Dr. Lütfü Şahsuvaroğlu
Dr. Lütfü Şahsuvaroğlu
  1. Haberler
  2. Yazarlar
  3. Görev Sorumluluğu

Görev Sorumluluğu

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Bu metin, Dr. Lütfü Şahsuvaroğlu’nun “Görev Sorumluluğu” başlıklı yazısından alıntılar sunarak, özellikle Eğin (Kemaliye) ve İliç gibi bölgelerdeki vahşi madenciliğin yol açtığı çevresel yıkıma karşı duyulan derin rahatsızlığı ifade etmektedir. Yazar, Nihat Genç’in bölge tasvirlerini anarak başlar ve maden şirketlerinin su kaynaklarını tehdit etmesiyle ortaya çıkan toplumsal çöküşü eleştirir. Ayrıca, metin bu yıkıma zemin hazırlayan kötü yönetimi ve değerlerin aşınmasını vurgularken, geçmiş nesillerin Sivas-Erzurum demiryolu inşası sırasındaki fedakarlıklarını ve çelik azmini, özellikle intihar eden mühendis Yahya Bey örneği üzerinden onurla karşılaştırır. Son olarak, metin maden kazalarında hayatını kaybeden işçilerin acısını ve Soma’daki facia ile ilişkilendirilen şirketlerin sorumluluğunu, bir madenci babasının duygusal şiiri aracılığıyla okuyucuya aktarmaktadır.

 

Karadeniz’i ve dağlarını pek doğal içinden bir sesle tasvir eden bizim Nihat Genç’in yazarlığının en güzel yazılarından biri benim atalarımın bir kısmının memleketi Eğin (Kemaliye) hakkındadır.

Bunu kendisi de söylüyor: “Erzincan’ı çocukluğumdan beri bilirim, kamyonla otobüsle ne çok geçtik, 70’li yıllarda sahipsiz atlar yılkı ne çok vardı, dere boylarında ilk defa orada gördüm!

Her tepesi vadisi ferahlık veren binlerce manzara!

Dik yamaçların ortasından akan Karasu-Fırat-kızgın bunalmış ruhunuzu ve binlerce köyü besleyerek temizleyerek salına salına akıverir!

Sarıçiçek yaylasını unutmam mümkün mü ve dibinde insana sarhoşluk veren keçilerin bile geçemediği granit tepeler, yazarlığımın en güzel yazılarından birinde Eğin’i anlatmıştım!

Ve her sokağından şifalı adı verilmiş kutsal bir saygı gören meşhur sular akan Eğin-Kemaliye! Karasu’nun yanı başında Anadolu’nun en şirin kasabası!

Ve türküleri Kemaliye’nin, Anadolu’nun en büyüleyici kasabası!

Maden şirketleri Eğin’in-Kemaliye- suyunu kesecekler dendiğinde bu deliliği aklım almadı, nevrim döndü, bu zehir zıkkım kıyamet nereye kadar sürecek!”

Vahşi madenciliğin en acımasızı ülkemizde yapılıyor. Kendi ülkelerinde sıkı mevzuat nedeniyle yapamadıklarını Türkiye’nin kötü yönetilmesi yüzünden burada rahatlıkla yapabiliyorlar. Sadece kötü yönetişim ve eksik mevzuatlar mı bu cüreti onlara veriyor? Yani siyasileri beklentilerini karşılayıp ülkeleri aleyhine yanlış kararları aldırmaları yüzünden mi oluyor bütün bu zehirlenmeler? Elbette nesiller arasında meydana gelen uçurumlar da buna ortam hazırlıyor. O enfes doğa insanı kendine çekeceğine megakentlere itiyor, oralarda üç kuruşluk hayatları için insanlar toprağından kopuyor. Giderek merasına, ormanına, suyuna toprağına yabancılaşıyor ve hadsizlerin çok kazanma hırsı az kazanma hırsında olanları da kendine ram edebiliyor.

Şimdi aynı topraklarda bundan üç dört nesil önce yaşayanların ve yaşananların hikâyesini anlatmaya çalışacağım.

İliç’te, Şebinkarahisar’da, Develi’de ve giderek maalesef yurdun hemen her yanında meraları, ormanları, zeytinlikleri, su ve toprak kaynaklarımızı ya yok ederek ya da zehirleyerek çalıştırmak zorunda olduğu bölge insanlarını verdikleri maaş karşılığında şirketlerinin handiyse PR uzmanları haline getiren, halkının güvenliği ve vatanın selameti için görev yapan candarmayı bile kapı bekçisi sanan bu hadsiz ve vahşi madenciler, tabii ki arkalarındaki siyasi yerel ve küresel güce dayanmıyorlar sadece

Mantalite değişmiş, değerler manzumesi tarumar olmuş

Çabuk ve kolay yoldan para kazanma peşinde nice mankurtlaşma alametleri nesilleri kemiren en tehlikeli bir illet değil mi?

Oysa böyle değildik…

İliç’teki vahşi madenciliği protesto ettiğimizde bizi ya hissiz bakışlarıyla ya da işine engel olmuşuz gibi nefretle olmasa da rahatsızlık veren yüz hatlarıyla karşılayanların bir kısmının dedeleri, bir kısmının da babalarının dedeleri oralarda neler yapmışlardı bir zamanlar?..

Divriği hısımlarımızın bir kısmının soyadı Çalapverdi’dir. Ziya Çalapverdi halamın kocası. Oğlu çok çalışkan bir madenciydi. Ömrünü yeşil madenciliğe adadı. Yerli ve millî bir madenciydi her ne kadar bu iki kavram bugün pek iğdiş edilmiş olsa da… Üstüne bir de devrimciydi. 68 kuşağından idi Şükrü Çalapverdi.

Çok erken veda etti hayata.

Geçenlerde Nihat’ı da Şükrü Abiyi de çok seven ve evinde onlarca kez ağırlayan, kendi evlatlarından ayırmayan annemle Nihat’ı ve Şükrü abiyi konuştuk. Bir insan nasıl devrimci, ya da nasıl ülkücü olur? Bu, anneme göre, vatanın suyunu ve toprağını sevmek ve çok çalışmakla olur.

Mesela” dedi, burnunda oksijen makinası (concentrator)’dan gelen ince silikon hortumlar olduğu halde; “mesela tren İliç’e geldiğinde o demiryolunu inşa edenler… Yalçın kayalar, aşağıda Fırat deli akar, oralardan geçen dağları yaran, arasından kıvrılan hatlar…”

Yahya Bey vardı; abisiyle birlikte dağları delerek tren yolu geçiriyor, rayları döşüyorlar...

Zorlukla nefes alıyor annem; kanına oksijen gittiğinde hafıza canlanıyor.

Dağ çökmüş… çöküyormuş işte, oysa başka yerden geçebilirmiş o yol… bakmış yetişmeyecek kafasına sıkmış, intihar etmiş… abisi gelip onu o halde görünce… tu demiş sen bu kadar da mı acizdin

Bunlar, orada çalışan işçiler Kuruçay’dan abimin dükkanından alışveriş ederlerdi. Erzaklarını alırlardı. Abim anlatırdı. Yahya Beyin ölümüne işçileri çok ağlamış… abim anlatırken biz de ağlardık…, çok zülürdük…”

O zamanlar on yaşlarında bir çocukmuş annem…

Canlı tarih olan annemin anlattıklarını bakın İhsan Çalapverdi Sivas Erzurum Demiryolu İnşaası 1933-1939 adlı çalışmasında nasıl anlatıyor:

SİVAS ERZURUM ARASI DEMİRYOLUNUN TARİHÇESİ

548 Km uzunluğunda bulunan SİVAS-ERZURUM demiryolunda tünellerin sayısı 131 ‘dir. İçlerinde 1076, 1330, 720, 930 m uzunluğunda olanlar ile birlikte bu tünellerin hepsi 26.885m uzunluğundadır. Açılmış bir tünelin metresinin vasat bedeli 400TL olduğuna göre Cumhuriyet Nafiası SİVAS-ERZURUM demiryolunun yalnız tünelleri için inşaat bütçesinden 10.754.000TL ödemiştir. SİVAS-ERZURUM yolunun güzergahı tabiatın en çetin boğazlarından dolaşmakta ve Fırat, Çaltı, Karasu gibi birçok taşkın suları aşmakta bulunduğundan inşaat faaliyetleri çok çetin mücadelelere sahne olmaktadır. Fakat çetin ve müşkül işleri başarmak için doğmuş olan TÜRK’ün çelik azmi, dinamik enerjisi bu mücadelelerden daima muzaffer çıkmıştır. DİVRİĞİ, İLİÇ ve KEMAH geçilmiş ve nihayet ERZİNCAN Garı’na girilmiştir. SİVAS-ERZURUM hattı güzergahı CÜREK, DİVRİK, ATMA, PİNGEN, KEMAH gibi çok çetin boğazları dolaşırken büyük sular hırçın nehirler üzerine kurulmakta olan demir ve beton müteaddit köprülerden ve viyadüklerden geçmektedir.

SİVAS-ERZURUM güzergâhının umumi istikameti hakkında biraz izahat ve malumat vermek gerekirse; SİVAS’tan başlayarak ilerleyen güzergâh 180 km’ye gelince arıza ve müşkilatı ile tanınmış olan CÜREK Boğazı’na girer. CÜREK Boğazı, mühim geçitlerden biridir. Bu geçit DİVRİĞİ ile güzergâh arasında CÜREK Boğazı’ndan bir hayli zorluklarla çıkan güzergâh ÇALTI Boğazı’na dahil olur.

ÇALTI Boğazı’nın 3500m uzunluğunda 24 tüneli, 14 muhtelif köprü çetin mücadelelerle aşıldıktan sonra PİNGEN Boğazı’na girer. PİNGEN Boğazı güzergahın arıza meşhesinden biridir. 212+500 km.’ler arası bu boğazın en büyüğü Sivas Erzurum Demiryolu İnşaası 1933-1939 650m’yi bulan tünel uzunluklarının tamamı 1400m.’dir. Yamaçları, korkunç uçurumları gözleri karşıya baktığında en cesur adamı bile cüret ve cesaretini bu boğazın heybeti, yüksek azmi çelik ile fennin dinamik enerji tatbikatı ile delik deşik edilmiş büyük zorluklar içersinde yarılmış ve yırtılmıştır. Ancak yamaçlarına tırmanılmaz, uçurumlarına sarkılmaz, eteklerinde dolaşılmaz, sağa sola bakılmaz olan bu boğaz bugün Cumhuriyetin yüksek iradesi ile tamamen ezilmiş, parçalanmış istenilen şekle sokulmuş ve nihayet ancak kuşların uçabildiği boğazdan Cumhuriyet lokomotifleri zafer düdükleri çalarak mağrur ve muzaffer yürüyüşlerini arkasına taktığı vagonlarla geçmekte bulunmuştur. BAĞIŞTAŞ ve İLİÇ mıntıkasında bize göre zorlu sayılamayacak ufak tefek engeller düzeltilerek İLİÇ Çıkışında bulunan 835+634 km’deki 76 no’lu tünelin yapımında birkaç defa kayma ve çökmeler olmuş bazı işçiler tünel altında kalmıştır. Tünelin teslimi yaklaşmasına rağmen istenilen noktaya gelinmemiş, yapım mütahidi Yahya EDÖLEN Bey Nafia yetkililerine başvurarak gecikme nedenini arz edip ek süre ister. Aldığı cevap ise yolun istenilen süre içerisinde tamamlanması olur. Bunun üzerine çalışmalarını hızlandıran Yahya Bey göçük altında kalan işçilerden ve zamanında tüneli teslim edemeyeceğinden kendisini sorumlu tutar ve odasında intihar eder.

Yahya Bey’in mezarı tünel motifli bir anıt mezara layık görülür. İLİÇ’in İstasyon Mahallesi’nde bulunmaktadır. ATMA Boğazı’na girildi. Bu boğaz güzergaha geçit vermeyecek sanılmaktadır. Bu boğazın Şeytan Köprüsü Geçiti ise çelikten yapılmış bir set gibidir. Bu geçit de FIRAT nehri 4,5m’ye kadar daralmaktadır. Fakat 14km uzunluğu olan bu boğaz, fen heyetlerini zor durumda bırakacak şekilde görülmesi yolun başka yerlerden geçirilmesi arayışına sokmuş, bu durum ANKARA’ya bir telgrafla bildirilmiş, ancak Nafia Vekili Ali ÇETİNKAYA’dan gelen cevap “Bir işçi yediği ekmek kadar taş koparabiliyorsa yolunuza devam edin…” olmuştur. Çünkü nizamlarını ve şaşmaz programlarını uygulamaya sokan Cumhuriyet Hükümeti’nin projesi öyle çizilmişti. Hele 7 km.lik bir mıntıkanın hazırlanması o kadar müşkül olmuştu ki hemen hiçbir yerde yapılmayan ameliyatlar orada yapılmış fen heyetleri bu ameliyatları göz önüne alarak bu boğazları yarıp akan sular üzerinde ancak sallarla dolaşmak sureti ile tetkiklerini yapabilmiştir. Boğazın 255.km.sinde ATMA Boğazı’ndan sıyrılıp çıkan güzergâh KEMAH Boğazı’nda bir savaştan muzaffer çıkan ERZİNCAN Ovası’na dalar ve ERZURUM’a ulaşmak için bu ovayı boylar. 14km uzunluğundaki ATMA Boğazı mıntıkasında; İnsan gücüyle, 263000 m mikap (metreküp) hafir (kazı), 876m uzunluğunda 6 adet tünel, 22700 m mikap tahkimat işlemleri yapılmıştır.

Bu korkunç boğazlarda tetkikat yapabilmek ve inşaatı yürütmek hayli müşkül olmuştur. Her şeyden önce tetkiklerini yapacak mühendislerin ve inşaatı yapacak işçilerin iş mıntıkalarında yaya yürüyebilmelerini temin etmek lazımdı. Çünkü ATMA Boğazı’nın iki tarafı kayalık ve sarp yamaçları tamamen dik ve 300m kadar yükseklikte olduğu gibi boğazda bazı yerlerde 20m’ye kadar dağılmaktadır. 30-40 m’lik bir mesafeyi yürüyebilmek için en az üç kere sağa sola sapmak yukarı aşağıya sarkmak zaruri olmuştur.

Bir hayli uğraştıktan sonra önceleri ancak bir metre genişliğinde bir yaya yolu açılabilmişse de sonraları tabiri mahsusi ile kuş uçup kervan geçmediği bu korkunç boğazlar fen heyetlerine işçi ve amele gruplarına şehrah hale getirilmiştir. Bugün artık trenlerimiz emniyetli, selametli ve muzafferhane, bu boğazlardan geçmektedir.

Hatırlarsanız Osmangazi Köprüsünde çalışan bir Japon mühendis de intihar etmişti. Oysa ondan hesap soran olmamıştı, olayda ölen ya da yaralanan da. Ama o yaptığı işteki hatayı görünce kendini bağışlamamıştı. Kishi Ryoichi, köprü halatının kopmasından kendisini sorumlu tutarak 21 Mart 2015 günü hayatına son verdi.

Sonradan anlaşıldı ki hiçbir suçu yok. Çünkü kopmaya sebep olan malzeme Türkiye’de üretilmişti. Ryoichi, yine de tedbiri elden bırakmamış yapımdan sonraki gün işçilere izin vermişti. Vermese elli işçi birden hayatını kaybedecekmiş demek ki…

Japon mühendis önce maket bıçağıyla bileklerini kesmeye çalışmış, yapamayınca boğazını kesmişti.

Yalova’da şimdi Haysiyet Anıtı var, onun adına…

Yahya Beyin İliç’teki anıt mezarının üzerinde de tünel motifi bulunuyor.

Bu anıtlar neden davranış kodlarımıza bir mesaj vermiyor?

Torunlar firması sahiplerinin Enzincanlı olduklarını uymuştum. Hani şu Soma’daki maden firmasının sahipleri. Madenin içinden Ali çıkamadı. Madenci Ali’nin babası ayağındaki yırtık cizlaveti ile soğuk ve yağışlı günlerde çamur içinde ayakları üşürken günlerce maden çıkışında bekledi. Medyaya yansıyınca devletlünün biri kendisine ayakkabı hediye etmeye kalktı. Ali’nin babası, cizlavetim iyidir dedi masumca, Anadolu’nun asırlar boyu bu topraklara şehit verip de karşılığında bir şey istemeyen tertemiz kalpli kahraman soyunun genetiğinin bir yansımasıydı bu tavır.

Ben de cizlaveti görünce duygulanmıştım. Şu şiiri Ali’nin Babasının gönlünden çıkıyormuş gibi düşündüm:

Maden mezar olmasaydı

Cizlavetim dert miydi ki

Tek, evlâdım yaşasaydı

Cizlavetim dert miydi ki


Alinteri nedir bilmez

Mâsumun gözyaşın silmez

Görür de bir selam vermez

Cizlavetim dert miydi ki


Gönlüm büyüktür madenden

Hile rüşvet düzeninden

Bir gönül yapmadın neden

Cizlavetim dert miydi ki


Bir gelseydin on gelirdim

Yoluna ben can verirdim

Seni hep gardaş bilirdim

Cizlavetim dert miydi ki


Nedir madencinin hali

Kapıda bekler ahali

Kaç gün oldu çıkmaz Ali

Cizlavetim dert miydi ki


Ağlarım gözyaşım dinmez

Giden canlar geri gelmez 

Bezirgan da keyif sürmez

Cizlavetim dert miydi ki

 

Şahsuvarım dünya yalan

Bilmem ne gün biter talan

Bu hesap ahrete kalan

Cizlavetim dert miydi ki

Torunlar’a soruyorum; sizin dedeleriniz İliç’e tren gelirken Yahya Beyin ya da Demirağ’ın yanında çalıştılar mı? Erzincan’a trenin ne zorluklarla ulaştığını biliyor musunuz?

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

KAI ile Haber Hakkında Sohbet
Sohbet sistemi şu anda aktif değil. Lütfen daha sonra tekrar deneyin.