İlkokul üçüncü sınıftan dördüncü sınıfa geçmiştim. Yaz tatiliydi. Kayseri Yenimahalle de oturuyorduk. Rahmetli Babam Kayseri Tren Garındaki karakolun Komiseriydi. Nereden merak sardım bilemiyorum. Babamdan mandolin istedim. Bu istek konusunda en büyük destekçim rahmetli annemdi. Rahmetli o gün eve erken gelmişti. Bende sokaktaydım. Babamın geldiğini falanda görmemiştim. Mandolini kapının arkasına saklamış. Oğlum dedi kapının arkasına bir bak.
Bir de baktım yepyeni bir mandolin. Sanıyorum, “Şemsi Yastıman Saz Evi” imalatıydı. “Sevinçten havalara uçtum. Lakin çalmasını bilmiyordum. Rahmetli babam nereden hatırlamıştı. Nerden biliyordu çalmasını bilmem. Birkaç parça çaldı. Nasıl tutacağımı, elimdeki penayı nasıl kullanacağımı gösterdi. Birkaç gün sonra postacının getirdiği büyükçe bir zarfın içinden Kolay Mandolin Metodu isimli bir kitap geldi.
Zarfın üzerinde gönderen kısmında İsmail Hakkı Sunat yazıyordu. Yani Büyükbabam. Metodun içinde bir de söz ve müziği kendine ait olan bir okul şarkısı vardı.
Şarkının adı “Davet” di.
Okul şarkısının iki dörtlüğü vardı…
“Yepyeni bir topacım var / Ucu süslü kırbacım var / Gel bu pazar bizim eve / Döndürelim döve döve”
“Lastik kuşum pek minicik / Bas karnına ötsün cik cik / Gel bu pazar bizim eve / Öttürelim seve seve”
*****
O Mandolin metodu olmasaydı. Mandolin çalmayı öğrenemezdim. Öyle bir metot 1959 yılı yazını yaşayan Kayseri’de yoktu. Türkiye Cumhuriyet’inin ilk Öğretmenlerinden olan rahmetli dedem İsmail Hakkı Sunat o Mandolin metodunu benim için İstanbul’dan göndermişti.
O günün şartlarında o metot kaç günde geldi, rahmetli babam babasından nasıl istedi, mandolin almaya nasıl karar verdi. Hiç anlatmadı. Rahmetli annemden de öğrenemedim. Evin en büyük çocuğuydum. Benden iki yaş küçük kardeşim Hüseyin ikinci sınıfa geçmişti. Kız kardeşim Şenol o yıllarda okula gitmiyordu.
Bana mandolin öğretecek bir kimsem yoktu. Babam mesleği gereği gecesi gündüzü belli olmayan çok meşgul bir insandı. Bir hafta kadar uğraştım. Bu arada metot da mandolini nasıl akort yapacağıma, nasıl çalacağıma kadar oldukça kolay bilgiler vardı. Önce perdeleri, notaları telleri, mandolin çalabilmek için kullanılan pena nasıl tutulur tellere nasıl vurulur diye bıkmadan usanmadan çalışmaya başladım.
Sokaktan eve gelmeyen ben, mandolin aşkına eve kapanmıştım.
Rahmetli babam bana aldığı o mandolinle, nerden aklında kaldıysa “La Paloma” adlı bir melodi çalmıştı.
İnci Çayırlı “La Paloma” şarkısını “Affet “adıyla ve Türkçe sözlerle o kadar güzel söylerdi ki…
Şöyle başlıyordu ö sözler;
“Affet, Mazideki günahımı affet / Affet, Dön bana gel barışalım affet / Unut sensiz geçen günlerimi unut / Uyut sevgiyle sar kollarında uyut”
“Kalbini kırdım seni kıskandım elden / Nasıl pişmanım af diliyorum senden”
*****
O yıllarda televizyon yok. Evimizin neşesi “Sanda” marka Radyo’yu Bursa’dan Kayseri’ye getirmiştik. Bütün gün türküler ve şarkılar dinliyorduk.
Aradan bir hafta kadar geçti. Rahmetli annem ütü yapıyordu. Bende mandolinle bir şeyler çalmaya çalışıyordum ki, bir anda bazı melodiler dökülmeye başladı mandolinden.
Annem bıraktı ütüyü. Sarıldı bana…
Akşam babam kapıdan içeri girdiğinde de müjde dedi, Erol mandolin çalmaya başladı.
Babam aldı beni karşısına çal bakayım dedi. o gün için ne çalabiliyorsan başladım çalmaya.
Ondan sonra da mandolinim ve ben ayrılmaz ikili olduk.
Metot içerisinde ne kadar şarkı varsa notaların yerini doğru basmaya çalışarak çalmaya başladım.
Kayseri Yenimahalle’de Alpaslan İlkokulu vardı. O okulun 4. Sınıfına yazıldım. Kayseri Pazarören Öğretmen okulu mezunu olan Öğretmenim rahmetli Halil Coşkuner’di.
*****
Mandolin çalmayı iyice geliştirdiğim yıllardı. O yılların iki meşhur şarkısı vardı. Ankara Rüzgârı ve Yıldızların Altında.
Kayseri Bünyan Ortaokulu öğrencisiydim. Yıl sonu okul gecemiz Sümerbank Battaniye Fabrikasının salonunda yapılıyordu. Sabah çalışma yaparken mandolinin telinin biri koptu. Tek tel eksik olsa da yine bir şeyler çalabiliyordum. Rahmetli babam fark etti. Neden söylemediğim için bana biraz bağırdı çağırdı. Akşama doğru o kopan teli Kayseri’den getirtmişti. Taktık. Akordunu yaptıktan sonra sahneye çıktım.
Mikrofonu mandoline iyice yaklaştırdılar. Sunucu mandolinle iki parça çalacağımı söyledikten sonra, öğretmenlerim Ankara Rüzgarını istediler.
O günlerin en güzel şarkısıydı dillerden düşmüyordu.
Ne mi diyordu o şarkıda…
“Pembe küçük dudağın söyledi şarkımızı / İndi bahar Ankara’nın sisli yamaçlarına / İçli sesin ah ne kadar açtı gönül yasımı /Her gören ağladı, kalbini bağladı dalgalı saçlarına”
“Söyledim aşkımızı Ankara rüzgarına / Olmadı kaldı benim her hevesim yarına / Her gören ağladı, kalbini bağladı dalgalı saçlarına”
*****
Ardından “Yıldızların altında” şarkısını çalmıştım.
Seyredenler arasında, Vatandaşlık Bilgisi Dersimize de giren Bünyan Kaymakamı, Hâkim ve Savcı Beyler, ilçenin Emniyet Komiseri olan Babam, Okul Müdürümüz Metin İçtem ve Bünyanlılar tam karşımda.
“Benim gönlüm sarhoştur / Yıldızların altında” diye başlıyordu o güzel şarkı…
Sonra da…
“Mavi nurdan bir ırmak / Gölgede bir salıncak /Bir de ikimiz kalsak / Yıldızların altında”
“Yanmam gönlüm yansa da / Ecel beni alsa da /Gözlerim kapansa da / Yıldızların altında” diye devam edip gidiyordu.
Şarkılar bitti. Bir alkış tufanı koptu. Okul gecesi benimle kapanışını yapmıştı.
Mandolinim ve ben sahneden aşağıya indiğimizde, Hâkim Bey, babama döndü Komiser Bey dedi, bu çocuğu Konservatuvara yazdırsana.
27 Mayıs 1960 ’dan sonraki yıllardı. Annemin beni bir başıma hangi okul olursa olsun göndermeye niyeti yoktu.
Konservatuvar Ankara’daydı. Konservatuvar ve ben hiç karşılaşmadık.
*****
Bünyan Ortaokulundan sonra, babamın şark görevi Adıyaman’a çıktı. Adıyaman Lisesinde başladım Liseye, o yıllarda yeni Adıyaman Lisesi diye anılıyordu lise, 4/A sınıfının 534 nolu öğrencisi olarak, boş kaldığında mandolin çalan bir öğrenciydim.
İki yıl sonra, rahmetli babam İzmir’e tayin oldu. İzmir Namık Kemal Lisesine devam ettiğim yıllarda da mandolin çalmaya devam ettim.
1974 yılında Bursa Eğitim Enstitüsünden mezun olduktan sonra, öğretmenlik yıllarımda yanımda mandolin olmasa da mandolinle yollarımız birçok defa kesişti. Müzikle kesişen yollarım daha sonra yerini kalem ve kâğıda bıraktı. Şimdi elime bir mandolin verseler neler çalabilirim bilemiyorum.