Siyanür falan bunların yanında daha masum kalıyor! Çünkü siyanür düşünmüyor, çünkü siyanür bu milleti yok, bu memleketi de yıkmak üzerine plan yapmıyor. O bile sadece ZEHİR’li ellere düşerse ZEHİR’liyor. Diyeceğim o ki millet artık uyanmalı…Uyanmalı, çünkü bunların bizatihi kendileri ZEHİR!
Çöp ithal ettiler…
Bu bir ZEHİR’di!
Almanya’dan, İngiltere’den, Fransa’dan, Hollanda’dan, İspanya’dan, Belçika’dan… Hangi ülke gönderiyorsa oradan milyonlarca ton çöpü ülkemize getirdiler.
Kamyon, tır, gemi… Ne bulurlarsa onunla getirdiler!
Avrupa Birliği İstatistik Ofisi Eurostat’ın verilerine göre, Türkiye Avrupa birliğinin en çok çöp kakaladığı ülke oldu!
2021 yılı verilerine göre, Avrupa Birliği ülkeleri yılda yaklaşık olarak 32 milyon ton plastik çöpü başka ülkelere gönderdi. Bu 32 milyon tonun tam 14 milyon tonu sadece bize gönderildi. Çöp ithalatında rekor kırarak birinci olduk.
En enayisi biziz ama başka enayiler de var. Bizden sonraki enayiler ise sırasıyla Hindistan, Afrika ülkeleri, Mısır, Endonezya, Malezya, Tayland ve Vietnam… Kalan 18 milyon tonu da işte bu enayiler aldı. Ama biz devamlı olarak uçup kaçtığımız ve daima şahlanarak çağ atladığımız için hiçbiri bizimle boy ölçüşemiyor.
Haa sorarsanız, işte efendim biz bu gelen çöpleri geri dönüşümde kullanıyoruz, sanayinin çarklarını döndürüyoruz, istihdam sağlıyoruz ve hatta bunlardan yeni mamuller üretip Avrupa’ya kakalıyoruz falan diyeceklerdir.
Fakat ortadaki gerçekler hiç de öyle demiyor ve bu söylemlerin kurnazca bir yalandan ibaret olduğunu, konuya birazcık ilgi duyan herkes biliyor.
Peki, bu çöpler ne yapılıyor?
Ne yazık ki, yüzde 90’ından fazlası doğaya atılıyor, toprağımızı, akarsularımızı, denizimizi ZEHİRliyor!
Mesela güzelim Adana ilimizi ve çevresini ZEHİR’li bir çöplük haline getirdiler!
Mesele ana haberlere konu oldu, medyaya taşındı, Adana’da toprağa gömülen çöplerin videoları bile yayınlandı. Fakat sağlığımız ve geleceğimiz için çevremizi emanet ettiğimiz Çevre Bakanlığımız dedi ki “Adana’nın toprağında ZEHİR yok!” İşte bu ZEHİR’di!
Bizim milletten tık çıkmazken, elin oğlunun bizi bizden daha çok düşündüğünü, hayret ederek öğrendik.
Elin oğlu tuttu, Londra’daki üç adet geri dönüşüm kutusuna üç adet GPS cihazı yerleştirdi ve çöplerin gizemli yolculuğunu izlemeye başladı. Ve bir müddet sonra bingoo… GPS yerleştirilen atık plastik kutularından biri Adana’daydı ve bunun haberini yaptı. Bu gazetecinin adı Kit Chellel’di.
Haluk levent gitti, Ahbap gitti, yapmayın etmeyin dediler. Hatta CHP’li milletvekilleri bu çöpleri meclis kürsüsüne kadar taşıdılar. Onlar da yapmayın etmeyin, doğayı kirletmeyin, bizi ZEHİR’lemeyin falan dediler. Dediler ama birilerine göre it ürümeye ve kervan da yürümeye devam etti!
Sonra Greenpeace…
Adanalıları, ülkemizi yönetenlerin değil de Greenpeace’in düşüneceğini tahmin bile edemezdik ama öyle oldu.
Greenpeace bile, bizi bizden daha çok düşündü ve çok daha cesur davrandı.
Greenpeace‘in 2022 yılında yayınlanan son raporuna ve ayrıca Mikroplastik Araştırma Grubu’nun yayınladığı raporlara göre; İngiltere ve Almanya gibi Avrupa ülkelerinin gönderdiği binlerce ton plastik atık, Türkiye’nin güneyinde çevreye atıldı, toprağa gömüldü veya yakıldı. Bölgeden alınan toprak ve kül örneklerinde, kanser gibi ciddi sağlık problemlerine yol açtığı bilinen dioksin ve furanlar tespit edildi. Adana’da tespit edilen dioksin furan miktarı, normal topraktakinin tam 400 bin katıydı ve şimdiye kadar vatan topraklarımızda tespit edilen en yüksek toksik değerdi!
Sonuç?
Ülkemizi Avrupa’nın çöplüğü haline getirdiler!
Hani “Almanya bizi kıskanıyor” diyorlar ya… İşte o Almanya plastik çöpünü bize kakalamaya devam ediyor!
Sebep?
Sebep: Bizi yöneten zihniyet…
Ne yazık ki, her şeyi “yeşil”, yani “dolar” olarak görüyorlar! İnsanı, canlıları, havayı, toprağı ve suyu… İyi, güzel ve temiz olan neyimiz varsa bir rant aracı olarak görüyorlar!
İşte bu hastalıklı zihniyet, panzehri olmayan çok keskin bir ZEHİR’dir!
Sadece bununla mı kaldılar?
Ne yazık ki hayır!
Kaz dağlarını ay yüzeyine çevirdiler, eğer halkın tepkisi olmasaydı tek bir dikili ağaç bırakmayacaklardı!
Dünyada Alplerden sonra oksijen oranı en yüksek bölge bizde… Orası zümrüt yeşilliklerin hâkim olduğu Kaz Dağları… İşte o Kaz Dağları’na siyanür döktüler ve zümrüt gibi ormanlarımızın bir kısmını çöle döndürdüler! Bu bir ZEHİR’di!
Her yerde zeytinliklerimize saldırıyorlar!
Antik Yunan’daki Solon Kanunları’ndan öğreniyoruz ki, onu kesenlere antik dönemde bile çok ağır cezalar veriliyordu.
Kökünden yaprağının ucuna kadar; fayda, besin, lezzet, şifa ve para demek.
O kadar şanslıyız ki, dünyadaki zeytin ağaçlarının %13’ü bizde.
Dünya zeytinyağı üretiminin %6’sını biz tek başımıza üretiyoruz.
Fakat adamların gözü doların yeşilinden başka yeşil görmüyor ki, her fırsatta zeytinliklerimizi koruyan kanunu değiştirmek üzere harekete geçtiler. Her seferinde sağduyulu medyamızın ve vatansever halkımızın direnişiyle karşılaştılar.
Fakat buna rağmen mesela; 2014 yılında termikçi bir şirket tarafından; Soma’nın Yırca Köyü’nde bir gecede tam 6 bin zeytin ağacı kesildi ve buldozerlerle köklendi! Sizce bu şirket, böylesine bir katliamı kime güvenerek yaptı?
Bu da yeşili yok eden bir ZEHİR’di!
Hani “Durmak yok yola devam…” diyorlar ya… Gerçekten de durmuyorlar.
Türkiye’nin en temiz gölü, iki milyon yaşındaki Salda’ya millet bahçesi yapıyoruz diyerek iş makinelerini soktular, isterseniz gidip bir bakın, şimdi birçok yerde kumun rengi bozuldu! Bu beyazı siyaha dönüştüren bir ZEHİR’di!
Sadece göllerimiz değil; denizlerimiz, kıyılarımız talan edildi, akarsularımız çirkefe dönüştürüldü. Bu da sıvı bir ZEHİR’di!
Orman Kanunu‘nu “kamu yararı” var diyerek, benim bildiğim tam 17 defa değiştirdiler.
Sonuç?
Ormanlarımızın yüzde 5’i bu değişikliklerle yok oldu!
İstanbul’un akciğerleri olan Kuzey Ormanları’nda 13 milyon ağaç kesildi, kuşların göç yolları bile bozuldu!
İşte bu da uçan kuşu bile vuran bir ZEHİR’di.
Akbelen ormanlarına el attılar!
İktidara yakın termikçi bir holdinge alan açmak için harekete geçtiler… Kestiler, yıktılar ve kökünden kazıdılar. Kesilen alanlar aynı ay yüzeyi gibi oldu!
Kesmeye devam ediyorlardı fakat halk daha fazla dayanamadı ve harekete geçti. Çok ilginç bir durum yaşandı ve Türkiye günlerce televizyonları başında bu ilginç hali izledi. Ormanları korumakla görevli Devlet kesim / kıyım yaptırıyor, halk ise devlete karşı kendi ormanlarını koruyordu…
Ne pahasına? Toma, tazyikli su, tartaklama ve jandarma copu pahasına!
Oysa anayasamızın 169.’uncu maddesi aynen şöyle diyordu: (Devletçe) “Ormanlara zarar verebilecek hiçbir faaliyet ve eyleme müsaade edilemez…” Fakat işine gelmeyince anayasayı veya kanunları takan kim ki?
Milas/İkizköy halkı tam üç yıldır ormanlarının korunması, ağaçlarının kesilmemesi, topraklarının ve sularının kirletilmemesi için mücadele veriyor.
İşte gördünüz, olay “anayasayı bir kez delmekle bir şey olmaz” diyenlerin düşündüğü gibi değil. Anayasayı ve kanunları takmıyorlar, işte bu zihniyet bir ZEHİR’dir!
Sadece Akbelenle kalsalar iyiydi. Fakat kalmadılar, benzer katliamlar Zonguldak/Alaplı, Artvin/Cerattepe ve Ordu/Ünye’de de devam etti!
Kimyasal atıkların, sanayi artıklarının, zirai ilaçların ne tehlikelerini gördüler ne de adam akıllı bir denetim yaptılar. Namuslu bilim insanlarımızın araştırmalarına göre, Tekirdağ, Kırklareli ve Edirne’de her beş ölümden biri, Kocaeli Dilovası’nda her üç ölümden biri, Antalya’da ise her on ölümden birinin sebebi, kanser…
İşte bu kanser eden bir ZEHİR’dir!
Şimdi hepiniz biliyorsunuz, gündem Erzincan İliç’deki maden faciası!
Tam dokuz canımız toprak altında. Bırakın canlı çıkarılmayı cesetlerinin bulunup bulunamayacağı bile belli değil.
Gündem İliç dedik ya, aslında bu ilk değil. Yaklaşık 1,5 yıl öncesinin gündemi de yine İliç ve yine aynı Maden’di.
21 Haziran 2022 Salı günü saat: 02.45’te Erzincan İliç İlçesi Çöpler Mevkii’nde uluslararası bir şirket tarafından işletilen altın madenine siyanür taşıyan boru hattında meydana gelen patlama sonrasında, tonlarca siyanür solüsyonu Fırat Nehri ve Keban Barajı havzasına bulaştı!
Açılan davaya ait tutanaklarına göre, Fırat nehrine karışan siyanür miktarı tam 210 metreküp!
Toprak, su ve hava hepsi ZEHİRlendi!
Zafer Partisi Lideri Ümit Özdağ, bölgeye defalarca giderek açıklamalarda bulundu ve tehlikeye dikkat çekti “Türkiye’ye adeta sömürge ülkesi muamelesi gösteriliyor. İktidar bırakın durdurmak, buna yardımcı oluyor” dedi.
Ülkedeki tam 72 ilin barosu bir araya geldiler, gerekçelerini açıkladılar, ortak bir bildiri yayınlayarak “bu maden derhal kapatılsın” dediler.
Peki, ne oldu?
İlgili Bakanlık tarafından şirkete 16 milyon 441 bin TL idari para cezası kesildi ve Madenin faaliyetleri durduruldu.
“E işte ne güzel, daha ne istiyorsun?” diyeceksiniz. Fakat kazın ayağı hiç de öyle değil.
Maden sadece 3 ay kapalı kaldı.
Sonra, aynen devam…
Üstüne üstlük, madeni işleten şirketin tam 7,2 milyon dolarlık vergi borcu silindi. Yani? Yanisi şu: Şirket silinen vergi borcu nedeniyle, ödediği cezayı geri aldığı gibi kat be kat da kara geçti. Hesabını siz yapın: 16 milyon TL nire, 7,2 milyon Dolar nire?
Dahası var.
Kapatılmak bir yana, madenin kapasitesi artırıldı,
Kapasite artırımı yapabilmek için bir de devletimizin güzide bir kurumunu kullandılar. O kurumumuza (muhtemelen bir talimatla) yalan rapor verdirdiler.
Bölgeye sadece Google Haritalar’dan bakan sıradan birisi bile, maden sahası ile Bağıştaş 1 Barajı ve Fırat Nehri arasındaki kuş uçuşu mesafenin en fazla 500-600 metre olduğunu görür.
Yani allame-i cihan falan olmaya gerek yok.
Fakat ne oldu?
Devlet Su İşleri 8’inci Bölge Müdürlüğü vermiş olduğu raporda dedi ki: “… Maden sahası herhangi bir içme ve kullanma suyu havzasında değildir”!!!
Allah Allah! Devlet’in kurumuna bak sen. Bal gibi yalan söylüyor!
Söyleyen kim? Bölge Müdür Yardımcısı Yaşar Karagöz… Bu Yaşar Karagöz denilen adam bu resmi yalanı birilerinin kara kaşı ve kara gözü için mi söyledi?
İşte Devlet’in kurumlarının yozlaştırılması böyle bir şeydir ve bu çok ölümcül bir ZEHİR’dir.
İşte kayan toprağın altında kalan canlarımız topraktan değil, bu ZEHİR’den öldüler.
İyi de bu imtiyazlı Anagold Madencilik şirketi kimindir, neyin nesi ve neyin fesidir?
Amerika ve Kanadalı bir madencilik şirketi, ortağı ise Çalık Holding. Eskiler “lafın çoğu ahmağa söylenir” derler. Çoğuna gerek yok, Çalık desem, Berat Albayrak desem, siz zaten anlarsınız.
Şu anda 9 canımız hala toprak altında ve siyanürlü toprak da içindeki suyla birlikte sızarak Fırat nehrine karışmakta! Baraj gölü ve nehirde balık ölümleri başladı bile!
Bu can alan bir ZEHİR’dir!
İyi de bu toprak neden kaydı? Madende görevli o kadar mühendis, o kadar teknisyen, tekniker, devletin işyeri güvenlik denetim uzmanları, ilgili kurum ve kuruluşların yaptığı denetlemeler…
E öyle ise, bu toprak neden kayıyor ve aynı ZEHİR’li bir yılan gibi Fırat’a doğru akıyor, neden?
Karadeniz Teknik Üniversitesi (KTÜ) Heyelan Uygulama ve Araştırma Merkezi’nin sahada yaptığı incelemeler sonucu yayınlanan raporda deniliyor ki: “Dünya literatürüne baktık; liç yığının maksimum 150 metreye ulaştığını gördük. Fakat biz burada kullandığımız insansız hava aracı ile 257 metreyi gördük! Günümüzde, demirden betondan 200 metre yükseklikte binalar inşa edilemezken, sadece yığma şeklinde depolanan bir malzemenin 257 metre yükseklikte olması bizi ürküttü!”
Daha ne desinler?
Peki, Liç yığını nedir? Ocakta üretilen ve kırma eleme tesislerinde belli boyutlara getirilen ince malzeme…
Yani kum!!!
Yine rapora göre, kaymaya hazır bu ZEHİR’li kum yığını; üretim sahasında patlatma yapılan sahalara çok yakın bir yerde yığılmış, yapılan her patlatma kum yığınını kaymaya biraz daha yaklaştırmış. Üstelik bu maden bir deprem fay hattı üzerinde, aktif bir fay hattı olan Bingöl-Yedisu Fay Hattı!
Teknik adamların ifadelerine göre, üretimde tam 39 çeşit kimyasal kullanılıyor ve 23 tanesi kanserojen kimyasallar içeriyor! Bunların birkaçı siyanür, sülfürik asit ve nitrik asit gibi dünyanın en tehlikeli kimyasalları!
Öyle anlaşılıyor ki, bu ZEHİR’ler fırat nehri boyunca, ülkemizi de aşarak ne varsa ZEHİR’lemeye devam edecek!
Nerede denetim, nerede kontrol, nerede emniyet tedbirleri?
Birileri birkaç milyon dolar daha fazla kazansın diye; su kaynaklarımız, havamız, toprağımız, yaban hayatımız ZEHİRleniyor, biyo çeşitliliğimiz, ekolojik dengemiz, endemik bitkilerimiz yok ediliyor, sağlıklı gıdaya erişimimiz zorlaştırılıyor ve halkımız başta kanser olmak üzere insan kaynaklı zararlılar nedeniyle gün be gün çok daha fazla ölüyor!
Altın uğruna yaşam kaynaklarımızı heba ediyorlar!
Ellerini nereye atsalar orayı ZEHİR’liyorlar!
Taşımızı, toprağımızı, suyumuzu, kurdumuzu, kuşumuzu, insanımızı ZEHİR’liyorlar!
Sanki damarlarında kan değil de ZEHİR akıyor, akıllarından ZEHİR fışkırıyor, milleti dinli dinsiz, kinli kinsiz, benli bensiz diye ayıran dilleri ZEHİR saçıyor!
Siyanür falan bunların yanında daha masum kalıyor! Çünkü siyanür düşünmüyor, çünkü siyanür bu milleti yok, bu memleketi de yıkmak üzerine plan yapmıyor. O bile sadece ZEHİR’li ellere düşerse ZEHİR’liyor.
Diyeceğim o ki millet artık uyanmalı…
Uyanmalı, çünkü bunların bizatihi kendileri ZEHİR!