Geçtiğimiz 20 Temmuz; Lozan’la birlikte Türkiye’nin tapusu sayılan Montrö Antlaşması’nın 88’inci yıldönümüydü. O gün Ankara tam kadro Barış Harekâtı’mızın 50. Yıldönümü münasebetiyle KKTC’deydi. Ama orada olmak herhalde iki satırla da olsa Montrö’nün yıldönümünü kutlamaya engel değildi. Ne yazık ki; Üç gün sonraki Hatay’ın Anavatan’a katılışının ve Erzurum Kongresi’nin; Dört gün sonraki Lozan ile Ayasofya’nın camiye çevrilmesinin yıldönümlerini kutladılar da Montrö’yü hatırlamadılar!.. Tamam, “Hiçbir sene kutlamadılar ki.” denebilir. Ancak Washington’da NATO bildirisine o madde konulmuş ve Karadeniz’de savaş tamtamları bu kadar yaklaşmışken bari bu yıl yalandan da olsa Montrö’yü hatırlasalar ve hatırlatsalardı!..
9-11 Temmuz’da Washington’da NATO Zirvesi yapıldı. Zirvede ülkemizi Erdoğan başkanlığında kalabalık bir heyet temsil etti. Öyle ki, 4-5 uçakla gittiler.
İktidar medyası bu zirveyi de zafer/başarı olarak takdim etti. Söylediklerine göre; Türkiye’nin önem verdiği birçok konu sonuç bildirgesine yansımıştı. Bu bilgileri aldıkları ise “diplomatik kaynaklardı”.
Kim, “Ayranım ekşi.” der ki?!
Türkiye için zafer olarak sundukları 10 başlıktan birisi, Montrö Sözleşmesi’ne atıf yapılmasıydı. “Neymiş bu atıf?” diye baktığımızda hepi topu şunu yazdıklarını gördük:
“Türkiye’nin Montrö Sözleşmesini uygulaması ve diplomatik girişimleri sonucunda Ukrayna’ya yönelik parasal olmayan katkıların da NATO tarafından tanınması kararlaştırıldı.”
Ne anlaşılıyor? Hiçbir şey!..
Vallahi Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı’nın, sonuç bildirgesiyle ilgili yaptığı açıklama, yine pek bir şey anlaşılamasa da medya mensuplarının aktardığından daha halliceydi.
“Bildirgede, 1936 Montrö Boğazlar Sözleşmesine de atıf yapılarak, Müttefiklerin Karadeniz bölgesinin güvenliği, emniyeti, istikrarı ve seyrüsefer özgürlüğünü korumaya yönelik çabalarına destek teyit edildi.” denildi.
Bit Yeniği Var
Neyse ki, zirveden bir hafta sonra Türkiye’nin eski NATO Daimi Temsilcisi, emekli emekli Büyükelçi Ünal Ünsal T24’te konuyu enine boyuna işledi de ne olduğunu anladık.
Ünsal, NATO bildirgesinin Montrö’yle ilgili 31’inci maddesinin önce İngilizcesini yazdı, ardından Türkçesini şöyle çevirdi:
“Müttefiklerin, Karadeniz bölgesinde güvenliği, emniyeti, istikrarı ve seyrüsefer serbestliğini, uygun oldukça (uygun olduğunda) 1936 Montrö Sözleşmesini kullanma yolu da dahil olarak (Sözleşmesini de kullanarak) sürdürme amacına yönelik çabalarını desteklemeye devam ediyoruz.”
Ünsal devamında özetle şu değerlendirmeleri yaptı:
“Metinde bu cümleyi görünce afalladım. Anlamı şuydu: ‘Karadeniz bölgesinde güvenliği, istikrarı şunu bunu sağlamak için çaba harcayan müttefiklerin, bunu, gerektiğinde Montrö Sözleşmesi’nden de yararlanarak yaptıkları çalışmaları destekliyoruz.’ Hoppala! Neden gerektiğinde? Burada bir bit yeniği olmalı. Zira, Rusya açısından taşıdığı büyük önem nedeniyle ABD’nin, Karadeniz’e özel bir ilgiyle yaklaştığını biliyorduk. Montrö’deki kısıtlamalardan ve sözleşmenin uygulanması bakımından Türkiye’nin sahip olduğu yetkiden ve takdir hakkından memnun olmadığını da biliyorduk. Deklarasyondaki ifade, Türkiye’nin yetkisini ve takdir hakkını kısıtlamaya yönelikti. Neden? Zira müttefiklerin Karadeniz’de güvenliği vs.. sağlamak üzere yapacakları çalışmalarda, Rusya faktörünü önemle göz önünde bulundurarak NATO’nun çıkarlarına öncelik vermeleri normaldi. Ancak, Türkiye’nin, Sözleşmeyi dürüst ve doğru biçimde uygulaması halinde bu mümkün olmayabilirdi. Özetle, NATO belgesindeki ifadenin, Türkiye’nin takdir hakkını kısıtlamaya ve müttefiklerin Karadeniz’de NATO güvenliğini sağlamak üzere kendi kendilerine yapacakları ve tabiatıyla NATO’nun güvenlik endişelerine ağırlık veren düzenlemelere Ankara’nın Montrö’yü gereği gibi yorumlayıp uygulamak suretiyle engel olmaması yolunda yapılan bir uyarı olduğu sonucuna vardım. Aşikâr bir soru var ortada: bu belgeyi kim böyle kaleme aldı?”
Emekli Büyükelçi Ünsal’dan bir gün sonra ise Cumhuriyet’ten Mehmet Ali Güller, özellikle “seyrüsefer özgürlüğü” ifadesine dikkat çekerek şunları kaydetti:
“Oysa Montrö Sözleşmesi, tam da Karadeniz’in güvenliği için savaş gemilerine ‘seyrüsefer özgürlüğünü’ sınırlamanın sözleşmesidir. Karadeniz’de savaş gemileri için ‘seyrüsefer özgürlüğü’ yok, ‘seyrüsefer kısıtlılığı” var. Elbette bunu en iyi bilen de ‘özgür/açık Karadeniz’ isteyen ABD’dir. ABD, 75 yıldır Karadeniz’e ‘sınırsızca’ girebilmek için ‘açık kapılar’ bulma peşindedir.”
Mehmet Ali Güller, NATO’nun 14 Haziran 2021’deki bildirgesinde, “NATO, Karadeniz bölgesinde bir bütün olarak karada, denizde ve havada daha çok varlık bulundurmalıdır.” maddesinin yer aldığını da hatırlattı.
Millete “başarı” diye anlatılanın, gerçekte Montrö’ye bir çengel daha olduğu ortada.
NATO’nun Karadeniz’e Gelmesini Kim İstemişti?
Emekli Büyükelçi Ünal Ünsal, “Bu belgeyi kim böyle kaleme aldı?” diye soruyor ya; kaleme alanı bilmesek de iktidarın Montrö’ye bakışını biliyoruz.
Örneğin 11 Mayıs 2016’daki 10. Balkan Ülkeleri Genelkurmay Başkanları Konferansı’nda şu konuşmayı yapan Erdoğan’dı:
“Kısa bir süre önce Stoltenberg ülkemizdeydi, ziyareti esnasında kendisine de söyledim; ‘Karadeniz’de görünmüyorsunuz ve Karadeniz’de görünmeyişiniz Karadeniz’i adeta Rusya’nın bir gölü haline dönüştürüyor.’ Burada kıyıdaş ülkeler olarak hepimiz üzerimize düşen görevi yapmak durumundayız. Olayın gerek hava, gerek deniz, gerek kara, bütün alanlarda atılması gereken adımları NATO üyeleri olarak hep birlikte atmak zorundayız. Eğer atmazsak tarih bizi affetmez… Bu konudaki somut önerilerimizi de önümüzdeki dönemde Karadeniz’e kıyıdaş ülkelerle paylaşacağımızı da bu vesileyle ifade etmek isterim.”
Başka?
2021’de 104 emekli amiral Montrö’ye sahip çıkılmasını istediğinde, onları darbeci ilan edip şunları söyleyen de Erdoğan’dı:
“Hiç şüphesiz boğazların kontrolünü uluslararası bir komisyon yerine pek çok sınırlamayla da olsa Türkiye’ye bırakan bu sözleşme dönemin şartlarında önemli bir kazanımdır. Her şeye rağmen Montrö’nün ülkemize sağladığı kazanımları önemli görüyor ve daha iyisi için imkân bulana kadar bu sözleşmeye bağlılığımızı sürdürüyoruz… Montrö Sözleşmesi’nden çıkmayla ilgili hâli hazırda ne bir çalışmamız ne de böyle bir niyetimiz vardır. Ama gelecekte bu ihtiyaç ortaya çıkarsa ülkemizi dahi iyisine kavuşturmak üzere her sözleşmeyi gözden geçirmekten de çekinmeyiz.”
Bari Bu Sene Kutlasalardı
Şuraya geleceğiz:
Geçtiğimiz 20 Temmuz; Lozan’la birlikte Türkiye’nin tapusu sayılan Montrö Antlaşması’nın 88’inci yıldönümüydü.
O gün Ankara tam kadro Barış Harekâtı’mızın 50. Yıldönümü münasebetiyle KKTC’deydi.
Ama orada olmak herhalde iki satırla da olsa Montrö’nün yıldönümünü kutlamaya engel değildi.
Ne yazık ki;
Üç gün sonraki Hatay’ın Anavatan’a katılışının ve Erzurum Kongresi’nin;
Dört gün sonraki Lozan ile Ayasofya’nın camiye çevrilmesinin yıldönümlerini kutladılar da Montrö’yü hatırlamadılar!..
Tamam, “Hiçbir sene kutlamadılar ki.” denebilir.
Ancak Washington’da NATO bildirisine o madde konulmuş ve Karadeniz’de savaş tamtamları bu kadar yaklaşmışken bari bu yıl yalandan da olsa Montrö’yü hatırlasalar ve hatırlatsalardı!..