- Castells, M. (1997). The Power of Identity.
- Gaspıralı, İ. (1883). Tercüman Gazetesi Yazıları.
- Gökalp, Z. (1923). Türkçülüğün Esasları.
- Smith, A. D. (1991). National Identity.