“1996’ya kadar bölgeyle MİT ilgileniyordu. Bu tarihten sonra TSK ilgilenmeye başladı. AKP iktidarı, Irak Türkmen Cephesi’nin başına çeşitli bağlantıları olan bir ismi getirmek istediğinde Genelkurmay, buna karşı çıkıp belgelerini de gönderince o kişi bu göreve getirilemedi. Ama bunun intikamı Kerkük ve Türkmenlerin Dışişleri Bakanlığı’nın sorumluluğuna verilmesiyle alındı. Sonrasında bölgeyle tekrar MİT’in, ardından yeniden Dışişleri Bakanlığı’nın ilgilendiğini duyduk. Şimdi kim ilgili, sorumlu belli değil.” Dış politikada niye bu kadar çuvallıyoruz, işte, ayan beyan ortada.
Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler 10 Mart’ta medyanın Ankara temsilcilerine yaptığı açıklamada; “Sayın Cumhurbaşkanımızın da ifade ettikleri gibi, sınırlarımız boyunca 30-40 kilometre derinliğinde bir güvenlik koridoru oluşturma kararlılığımız tam.” dedikten sonra “Irak sınırındaki terörü bu yaz kalıcı olarak çözeceklerini” vurguladı.
Bakan Güler şunu da ekledi:
“Biz 2 yıl önce ‘Irak ile ortak harekât merkezi kuralım’ dedik, kendileri de buna olumlu yanıt verdiler, ama henüz bu konuda bir adım atamadık. Bağdat’taki toplantıda bu konu da yeniden gündemimizde olacak.”
Yaz bitmek üzere; Irak’ın PKK’yı terör örgütü ilân edip etmediğini ve Irak’la imzalanan “Askeri, Güvenlik İşbirliği ve Terörle Mücadeleye Dair Mutabakat Zaptı”nın içeriğini konuşuyoruz!..
Kıbrıs’taki Yığınak
Dün Milli Savunma Bakanlığı’nda haftalık basın brifingi vardı. Bakanlık kaynakları, hem Irak’la imzalanan anlaşma hem de İsrail-İran arasındaki gerginliğin ardından ABD ve İngiltere’nin Kıbrıs Rum kesimine asker konuşlandırmasına ilişkin soruları cevapladı.
Kıbrıs’la başlayalım; kaynakların yaptığı değerlendirme şu oldu:
“Kıbrıs adasında son dönemde artan hareketlilik ve GKRY’nin devam eden faaliyetleri titizlikle takip edilmekte, KKTC’nin güvenliğine yönelebilecek her türlü tehdide karşı gerekli tedbirler alınmaktadır. Kim ne yığınak yaparsa yapsın, biz her türlü gelişmeyi yakından takip ediyoruz. Şuan için KKTC’nin güvenliği açısından bir sıkıntı, olumsuz bir durum söz konusu değildir.”
Birincisi; uluslararası anlaşmayla Kıbrıs’ta garantör ülkeyiz. Adamlar şimdi değil, İsrail-Filistin savaşı başladığından beri buraya yığınak yapıyor. Ama ne onlar Türkiye’nin garantörlük konumunu dikkate alıyor ne de Ankara, “Biz garantörüz; ne yapıyorsunuz?” diyor.
İkincisi; “KKTC’nin güvenliğine yönelebilecek her türlü tehdide karşı gerekli tedbirler alınıyor” imiş. Acaba ne gibi tedbirler? Sadece Yunanistan’ın Rum kesimindeki bir limanı askeri üsse çevirme kararı aldığı sorulduğunda Erdoğan’ın, “Kuzey Kıbrıs Cumhurbaşkanlığı binası, Parlamento binası inşaatı yapıyoruz. Yanında da oraya hizmet verecek gayet güzel bir mescit yapılıyor. Herhalde bu üslerden daha önemli bir şey yok. Onlar askeri üs yapıyor, biz siyasi üs yapıyoruz.” dediğini hatırlıyoruz!..
Yalanlanan O Anlaşmada Neler Var?
MSB kaynaklarının; 15 Ağustos’ta Irak’la imzalanan terörle mücadeleye dair mutabakat zaptı hakkındaki açıklamasına gelelim.
Öncelikle “bazı basın yayın organlarında yer alan anlaşma metninin gerçek olmadığını” bildirip imzalanan metnin içeriği hakkında kimi bilgiler verdiler.
MSB’nin yalanladığı sözde metin; Barzanilerin medyasının önceki gün, “Rûdaw, Türkiye-Irak arasında imzalanan ‘güvenlik zaptı’nın içeriğine ulaştı: İşte maddeler…” başlığıyla verdiği 10 madde ve çeşitli eklerden oluşan metin olmalı.
Burada, MSB kaynaklarının paylaştığı o bilgilerin yanı sıra dikkat çekici ifadeler var.
İlki; “Temel amaç, terör ve yasaklı örgütlerin her iki tarafın egemenlik, güvenlik ve istikrarına yönelik tehditlerini ortadan kaldırmaktır.” denmesi. Terör ve yasaklı örgüt ayrımına dikkat. Terör örgütlerinden kasıt muhtemelen IŞİD ve benzerleri, yasaklı örgüt de PKK olmalı. Yani bu metne göre, Irak’ın PKK’yı halen terör örgütü saymadığı anlaşılıyor.
İkincisi; “tarafların, yasaklı terör örgütleriyle mücadele ederek, bu örgütlerin bir ülkenin topraklarında diğerine karşı faaliyet göstermesini engellemeyi taahhüt ettiği” belirtiliyor.
Üçüncüsü ve asıl önemlisi; “Türk askeri güçlerinin Irak topraklarındaki varlığının sona erdirilmesi” gibi bir madde yer alıyor.
Tamam, onay süreci vs. söz konusu; ancak ortada böyle ciddi bir iddia olduğuna göre acaba yetkililerimiz, o mutabakat zaptının tam metnini paylaşmayı düşünmez mi?
Ayrıca bu anlaşma gizli olmamalı ki, imzalandıktan hemen sonra Dışişleri diplomatları, dün de MSB kaynakları medyayı epey detaylı şekilde bilgilendirdi.
10 Yıl Önceki Deklarasyon: “PKK Terör Örgütü”
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan söz konusu mutabakat zaptını, “tarihi bir gelişme” diye duyurmuştu ya; bunun gerçekten tarihi bir gelişme olup olmadığını ve Irak’ın yapılan anlaşmalara ne kadar uyduğunu görmemiz için biraz geriye gidelim.
7 Ağustos 2007’de; dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan ve Irak Başbakanı Nuri El Maliki bir mutabakat muhtırası imzaladı. Bu muhtıra, “Stratejik ortaklık temelinde, başta siyasi, ekonomik, enerji, su kaynakları, kültürel, güvenlik ve askeri alanlarla ilgili konular olmak üzere çok çeşitli işbirliği alanlarını” kapsıyordu.
7-8 Mart 2008’de, dönemin Irak Cumhurbaşkanı Celal Talabani Ankara’ya geldiğinde ilk kez Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği konseyi kurulması konusunda mutabakata varıldı.
10 Temmuz 2008’de Erdoğan Bağdat’a gittiğinde de 2007’deki mutabakat muhtırası temelinde Başbakan Nuri El Maliki ile ortak bir siyasi bildirge imzaladı. Bildirgenin “Güvenlik ve Askeri İşbirliği Alanları” başlıklı bölümünde özetle şunlar vardı:
“Her iki ülkenin, topraklarının güvenliğine saygı gösterilerek, Irak ile Türkiye’nin, Irak’tan Türkiye’ye veya Türkiye’den Irak’a teröristlerin ve yasadışı silahların geçişini önlemeye yönelik ortak çabaların desteklenmesi, ortak sınırları denetlemede Türkiye ile Irak arasındaki işbirliğinin güçlendirilmesi ve teröristler ve terörist örgütlerin mali, lojistik ve tüm diğer kaynakları dahil olmak üzere her türlü yasadışı ticaretin önlenmesi şiddet ve terörü teşvik eden tüm söylemlerin kullanımının reddedilmesi… İki ülke arasında Terörizmle Mücadele Anlaşmasının tamamlanması… Bölgeye barış ve istikrar getirecek muhtemel güvenlik düzenlemeleri hususunda işbirliği yapılması.”
Talabani’nin Ankara’yı ziyaretiyle gündeme gelen Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi’ne gelince; 10 Temmuz 2008’de kurulan bu konsey ilk kez 15 Ekim 2009’da toplandı ve tam 48 anlaşma ile deklarasyon imzalandı. 25 Aralık 2014’teki ikinci toplantısından sonra da dönemin başbakanları Ahmet Davutoğlu ve Haydar El İbadi tarafından imzalanan deklarasyonda IŞİD’le ortak mücadeleden, Türkiye’nin Irak güvenlik güçlerini eğitmesinden söz edildikten sonra şöyle denildi:
“Türkiye ve Irak, PKK terör örgütünün oluşturduğu tehdide karşı işbirliğini sürdürecektir.”
Buyurun; 10 yıl önce PKK için “terör örgütü” denilmişken, şimdi “yasaklı örgüt” ilân edilmesine seviniyoruz!..
Filme Çeken Kubat Değil Bafıl Talabani’ymiş
Kadim Türkmen kenti Kerkük’e illegal şekilde KYB’li bir ismin vali olarak atanması üzerine 13 Ağustos’ta kaleme aldığımız “Çuval hâlâ başımızda” başlıklı yazıda; ABD’nin 4 Temmuz 2003’te Süleymaniye’deki askerlerimizin başına çuval geçirmesinin sebebini vurgularken, o rezaletin şimdilerde Ankara’nın yakın dostu Kubat Talabani tarafından videoya çekildiğini anlatmıştık.
Bunun üzerine bizi arayan ve o dönem Irak’ın kuzeyinde görev yapan bir komutan, herkesin 21 yıldır böyle bildiği videonun failinin Kubat Talabani değil, ağabeyi ve şimdi KYB’nin başında olan Bafıl Talabani olduğunu açıkladı.
Daha o dönemde Bafıl Talabani’nin bugünler için hazırlandığını, çuval olayından sonra da korunması amacıyla İngiltere’ye gönderildiğini ve kendilerinden videoya çekenin Bafıl Talabani olduğunun açıklanmamasının istendiğini, ancak Genelkurmay’a gönderdikleri raporlarda Bafıl Talabani’nin ismini verdiklerini anlattı.
Kerkük TSK’dan Niye Alındı?
Aynı yazımızda çuvalın sebebinin, Kerkük ve Türkmenlerle TSK’nın ilgilenmesinden duyulan rahatsızlık olduğunu, nitekim olaydan sonra bölgeye artık Dışişleri Bakanlığı’nın bakmasının kararlaştırıldığını belirtmiştik.
Ayynı komutan, bu konuda da şu ilginç iddialarda bulundu:
“1996’ya kadar bölgeyle MİT ilgileniyordu. Bu tarihten sonra TSK ilgilenmeye başladı. AKP iktidarı, Irak Türkmen Cephesi’nin başına çeşitli bağlantıları olan bir ismi getirmek istediğinde Genelkurmay, buna karşı çıkıp belgelerini de gönderince o kişi bu göreve getirilemedi. Ama bunun intikamı Kerkük ve Türkmenlerin Dışişleri Bakanlığı’nın sorumluluğuna verilmesiyle alındı. Sonrasında bölgeyle tekrar MİT’in, ardından yeniden Dışişleri Bakanlığı’nın ilgilendiğini duyduk. Şimdi kim ilgili, sorumlu belli değil.”
Dış politikada niye bu kadar çuvallıyoruz, işte, ayan beyan ortada.