Sağlanan metnin ana fikri, yaşamın en değerli ve en çok göz ardı edilen hediyesinin nefes olduğu ve insanın bu gerçeği genellikle kayıplar ya da zor zamanlarda fark ettiğidir. Yazar, günlük yaşamın telaşı ve hırsların insanı nefesin kıymetini unutmaya ittiğini, oysa hayatın aslında “iki nefes arası” olduğunu vurgulamaktadır. Metin, nefesin farkına varmanın yaşamın, sevginin ve şükrün farkına varmak anlamına geldiğini belirtirken, nefesin bir gün hatıraya dönüşeceği gerçeğiyle yaşayanların değerini bilmenin önemine işaret eder.
İnsanoğlu unutmaya meyillidir. En büyük nimetleri bile, sanki hep elimizin altında olacakmış gibi görürüz: Sağlığı, zamanı, sevdiklerimizi… Ve en çok da nefesimizi.
Nefes, insanın en sessiz öğretmeni, en değerli hazinesidir. Her nefeste hayatı hisseder, zamanın kıymetini anlar, kayıpların ve kazançların arasındaki ince dengeyi fark ederiz.
Günlük yaşam, insanı içine çekerken, acele ettirir, hızlandırır, unutturur. Ama kayıplar, bize şunu fısıldar: “Her telaşın içinde kendin için saklayacağın bir nefes bırak. Çünkü yaşam her gün yeniden uyanır, ama senin ömrün sadece bir kez akar.”
Nefes alıp vermek o kadar sıradan gelir ki, onun da bir gün eksileceğini düşünmeyiz. Ta ki hastalık kapımıza dayanır, kayıplar nefesimizi keser, ciğerlerimiz yanar da havaya muhtaç kalırız… İşte o zaman anlarız: nefes, hayatın en sessiz ama en kıymetli hediyesidir.
Yaşamın gürültüsü, hızının baskısı ve sürekli bir yerlere yetişme telaşı, nefesimizi çoğu zaman unutturur. Ve bir gün bir nefesin bitişi bize öyle bir ders fısıldar ki: “Hayatın telaşına kapılıp nefesini unutma. Çünkü nefesin farkına varmak, yaşamın farkına varmaktır.”
Nefesin kıymetini unuttuğumuzda, sadece havayı değil; hayatı, sevgiyi, şükrü, hatta insanlığımızı da unuturuz. Hayatın özü belki de tam burada gizlidir: Unutmanın içinde hatırlayabilmek. Her solukta Rabbimiz’in verdiği emaneti fark edebilmek…
Ama biz çoğu zaman bu hediyeyi fark etmeden harcarız. Gözümüzü açar açmaz telefon ekranına dalar, nefesimizi hızlandıran gündemlerin, paranın, makamın, hırslarımızın peşine takılırız. Sosyal medyada bir başkasının hızına yetişmeye çalışır, haberlerde bir sonraki krizin gölgesine gireriz.
Oysa hayat, gerçekten de iki nefes arasıdır. Hastane koridorlarında, yoğun bakım odalarında, sevdiklerimizin güçlükle aldığı her nefeste bu gerçeğe tanık oluruz. Ve işte o anlarda, sıradan sandığımız nefesin ne büyük bir nimet olduğunu kavrarız.
İnsanın ömrü, nefeslerle ölçülür. Bir gün doğar, ilk nefesini alır; bir gün ölür, son nefesini verir. Aradaki bütün hayat, o nefeslerin toplamıdır. Bizse çoğu zaman bunu unuturuz; sanki nefes almak kendiliğinden, hiç tükenmeyecek bir şeymiş gibi yaşarız.
Hayat bazı şeyleri kayıplarla öğretiyor: Gidenlerin nefesini geri getiremeyiz. Ama hâlâ nefes alan kalbimiz varsa, geriye bir şey kalır: yaşayanların kıymetini bilmek, bir çocuğun gülüşüne, bir dostun sesine, bir annenin duasına daha çok kulak vermek…
Çünkü bir gün o nefes de hatıraya dönüşecektir.
Ve sevgili eniştem Hilmi Durmuş’a…
Seninle paylaştığımız her an, her gülüş, her sohbet nefesimizde bir hatıra olarak kaldı. Rabbim seni rahmetiyle kuşatsın, kabir nurla dolsun, günahlarını bağışlasın. Senin nefesin artık gökyüzünde; unutulmayanlar mertebesinde yerini aldı ve kalbimizde yaşamaya devam edeceksin…