Dr. Lütfü Şahsuvaroğlu
Dr. Lütfü Şahsuvaroğlu

Vatan ve Milliyetçiliğin Tarihsel İlişkisi – 3

featured

Su Savaşları gündeme gelip hakkında bir de kitap yayınlanmasının üzerinden çeyrek asra yaklaşan bir zaman geçti. Su savaşları için küresel güçler, yeterli potansiyelin oluştuğunu düşünseler de, bölgede bir ‘Su Barışı’ ihtimali, bazı su forumlarında değerlendirildi. Benim çerçevesini çizdiğim kâmil anlamda bir Su Barışı değildi bunlar elbette ama hiç yoktan iyiydi. Gerçek bir su barışı için ne yazık ki hem siyasi irade, hem de gerekli bağımsızlıkların bulunmadığı söylenebilir.

Türkiye zamanında bir Ortadoğu Birliği gerçekleştirseydi elbette ki küresel güçler gerek Irak’ta gerekse Suriye’de bu kadar iştah açıcı hadnaşinas girişimlerde bulunamayabilirlerdi.

İsrail’in güvenliği; elbette ki, bütün batının bizzat kendi güvenliği gibi algılanır. Bölgede İsrail’i de içine alan bir Su Barışı tesisi Avrupa Ekonomik Topluluğu sürecinin ve orada devreye sokulan aklın içinden süzülen doğru yaklaşımlar ve benzeri uygulamalarla Büyük Ortadoğu Projesi sonucu yıkıma giden İslam ülkelerinin düştüğü zilleti en azından geciktirirdi.

Ne yazık ki, İslam ülkelerindeki iktidarlar ektiklerini biçer durumdalar.

Görüyoruz ki bu konuda bir pişmanlık ve nedamet hissi de taşımıyorlar.

Mesela Sayın Davutoğlu Suriye politikaları üzerine yapılan eleştirilerin hiçbirine katılmadığı gibi asla pişman olmadığını da ısrarla vurguluyor.

Fakat vicdan sahipleri stratejik derinliğin bir stratejik körlük veya benim ifademle bir ‘aşırı kendine güven’ sergüzeştliği olduğunu kabul ediyorlar.

Su Savaşları gündeme gelip hakkında bir de kitap yayınlanmasının üzerinden çeyrek asra yaklaşan bir zaman geçti. Su savaşları için küresel güçler, yeterli potansiyelin oluştuğunu düşünseler de, bölgede bir ‘Su Barışı’ ihtimali, bazı su forumlarında değerlendirildi. Benim çerçevesini çizdiğim kâmil anlamda bir Su Barışı değildi bunlar elbette ama hiç yoktan iyiydi. Gerçek bir su barışı için ne yazık ki hem siyasi irade, hem de gerekli bağımsızlıkların bulunmadığı söylenebilir. Böylece 2019 yılına gelindiğinde bahsettiğimiz su barışı projeleri için gerekli performans ortaya konmadığından İngiliz – Yahudi medeniyeti,, hercümerç içindeki Ortadoğu’ya iki aşamalı müdahale etti. Bunlardan ilki Büyük Ortadoğu Projesi ve Arap Baharı idi. Ortadoğu ülkeleri bir elli yıl kadar yönetilemez duruma düşürüldüler. Arap baharı ile demokrasi beklentileri ise daha büyük karışıklıklara sebep olmaktan başka bir işe yaramadı. Türkiye eş başkanlık hülyalarına kapılmışken Suriye bölündü. Suriye iç savaşı sonrasında Irak’ın kuzeyinde daha evvel oluşturulmuş olan de-facto Kürt devletinin batıdaki devamı Suriye Kürdistan’ı devreye sokuldu. Her ikisinin birleşmesi sonucu Büyük Kürdistan’ı sahneye sürmemek için ABD ve İngiliz-Yahudi medeniyetinin niçin bahanesi olsundu ki?

Sonunda İsrail, Golan Tepeleri’ni işgal etti. Yıllardır fırsatını kolladığı ve planını sinsice yürüttüğü bir işgaldi bu.

Golan Tepeleri’nin işgali, Türkiye’nin en zayıf hükümetleri sırasında bile gerçekleşmeyecek bir atılımdı. Türkiye’de İslamcı gelenekten gelen iktidarlar mevzubahisti ve İsrail, tarihinin en cüretkâr adımlarını hem Golan’da, hem Filistin’in her yerinde atmaya başlamıştı.

Malumdur ki Golan Tepeleri, bölgenin diğer mıntıkalarından daha ziyade su zengini bir yerdir. İsrail ise dünyanın en su kıtı ülkelerinin başında gelir. Su kaynaklarına öteden beri erişmek ve hâkim olmak isteyen İsrail için Golan Tepeleri vazgeçilmeyecek bir yerdir. Yarmuk sularının İsrail’e bırakılması, Suriye’nin ise Türkiye’den su talep etmesi öteden beri ABD’deki Arap-Yahudi su uzmanlarının ortaklaşa stratejileri arasındaydı zaten. Bu nedenle önceleri sahneye konan Arap taleplerinin arkasında İsrail’in olduğunu ileri sürmemiz boşa değildi.

Şimdi İsrail çok daha açıklıkla su rejimini ve yönetimini hayata sokuyor. Türkiye ise Suriye politikasını henüz netleştirmediği gibi başına çok büyük bir göç belası açtı. Artık AB uyum politikalarını bile takip etmeyen bir Türkiye var ve Avrupa açısından da Türkiye ‘Uluslararası Göçmen Kampı’ndan ibarettir.

Şimdi Su Savaşları senaryolarının yirmi beşinci yılına yaklaşırken Su Savaşları ve Su Yönetimi üzerinde eski bilgilerimizi gözden geçirmenin vaktidir.

Bu birinci kitaptan sonra da Su Politikaları ile Su Yönetiminin stratejik uyumunu masaya yatırmaya çalışacağız..

Keşki devlet adamlarımız 1995’ten beri uğraşıp durduğumuz Su Yönetimi, Türkiye Sulama Raporu, Ortadoğu Su Barışı, Su ve Toprak Kaynakları Strateji Yönetim ve Eylem Planı adındaki çalışmalarımızı tetkik edebilselerdi. Keşki dış politika ve güvenlik stratejileri konusunda Ortadoğu’nun sorunlarına devlet adamlarımız ve uzmanlarımız salt askerî bir strateji ve terör meselesi olarak konuya yaklaşmasalar…

Tarım olmadan, su ve toprak yönetimi olmadan, bölgenin asıl insan ve değer kaynakları harekete geçirilmeden hiçbir strateji başarıya ulaşamaz. Küresel aklın fevkinde bir Ortadoğu kalemi ve kavramsal inşası meydana çıkarmak vazifemiz olmalıdır.

Tarihinin hiçbir döneminde olmadığı kadar sıkıştırılan ülkemizde ne yazık ki bir devlet aklından da bahsetmek ve gerek savaşlar ve terör belası, gerekse bölgesel ve küresel göç olgusu ile gıda krizi ve iklim değişikliklerinin ortaya çıkaracağı kuraklıklar ve diğer afetler karşısında bir milli strateji ve plandan devleti yönetenlerde bir emare görmek mümkün değildir.

 

Devam Edecek

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Zafer Partisi
Zafer Partisi
Giriş Yap

Haberiniz.com.tr ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!