Rahipler ve sofistlerin ardından da filozofların aydın olma ameliyelerini tetkikten sonra günümüz entellektüeline ulaşırız. Entellektüeller bir anlamda filozofların torunlarıdır. Entellektüeller bilgi teknisyenleri arasından çıkar ama artık hâkim sınıftan olmaları icap etmez.
RAHİPLERE SAYGI
“İstilaya dayanan bir dünya, tunç bir makine gibi sert ve soğuk… yapısı icabı kendi insanlarında hareket kabiliyetini ve yaşama arzusunu yok etmeye mahkûm. Rahipler böyle bir dünyaya kurtuluş müjdelemiş, cenneti vaad etmiş, Tanrıya tevekkülü öğretmiş, sabrı, iyiliği alçak gönüllülüğü, feragati, şefkati telkin etmiş. Romanın yer altı zindanlarında boğulan insanoğluna nefes alabileceği, gün ışığını görebileceği pencereler açmıştı; din buydu işte.” (Mağaradakiler s. 343)
Rahipleri yere göğe sığdıramaz Cemil Meriç.
Çalmışlardır evet, ama çaldıklarının belki de birkaç katını dağıtmışlardır.
“Çaldığının iki katını, on katını, hatta yüz katını ödemeye kalkışır ve adaklar verir kiliseye, Rahipler böylece bulundukları her ülkede yenilenler ve ezilenler için sığınaklar kurdular ve gittikçe genişlettiler onları. Uzun saçlı başbuğların, kürklü hükümdarların yanında taçlı piskoposla başı tıraşlı papaz da yer almaya başladı. Eli kalem tutan ve konuşmasını bilen yalnız onlardı.
Kâtiptiler, müşavirdiler, din bilgini idiler. Fermanları yazar, yönetime katılırlardı. Hükümet aracılığıyla cihanşümul düzensizliğe bir parça düzen vermeye, kanunları daha akla uygun, daha insanca yapmaya, takvayı, irfanı, adaleti, mülkiyeti ve bilhassa aileyi sağlamlaştırmaya veya ayakta tutmaya çalışırlardı. Şüphe yok ki medeniyeti onlar kurdu, evet yarım yamalak, şöyle böyle zaman zaman yok olan medeniyet. Ama Avrupa’yı bir Moğol anarşisine yuvarlanmaktan bu medeniyet korudu.”
Cemil Meriç’in bu ifadelerine göre tek bir medeniyet vardır ve Moğollar ve diğer barbarlar, zaman zaman da Hunlar yahut Türkler bu mevcut medeniyete saldırmaktadırlar.
Bu medeniyeti yok olmaktan rahipler korumuştur, doğru.
“Yağmacı ve tembel barbarın serseri mizacına ters düşen ve beşerî fetihlerin en mühimi olan çalışma zevkini ve alışkanlığını” yine rahip kazandırmıştır batı toplumuna… yani medenilere…
Vahşet nöbetlerinin nüksetmesini engellediği gibi kiliselerinde ve manastırlarında insanoğlunun irfan hazinelerini korurlar.
“Kiliselerinde ve manastırlarında insanoğlunun irfan hazinelerini de korur rahip: Latinceyi, Hıristiyan edebiyatını ve din bilimini, mimariyi, heykeli resmi, ibadete yardımcı sanat ve hirfetleri, insana ekmek, giyecek, mesken sağlayan daha değerli sanatları, yağmacı ve tembel barbarın serseri mizacına ters düşen ve beşerî fetihlerin en mühimi olan çalışma zevkini ve alışkanlığını…”
Oryantalistlerin bakış açılarına benzer bir bakış açısını cesaretle okuyucusu ile paylaşır üstad.
Entelektüel makalesini rahiple zenginleştirmekten başka ne çaresi var çağdaş insanın?
Papazlar artı değere el koyan ilk çağ rahipleri gibi sunulmaz artık. Onlar yaşadıkları muhitte köylerin ekip biçmesine yardım ederler, vahşi hayvanları ehlileştirirler, değirmen ve atölyeler kurarlar. Tarikatın emrine uyarak her gün iki saat okur yedi saat elleriyle çalışırlar.
Öteki insanlardan daha çok üretir. Kafasıyla gönlüyle çalışır, istikbali düşünür vesaire…
Bütün bunları kut-u layemutla yapar ve yaşar.
Asırlardır köylünün artı değerine el koyan bir asalak değildir hocanın gözünde papaz.
Okumuştur ya…
Yarım yamalak elleriyle çiftçiye yardım eder gözükür ya.
Zavallı köylü hangi din adamını çalıştırır ki tarlasında. Lütfen yorulmayın efendim demez mi?
Hocanın gözünde neredeyse tarih yapmıştır papaz. Hatta köylerin kurulup gelişmesinde de onun kuruculuğu mevzu bahistir.
İnsanlardan çok üretirler. Kanaatkardırlar… tedbirli ve tutumludur da…
“İnsanlar başarısızlığa uğramışlarsa direnç gösterirler, refaha erdirirler. Yoksulları korur, besler, evlendirir, iş bulur onlara; dilenciler, serseriler, yersiz yurtsuz köylüler mabede koşarlar akın akın. Köyler kasabalar doğar yavaş yavaş, yeni tarım ve sanayi merkezleri kurulur.” (Mağaradakiler s. 346)
Rahiplerin, papazların halkı masallarla uyutmasına da tevil bulur hoca.
“Masal deyip geçmeyelim. İnsan, kaba kuvvetin hükümran olduğu bir devirde, hayata katlanmak için bambaşka bir dünyanın varlığına inanmak zorundadır. Rahip bin iki yüz yıl insanları bu masallarla yaşattı, hizmetinin büyüklüğünü yarattığı şükrandan anlayabiliriz. Papalar iki yüz yıl Avrupa’nın efendisi oldular; Haçlı seferleri rahiplerin eseridir, kralları tahttan indiren, ülkeleri dilediklerine dağıtan rahipler.”
Hükümdardırlar yahut hükümdar arkasında… Hanedan kurucusu, ya da servetin güya hakça dağıtıcısı…
Önce rahipleri kutsayan ve entelektüel in soyağacında kök saçaklarından birine yerleştiren Hoca, bu sefer rahibin nasıl entelektüel olamayacağından dem vurur.
Öyle ya entelektüel bir kere tabiatı icabı rahip gibi olamaz. İçerden bir feyizle aydınlanmayla aydınlatacaktır etrafını… Rahip öyle mi ya?
Les origines de la France Contemporaine’den pek etkilenen Cemil Meriç, oradan şunları aktarır:
“Avrupa’daki servetin üçte ikisi, toprakların üçte biri ve gelirin yarısı onlarındır insan bedava minnet duymaz, meşru bir sebep olmadıkça zırnık vermez kimseye, bencildir, kıskançtır müesseseler ister dinî, ister dünyevî olsun, rahipler ister Buda’ya inansın, ister İsa’ya; onları kırk nesil boyunca izleyen çağdaşları aldanmış olamazlar; iradelerini ve mallarını rahiplere teslim edenler, fedakârlıklarını yapılan işe göre ayarlamışlardır. Bir kelimeyle bu aşırı bağlılık rahibin ne büyük bir hizmet gördüğünü ispat eder.”
Bu alıntıyı açıklamak zorunda kalır hocamız:
“Bu coşkun methiye bizi şaşırtmamalı. Mukaddeslerini kaybeden aydın, rahibin hasreti içindedir. Entelektüel rahip gibi olmalıdır Fichte’ye göre… Onun vazifelerini benimsemelidir. Bilgisi ile topluma hizmet etmeli, halka gerçek ihtiyaçlarını sezdirmeli ve onları nasıl karşılayacağını öğretmelidir.” s.347
Benda insanlığı ikiye ayırır: Rahipler, laikler. İnanan veya inanmayan her fikir ve sanat adamı klerdi Benda’ya göre. Laik ise insiyakları, iştihaları, ihtiraslarıyla sokaktaki adam.
Demek ki kler, Hıristiyan dünya için hâlâ sihirli bir kelime. Bütün Hıristiyan dünya için mi? Hayır. Sartre’a göre rahip, beyle köylü arasında aracıdır. Görevi: sınıf tezatlarını gizlemek. Kilisenin büyük bir serveti, geniş bir siyasî nüfuzu ve bu itibarla kendini ifade edecek bir ideolojisi vardır: Hıristiyanlık. Beyle köylü onun telkinleri sayesinde ortak çıkarları olduğuna inanırlar. Yani rahip, toprak aristokrasisinin emrinde bir ideologdur.
Burada soluklanmak icap eder. Çünkü 4 dipnotunu okumalıyız. Kitabın sonundaki dipnotta uzun bir ideolog ve aydın çözümlemesi var.
Soluklanıp soluklanıp okumalıyız o dipnotları ve yazarın linkinin mütemmim cüzlerini keşfetmeliyiz.
Filozof, ideolojist, aydın, münevver, mütefekkir, güzide, ulema, rahip, kanaat önderi, intelijansiya, entelektüel, bürokrat, burjuvazi,
Rusyada entelektüel…
Azizler ve aksakallar…
Alperenler, dervişgaziler, kolonizatör Türk dervişleri…
Devrimciler, ülkücüler, akıncılar…
Vüzera, ilmiye, kalemiye, seyfiye…
AYNA TUTABİLMEK MAĞARANIN İÇİNE
İntelejansiya nedir o halde?
Entelektüel ile intelijansiya arasındaki fark ne?
Entelektüel kendi aklını kullanarak fikir ve ilim üreten ise intelejansiya bir fikriyatın, teşkilatın düşünen beyinlerinin örgütlü topluluğu mu?
Böylece, önce bir Fransız devriminin intelijansiyasından, sonra bir Rus ve Sovyet intelijansiyasından ve belki de Tanzimat aydınlarımızın intelijansiyasından bahsedilebilir.
“Romancı Koestler için filozoflar çağdaş intelijansiyanın ilk temsilcileri. İntelijansiya nedir? Bir ülkede hür düşünmek isteyen insanlar topluluğu. İntelijansiyanın oluşumu sosyal bir vetire. Bu vetire çağdaş Avrupa’da Fransız devrimi ile başlar.
Böylece bu anlamda burjuvazi intelijansiyanın öncüsü, sonra ansiklopedistler…
“Üçüncü sınıfın üst tabakalarında hür düşünme eğilimi bir lüks değil, hayatî bir ihtiyaçtır. Orta çağın dar yapısı içinde sıkışıp kalan burjuvazi, hayat sahasını (lebensraum) fethetmek zorundaydı. Feodalitenin totem ve tabuları, hür düşüncenin dinamitiyle artırılmadıkça böyle bir fetih gerçekleşemezdi. Çağımızın ilk entelektüelleri ansiklopedistlerdir: tarih sahnesine birer put kırıcı olarak çıkarlar. Goethe’yi aranızda düşünün, mümkün mü? Oysa Voltaire, on beş günde bizden biri olabilirdi. Goethe, rönesansın son dâhisidir. Doğrudan doğruya Leonardo’nun çocuğu. Toplum karşısındaki davranışı herhangi bir nedimin Floransalı bir prens karşısındaki davranışının tıpkısı. Voltaire öyle mi? Voltaire ile beraber feodal değerlerin topyekûn tahribi başlar.
Demek ki çağdaş intelijansiya toplumun hür düşünmek isteyen bir parçasıdır. Zira bu zümrenin mevcut değerler hiyerarşisinde yeri yoktur. Bunun için başlıca amacı eski hiyerarşiyi yıkmak ve yeni bir değerler dünyası kurmaktır. İntelijansiyanın ikinci temel vasfı bu inşa temayülü. Gerçek putkırıcılar bir yanlarıyla peygamberdirler, her yıkıcı bir parça hocadır. İyi ama teklif edilen yeni değerlerin kaynağı ne?” s.348
Bu bir alıntı mıdır, yoksa hocamızın şahsi görüşü mü belli değil.
Kendi kendisini teyit için devam eder Cemil Meriç:
Yazar, Marks’ın izahlarını yeterli bulmaz. Marks’ın toplumunda iki türlü üretim var, der. Birisi toprak altında yapılan maddi üretim, ikincisi tavan arasında yapılan zihni üretim; arada merdivenlerle asansör yok. Oysa zafere ulaşan burjuvazi, ölçü üzerine elbise yaptırır gibi, üretim tarzına uygun felsefî bir üstyapı yaratmaz. Ansiklopediyi ‘ulusal meclis’ ısmarlamadı. Bir sınıf veya zümre kavgadan başarı ile çıkınca kendine uygun ideolojiyi hazır olarak bulur.
Sanatçı mıdır, ansiklopedist mi?
Cemil Meriç kendisini ansiklopedistlere daha yakın bulur.
Her yıkıcının bir parça hoca olması bahsinde bizde ister istemez Namık Kemal’in Talim-i Edebiyat dersleri hatıra gelmelidir.
Ama bu bahis içinde Cemil Meriç’in aklına hiç gelmez bu. Sadece sonda bir iki paragraf bizde durumun ne olduğuna dair küçük bir spekülasyon görürüz
Oysa tam da burada eski edebiyatı ve düşünce iklimini yıkıp yerine hürriyet ile vatanı mecz eden bir yeni edebiyat akımı ve onun kurucusu Namık Kemal akla gelmeliydi. Talim-i Edebiyat kitabı Darülfünun’da ders kitabı olarak okutulmadı mı? Orada eski edebiyatın nasıl yıkıldığına şahit olmadık mı? Yerine bir kavramsal inşa söz konusu değil mi?
Osmanlı aydınının ne eksiği var Fransız burjuva aydınından?
Ticaret gemilerinin bilginlere, mühendislere ihtiyacı vardır; defter tutmak matematikçileri, aynî haklar ve akitler kanun adamlarını gerektirir… Bu uzmanlar burjuvaziden gelirler ne ayrı bir sınıftırlar ne bir elit: ticaret kapitalizmi denen geniş işletmenin parçasıdırlar.
Kapitalizmin doğuşunda Protestanlığın fonksiyonları hatırlanınca Sartre’ı daha iyi anlıyor insan.
Yeni gelişen düzende, yani bu geniş kapitalist işletmede rahiplerin yeni konum alışları ortaya çıkar.
“Rahipler dinî ideolojiyi yükselen sınıfın ihtiyaçlarına uydurmak isterler. Reform da(Protestanlık ticaret kapitalizminin eseridir) kontr-reform da (Cizvitler, burjuvaları Protestan kiliselerine kaptırmak istemezler, (onlar sayesinde) kredi mefhumu yerine faiz mefhumu geçer-onların eseri. Ama nasıl yorumlanırsa yorumlansın, Hıristiyanlık burjuvaziyi tatmin edemezdi. İş hayatı bütünüyle din dışılaştırılmalıydı.
Şuurlanan burjuvazinin yeni bir ideolojiye ihtiyacı vardır. Bu dünya görüşünü rahipler değil, pratik bilgi uzmanları kuracaktır: kanun adamları (Montesquieu), edebiyatçılar (Voltaire, Diderot, Rousseau), matematikçiler (d’Alembert), vergi mültezimi (Helvetius), hekimler vs. rahibin yerine geçecek ve filozof adını benimseyeceklerdir, filozof yani bilgelik dostu. S. 350
…
“Aydın ihtiyatlı davranır. Hâkim ideolojiyi kemirecek olan kezzabı, müphem birtakım mefhumlar arkasında gizler; tabiat kanunu gibi. Bu kaypak mefhumlara sığınılarak hem dindar hem dinsiz olunabilir. Filozof bunu gerçekleştirmek için tabiat kanunu fikrinin iktisadî alanda da geçerli olduğunu ileri sürer iktisat laikleşir ve insan dışı bir ilim olur.” S.350
Sofistler, rahipler ve ardından filozoflar övgüye layık bulunur hocamız tarafından. Haksız da değildir; çünkü insanlık tarihine biçim veren iktidarlardan ok onlara yakın duran düşünce virtiözleri değil midir?
Bu sefer filozoflar burjuva devriminin eşiğinde hürriyetin ve serbest araştırma hakkının talepkârlarıdır. Belli ki bu seferki hürriyet taleplerinin de bir adresi vardır: o da liberalizmin istediği serbest piyasa oluşumunu destekleyen bir çerçeve olsa gerektir. Tam rekabet şartlarının gerçekleşmesi, bireycilik, mülkiyet hakkı burjuvazinin yeni kuracağı sistemin de sacayaklarını teşkil edecektir.
Soyluların karşısına bütün insanların çıkarılması bu türden yeni taleplerin oluşturacağı yeni sistemin inşasını da temin edecektir. “Burjuvalar soyluların karşısına soylulardan başka bütün insanları çıkarırlar. Dünyada tek sınıf vardır: insanlar yani burjuvazi.
“Filozoflar da bugünkü entelektüeller gibi, bir ideoloji kurucusudur; mekanik ve analitik ilimciliğe dayanan bir ideoloji. Amaçları diğer sosyal sınıfların ideolojilerini eritmek ve yıkmaktı. Demek ki onlar da –Gramsci’nin anladığı manada- organik birer entelektüeldiler.
18. asır aydınların altın çağıdır. Burjuvazinin kucağında doğan, terbiye edilen, yetiştirilen filozoflar onunla tam bir anlaşma halindedir.” (bkz. Plaidoyer pour l’intellectuel, 1970)
Rahipler ve sofistlerin ardından da filozofların aydın olma ameliyelerini tetkikten sonra günümüz entellektüeline ulaşırız.
Entellektüeller bir anlamda filozofların torunlarıdır. Entellektüeller bilgi teknisyenleri arasından çıkar ama artık hâkim sınıftan olmaları icap etmez.
“Bir kelimeyle aydın ajandır artık. Ajanın düşünce hürriyeti olur mu? Mesela: Sömürgeler çağında psikiyatrlar, Afrikalıların aşağılığını ispat için bilimsel teoriler kurarlar. Sömürge halkının beyni gelişmemiştir. Onlar görünüşte insan sadece. Kadınları da pek ciddiye almamak gerek. İnsanlık demek burjuva demek. Avrupalı, yetişkin ve erkek burjuva.” S.352
Devam Edecek