Toparlarsak; maalesef gerek “tek adam rejiminin” devlet sistemimizde yol açtığı zayıflık gerekse ekonomik kriz yüzünden öyle bir haldeyiz ki, emperyalizm “Eller yukarı, teslim ol.” diyor ve Türkiye hızla “son karar anına” sürükleniyor!..
Hamas’ın saldırısı için “İsrail’in 11 Eylül’ü” benzetmesi yapıldı.
O saldırı üzerine dönemin ABD Başkanı Bush’un ne söylediğini hatırlıyor musunuz? “Bu bir Haçlı savaşıdır” dedi. Ardından “kimyasal silah ürettiği” iddiasıyla Irak işgal edildi.
NATO güçleriyle birlikte Libya’nın işgalinde de dönemin Fransa İçişleri Bakanı, dönemin Cumhurbaşkanı Sarkozy’nin bir “Haçlı savaşı”na liderlik ettiği açıklamasını yaptı.
Sıra Suriye’ye geldiğinde “Haçlı” ifadesini kullanan olmadı; ama emperyalizmin Suriye’yi üçe bölme planları ortaya saçıldı.
Bunlar niçin yapıldı? Büyük Ortadoğu Projesi’nin (BOP) gereği olarak, bölgede İsrail’in karşısına çıkabilecek güçleri bertaraf etmek için.
Bugüne geldiğimizde bir kez daha “Haçlı” anlayışı ile karşılaştık. Trump döneminde Erdoğan’la sık sık görüşüp, “havuç-sopa” yöntemini kullanan, örneğin Rahip Brunson’un kurtarılmasında başrolde oynayan Cumhuriyetçi Senatör Lindsey Graham şöyle konuştu: “Dini bir savaştayız. Ben İsrail’in yanındayım. Kendinizi korumak için ne gerekiyorsa yapın. Orayı dümdüz edin.”
Dahası; Hamas’ın saldırılarının tüm sorumluluğunu İran’a yükleyerek, “İran’ın terörü finanse etmenin bedelini ödemesinin zamanı geldi” dedi.
MHP Lideri Devlet Bahçeli’nin de önceki gün, İsrail’in Gazze’ye düzenlediği saldırılar için, “927 yılından bu yana başlatılmış bir Haçlı Seferi’nin yeni bir ruhu doğuyor” tespitini yaptığını belirtip devam edelim.
“Haçlıların” hedefinde şimdi de İran’ın olduğu ayan beyan ortada. Nereden anlıyoruz?
Daha ilk günlerde ABD Başkanı Biden’ın İran’a yönelik, “Dikkatli olun.” uyarısından… İsrail Başbakanı Netanyahu’nun, “Hamas’a vereceğimiz yanıt Ortadoğu’yu tamamen değiştirecek” sözlerinden sonra askerlerine, “Bir sonraki aşamaya hazır mısınız?” demesinden… Ve cepheyi genişletme harekâtlarının başlamasından.
Suriye ve Lübnan vurulup adeta İran’a “Gel, gel.” yapılıyor. İran da açık açık “Gazze’ye saldırıların devam etmesi halinde müdahale etmek zorunda kalacağını” bildiriyor.
HEDEFTEKİ İRAN
Tabii ki İran’ın hedef olması bugünün meselesi değil, BOP’tan beri gündemde – hem de Türkiye ile ilişkilendirilerek. Nasıl mı?
Örneğin 2005’te hazırlanan İsrail’i NATO ve AB’ye yakınlaştırma planları 2008’de, ABD Temsilciler Meclisi Dış İlişkiler Komitesi’nin Ortadoğu ve Güney Asya Alt Komitesi tarafından “Avrupa ve İsrail: Üyeliğe Doğru” başlıklı oturumda ele alınırken, “Bugün Batı’ya yönelik tehdidi, Cihadizm veya İslamcı terörizm temsil ediyor… Artık global cihad tehdidiyle savaşta NATO başlıca araç olmalı… İsrail’in güvenliğini sadece komşuları tehdit etmiyor, yeni devletsiz güçler; radikal fanatik örgütler var. İran bir başka örnek… Tahran’a, İsrail’in NATO’ya alınmasından daha güçlü bir sinyal verilemez” denildi.
O planlarda ayrıca İsrail’in ABD ve NATO üyeliği de masaya yatırıldı; AB üyeliği iyice zorlaşan Türkiye için farklı bir model üzerinde durulması ve bu modelin İsrail için de düşünülmesi gerektiği konuşuldu. Keza İsrail’in uzun vadede NATO’ya üye olması kararlaştırılırken -Türkiye’nin veto etme ihtimalini bertaraf etmek için olsa gerek- NATO’nun karar mekanizmasında değişikliğe gidilmesi öngörüldü.
Bir başka hatırlatma; BOP’u resmen ilk açıklayan isim olan ve sonrasında ABD Dışişleri Bakanlığı görevine getirilen Condoleezza Rice, ülkemizdeki 2007 seçimlerinden sonra şu değerlendirmeleri yaptı:
“Türkiye şimdi içerde yenilenme ve büyüme dönemine giriyor. Dış politikada daha büyük sorumluluklar üstleneceği bir dönem başlıyor… Irak, İran ve Suriye’ye komşu olan Türkiye’nin 2008 yılında ABD ile bağlantısı çok daha önemli hale gelecek. Türkiye bizim Geniş Ortadoğu’daki çıkarlarımız için kritik önemde. Türk yetkililerinin, dünyanın bu bölgesindeki stratejik zorluklara cevap verilmesinde katılımcı olmasına ihtiyacımız var… İran ve Türkiye arasında imzalanan gaz anlaşmasından rahatsızlık duyuyoruz. İran ile her zaman olduğu gibi iş yapmanın zamanı değil… İran konusunda Türkiye ile stratejik ittifakımızın sağlam olduğunu düşünüyoruz.”
Tüm bunlardan sonra şunları gördük:
AKP iktidarı 2010’da İsrail’in OECD üyeliğine onay verdi… 2011’de veto ettiği, İsrail’in NATO nezdinde temsilcilik açmasını da 2016’da kabul etti.
AB VE NATO KİMİN TARAFINDA?
“Türkiye’nin üyesi olduğu NATO ve ‘medeniyet projesi’ gördüğü AB ile İsrail ne alâkâ?” derseniz;
HAMAS’ın 7 Ekim’deki saldırısından sonra NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg, “İsrail yalnız değildir” derken, Komisyon üyeleriyle birlikte İsrail için saygı duruşunda bulunan Avrupa Komisyonu Başkanı Von der Leyen, Gazze’de öldürülenler için saygı duruşunda bulunup bulunmayacakları sorulduğunda ise, “Hiç zannetmiyorum, onlar Müslüman” karşılığını verdi.
Komisyon Başkan Yardımcısı Margaritis Schinas da, 27 AB ülkesinin hep birlikte İsrail’in kendini koruma hakkını savunduğunu açıklarken Türkiye’ye şu çağrıda bulundu:
“Türkiye tarafını seçmeli. AB, NATO ve onların değerlerinin yanında mı olacak? Yoksa Rusya, İran, Hamas ve Hizbullah’ı mı destekleyecekler? Tarihin hangi tarafında yer almak istediklerine karar versinler. Bu konuda net bir yanıtları olmalı.”
TÜRKIYE HAMAS İÇİN “TERÖR ÖRGÜTÜ” MÜ DEDI?
Geçen hafta Brüksel’de NATO Savunma Bakanları toplantısı vardı. Türkiye’yi Bakan Yaşar Güler’in temsil ettiği toplantıya İsrail Savunma Bakanı Yoav Gallant’ın da video konferans yoluyla katılacağı duyurulunca, iktidarı destekleyen Yeni Şafak Gazetesi, “Bu katille ne görüşeceksiniz?” başlığını attı.
Ancak o “katil”, “NATO’nun Akdeniz Diyaloğu” programı kapsamında toplantıya katıldı ve resmen İsrail propagandası yaptı.
Toplantıdan sonra Finlandiya Savunma Bakanı Antti Häkkänen, İsveç’in NATO üyeliğini onaylaması için Türkiye’ye baskı yaptıklarını açıklarken İngiliz Reuters Ajansı da bir başka iddiayı ortaya attı.
Buna göre; toplantıda Türkiye, Hamas’ın İsrail’e yönelik saldırısının “terör eylemi” olarak kınanmasına karşı çıkarak muhalif bir duruş sergilemişti.
Oysa NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg, “Tüm müttefikler İsrail’le dayanışma içinde” demişti.
Bu konuda NATO’daki Türk delegasyonu veya Dışişleri Bakanlığı hiçbir yorum yapmazken, Brüksel’de görevli Türk gazetecilere konuşan Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler, İsrail-Filistin çatışmasına ilişkin şunları söylemekle yetindi:
“NATO’nun ‘Akdeniz Diyaloğu’ ortaklık mekanizmasının bir üyesi olan İsrail’in Savunma Bakanı Yoav Galant’ın da video konferansla katıldığı ayrı bir oturum düzenlendi. Bizim hem kendi terörle mücadelemizde hem de bölgemizdeki tüm savaş ve çatışmalarda tavrımız gayet açık. Sivillere yönelik her türlü eylem ile sivil yerleşimi hedef alan her türlü saldırıları kınıyoruz.”
Bakan Güler, toplantıda “ittifakın savunma ve caydırıcılık yapısının güçlendirilmesi amacıyla yürütülen çalışma ve planları el aldıklarını”, Türkiye’nin NATO’nun komuta ve kuvvet yapısına, harekat ve misyonlarına yaptığı katkıları, ayrıca “PKK/YPG, FETÖ, DEAŞ, El-Kaide ve diğer tüm terör örgütleriyle” mücadelede “müttefiklerimizden tam destek beklediğimizi” dile getirdiklerini anlattıktan sonra da şunu kaydetti:
“Türkiye olarak NATO’ya ve Avrupa-Atlantik bölgesinin güvenliğine, geçmişte olduğu gibi, bugün ve gelecekte de kayda değer ve önemli katkılarda bulunmayı sürdüreceğiz.”
Demek ki, NATO’nun net İsrail yanlısı tavrına rağmen bile herhangi bir çatlak yaşanmamış ve NATO’ya bağlılığımız aynen sürüyor ve sürecekmiş!..
NATO toplantısındaki HAMAS’la ilgili konuya dönersek; dün bir iktidar gazetesi yazarı, iddianın “Türkiye’ye çamur atmak için ortaya atılan bir rivayet olduğunu”, nitekim NATO Genel Sekreteri Stoltenberg’in de “tüm müttefikler adına terör örgütü Hamas’ın saldırısını kınadıklarını çok açık bir şekilde söylediğini” bildirerek şu tespiti yaptı:
“Türkiye, NATO nezdinde bu tür ifadelere itiraz etmiş olsaydı, NATO Genel Sekreteri’nin tüm üye ülkeler adına yapmış olduğu açıklamaya itiraz eder, açıklama yapıldıktan sonra da protestosunu dile getirirdi… Stoltenberg’in açıklamasına Türkiye asla itiraz etmedi.”
İyi de, doğruysa, bu tavır Türkiye’nin de Hamas’a resmen “terör örgütü” dediği anlamına gelmiyor mu?!
Toparlarsak; maalesef gerek “tek adam rejiminin” devlet sistemimizde yol açtığı zayıflık gerekse ekonomik kriz yüzünden öyle bir haldeyiz ki, emperyalizm “Eller yukarı, teslim ol.” diyor ve Türkiye hızla “son karar anına” sürükleniyor!..