Namık Kemal’in vatan ve millet telakkisi aynı gerekçe zemininden bu sefer Osmanlı projesinin aradan çıkarıldığı daha eski zamanlara gidilerek, mitolojiden de nefes alan yeni Türklük coğrafyasına dönüştürülüyordu. Ama yaşanmış en az altı yedi asır, toplam bin yıllık İslam macerası nasıl boşlanabilirdi. Yeni aydınlar arasından yine Ziya Gökalp bu sorunun farkına varıp bunu da “üçleme” ile giderebileceğini düşünmüş olmalıdır: Türk milletindenim, İslam ümmetindenim, Batı medeniyetindenim. Türkleşmek, İslamlaşmak, muasırlaşmak.
‘Patriot’ / Vatan
- yüzyılın tamamı ve 20 yüzyıl başları, Osmanlı’nın savaşlarla tecavüzlerle çok sıkıştırıldığı bir dönem olarak Batı’daki “patriot” karşılığı vatan telakkilerine uyumlu olmağa çalışan ve millet karşılığında da yine ona müstenit sosyolojiler kurgulayan aydın tepkilerine veya hazırlıklarına sahne oldu. Bu kaçınılmazdı. Zaten Namık Kemal, Fransız Devriminden sonra dünyayı değiştiren yeni fikirleri Osmanlı Türk yeni devrimci kuşakları için yorumlamış sonraki kuşakların fikir babası olmuştu. Üç tarz-ı siyasetin bütün yapılanmaları “elde avuçta kalan son vatan coğrafyasını müdafaa etme” amacı taşıyordu. Her üçü de bir millet ve vatan telakkisi etrafında devleti koruma ve kollama iradesi ortaya koyuyordu. Kâh Yemen’de, Galiçya’da, Girit’te, Balkanlar’ın her yerinde savaşıyor; kâh Batı Türk imparatorluğunu Doğu Türk imparatorluğuna kaybedebilir miyiz diye de Orta Asya’ya yollanılıyordu. Vatan Türkistan’a, Turan’a kadar uzanıyor; Hicaz’dan, Yemen’den toplumu derinden sarsacak türkülerle dönülürken yaşanmamış bir tarihe, bir simülasyona başvuruluyordu. Mümkündür ki, soy, dil, din faktörlerinin tamamı bakımından birlik arz eden coğrafya, bir yeni millet ve vatan tasavvurunu inşa edebilirdi. Milliyet umdeleri arasında kültürün coğrafyayı vatanlaştırması diğerlerine galebe çalmaya başladı.
Ziya Gökalp bu tasavvur için yeni sosyoloji, yeni medeniyet ve yeni ülkü kurguluyordu: artık vatan daha büyük bir birlik projesinin zeminidir:
“Vatan ne Türkiye’dir, Türklere ne Türkistan
Vatan büyük ve müebbet bir ülkedir: Turan.”
Namık Kemal’in vatan ve millet telakkisi aynı gerekçe zemininden bu sefer Osmanlı projesinin aradan çıkarıldığı daha eski zamanlara gidilerek, mitolojiden de nefes alan yeni Türklük coğrafyasına dönüştürülüyordu. Ama yaşanmış en az altı yedi asır, toplam bin yıllık İslam macerası nasıl boşlanabilirdi. Yeni aydınlar arasından yine Ziya Gökalp bu sorunun farkına varıp bunu da “üçleme” ile giderebileceğini düşünmüş olmalıdır: Türk milletindenim, İslam ümmetindenim, Batı medeniyetindenim. Türkleşmek, İslamlaşmak, muasırlaşmak.
Bu proje de Enver Paşa’nın büyük bozgunundan sonra akamete uğrayınca reel-politik zemin öne çıkmağa, “Misak-ı Milli sınırları içindeki vatan ve millet neyimize yetmiyor?” denilmeğe başlandı. Ziya Gökalp de artık Turan’dan Türkiyeci tezlere bizatihi kendi sergüzeştinde erişti. Bu arada aydınlarda ve özellikle daha çok yorulmuş bulunan ve daha çok bütün modernleşme çabalarının öncü gücü olmuş olan Ordu muhitinde “Yemen’de Galiçya’da ne işimiz vardı?” denilmeğe başlanmıştır. Turancı hevesleri bir ara duymuş bulunan çevreler bile vatanın emperyal vizyona dayanması tezlerine artık sıcak bakmamağa; kendi aydın macerasından ağır tenkitlerle kaçmağa başlamışlardır. Artık Osmanlıcılık da İslamcılık da Türkçü Turancı tezler de büyük gelmeğe başlamıştır. Bugün bir takım sivil asker aydınların çıkıp da o geniş vatan coğrafyasından neredeyse iğrenerek bahsetmeleri veya geniş vatan telakkisi terennüm edenlere şüpheci nazarlarla bakmaları biraz da bu tarihî tecrübenin yarattığı ve sonraki nesillere yüklediği korku genleriyle alâkalıdır.
Vatan Tehlikede-Müdafileri Nerede
Vatan tehlikededir ve vatanın selameti onun davasına adanmışların gayreti ile doğrudan alakalıdır. Vatan kavramı mücerret bir fikir olduğu kadar müşahhas bir yuvadır. Bizi besler, doyurur, her türlü üretim mekanizmasının vasatını hediye eder. Vatan üzerinde yaşayan topluma mücerret bir fikir ve müşahhas bir zemin olarak üç direğini el’an hatırlatır. Bu üç temel direk olmadan vatan kavramının ayakta durması mümkün değildir. Vatanın müdafii de bu üç kavram dinamiğine müsteniddir.
Bunların başında hürriyet kavramı gelir. Hürriyet olmadan vatan olmaz. Vatan toprağı üzerinde yaşayan ve ona aşkla bağlanan insanın/toplumun gerçek anlamda hür olmadan / hür olduğunu hissetmeden aşkını terennüm etmesi zordur. İnsan/toplum, hangi toprakta kendini hür hissediyor ve nerede kendini bulabiliyorsa onun vatanı orasıdır. Vatanın mücerret bir fikir olarak kehkeşanlara erişebilmesi hürriyet bahşetmesi ile doğrudan ilgilidir. Vatan şairi Namık Kemal’in aynı zamanda hürriyet şairi olması boşuna değildir. Vatan ve hürriyet birbirine ne kadar uzak düşerse vatan o kadar tehlikededir. Bir ülkede vatan müellifleri ile hürriyet müellifleri arasında uçurum varsa o vatan mücerret fikir kaynaklarıyla müşahhas vatan potansiyelini buluşturamamış demektir. Vatancılar, milliyetçiler hürriyet bahsine soğuk durdukça gerçek anlamda vatansever ve milliyetperver olamazlar. Vatan savunmasının yüksek bir davaya kanatlanabilmesi için milliyetçilerin herkesten fazla hürriyetçi olmaları zarureti vardır.
Özgürlükçü olmayan, vatanı imar etme hedefi olmayan, çevreci olmayan yani vatanı bir kavramsal inşa olarak yüksek bir fikir olarak yorumlayıp içselleştiremeyen bir milliyetçilik her türlü yönlendirmeye açıktır. Yani kendi milletine ve vatanına bile karşıt konuma getirilebilir.
Vatanın ikinci temel direği, kavramsal arka-planı ölüm anlayışında yatar. Ölüm ve ölümden sonra diriliş bahisleri vatan toprağı ile insanın hamuru arasında gizlenen korrelasyon katsayısı vatana olan derin bağlılığın da işaretidir. Vatan, eğer uğruna ölen varsa vatandır. Vatan müdafiilerinin hem vatan nutukları çekip hem de vatan uğruna ölümü göze alamamaları vatanın bu direğinin çürüklüğüne delalettir ve böylesi bir direğin yokluğu yıkımı kaçınılmaz kılar. Başına çuval geçirilen müdafileri vatan toprağı kabul etmez. Vatancıların milliyetçilerin bizim işimiz var vatan için nutuk çekeriz, adam döveriz ama vatan için ölümü göze alamayız. En azından şu sıra alamayız demeye hakları yoktur. Hakları vardır da şehadet gibi bir payeyi zillet içinde yaşamaya tercih etmediklerinden vatanın onlara karşı derinden derine geliştireceği tepkilere de hazırlıklı olmak keyfiyetleri bulunmaktadır. Ölümden sonra dirilişe inanmayanlar, vatan uğruna ölmekle vatan toprağının kendinden sonraki insan kaynağını vatan hamuruyla yoğurup şerefli gelecekler hazırlayacağını düşünemezler. Cenneti değil de zilleti tercih edenlerin evlatları çok daha ağır zillete hazırlanmalıdır. Bunda da babalarının kapıldıkları meskenetin payı vardır. Ölümü göze alan ve ölümden sonra dirilişe inanan insan hamurunun vatan toprağına göz dikenlere en büyük korku ve ürperti verdiğini söylemeğe ne gerek var? Zillete rıza gösterme eğilimi her açıdan hissedilir ve böylesi insan/toplum üzerinde yeni zulüm projeleri inşa etmek kolaydır.
Üçüncü direk imar kavramı etrafındadır. Vatanı imar etme peşinde değil de işgal etme hırsında olan insan/toplumların orada vatandaş olmaları kabil değildir. İşgalcinin ilanihaye vatanın hamurundan olduğunu ileri sürmesine ve onun üzerinde hak iddia etmesine imkan yoktur. Kıyıları, ormanları, şehirleri işgal edilmiş ve hiçbir ölçü tanımadan sömürülmüşse vatan ile işgalcinin hayırhah bir münasebetinden bahsedilemez. İşgalciyi ergeç toprak safra atar gibi atacak, ona bereketinden yeni payeler kazandırmayacaktır. Başkaları bire bin alırken bire otuz almayı sürdürmek, toprağın verimliliğini artırmak için ona gözü gibi bakmamak, istediği gibi sürüm yapmak, istediği gibi tarım yapmak, istediği gibi inşaat yapmak hakkını kendinde görenlerin bu zulmüne tarih ve toprak elbette menfi bir cevap verecektir. Bugün Türkler sözde vatan telakki ettikleri topraklarda sanki geçici bir hevesleri varmış da birazcık sömürdükten sonra terk edeceklermiş gibi duruyorlar. Sanki gerçekten burasını vatan kabul etmemiş gibiler. Birisi gelecek de onları buradan sürecekmiş gibi bir imar anlayışı ortaya koyuyorlar. Söylem mirası bakımından vatana sahip çıkacaklarına dair tarihten gelen bir laf mirasına sahip olmakla birlikte fiiliyatta imar gayretinden olumlu bir eser görülemiyor.
Meralar, tarım arazileri, ormanlar amaç dışı kullanılıyor; su havzaları betonlaştırılıyor ise yarınki nesiller ve vatanın istikbali düşünülmüyor demektir.
Devam Edecek