Siyasal İslamcılar yalnızca gayrimüslimlere değil, Müslümanlara da düşmandır. 683 yılında gerçekleşen Harre Vakası bunun en iyi örneklerinden biridir. Emevi ordusu, Medine’yi üç gün boyunca yağmalamış, yüzlerce kadın tecavüze uğramış, bu olaydan sonra doğan çocuklara “Harre çocukları” denmiştir. İslam’ın adalet ve merhamet dini olduğu iddia edilirken, tarihi gerçekler bunun tam tersini göstermektedir. Müslümanı bile Müslümanın şerrinden ancak laiklik korur.
Siyasal İslamcılar, her zaman mazlum rolü oynayarak iktidara gelmeye çalışır, ancak güç kazandıklarında zalimleşirler. Muhalefetteyken barış, kardeşlik ve adalet söylemleriyle insanları kandıran bu kişiler, yönetimi ele geçirdiklerinde baskıcı ve çıkarcı bir yapıya bürünürler.
Peygamberin 632 yılında vefatından sonra yaşanan halifelik kavgası bunun en büyük örneklerindendir. Cenazesi ortada kalmış, sahabeler “Sen mi halife olacaksın, ben mi?” tartışmasına girişmiştir. Makam ve ganimet arzusu, Peygamber’in cenazesinin üç gün boyunca defnedilmeden bekletilmesine neden olmuştur. Daha sonraki yıllarda ise Hz. Ebubekir hariç tüm halifeler Müslümanlar tarafından öldürülmüştür.
656 yılında Cemel Vakası’nda, Hz. Aişe ile Hz. Ali karşı karşıya gelmiş, cennetle müjdelenen (Aşere-i Mübeşşere) on sahabiden Talha ve Zübeyir, yine cennetle müjdelenen Hz. Ali tarafından öldürülmüştür. Bu olaylar, siyasal İslam’ın çıkar çatışmaları ve iktidar hırsıyla dolu olduğunu gösterir.
Tarih boyunca siyasal İslamcılar, düşmanlarını kandırmak için “Teslim olun, size bir şey yapmayacağız” yalanını kullanmışlardır. 627 yılında Beni Kureyza Yahudileri, Müslümanlara teslim olmuş ancak erkekleri katledilmiş, kadınlar ve çocuklar esir alınmıştır. 9. yüzyılda Kalkan ve Curcan’da benzer bir trajedi yaşanmış, teslim olan binlerce Türk “Şeriata boyun eğmiyorlar ve seriat söz dinlemez ” denilerek öldürülmüş, kadınlar cariye yapılmıştır.
Siyasal İslamcılar yalnızca gayrimüslimlere değil, Müslümanlara da düşmandır. 683 yılında gerçekleşen Harre Vakası bunun en iyi örneklerinden biridir. Emevi ordusu, Medine’yi üç gün boyunca yağmalamış, yüzlerce kadın tecavüze uğramış, bu olaydan sonra doğan çocuklara “Harre çocukları” denmiştir. İslam’ın adalet ve merhamet dini olduğu iddia edilirken, tarihi gerçekler bunun tam tersini göstermektedir. Müslümanı bile Müslümanın şerrinden ancak laiklik korur.
Türk milleti, İslam’a girdikten sonra “kul hakkı yememek” kavramını dinin esası olarak benimsemiştir. Oysa İslam’ın özünde kul hakkı gibi bir kavram yoktur. Şeriata göre en büyük suç Allah’a ortak koşmaktır; güçlü olanın malı, canı ve ailesi helal sayılabilir. Bu zihniyetle hareket eden siyasal İslamcılar, yönetimi ele geçirdiklerinde halkın mallarına el koymaktan çekinmezler. Hukuku çiğneyip devlet hazinesini boşaltarak yoksulluğa sebep olmuşlardır.
Müslüman halk, İslamcıların hak yemeyeceğine inanmış, devletini ve çocuklarını onlara emanet etmiştir. Ancak sonuç, derin bir fakirlik, çocuk istismarı ve yozlaşma olmuştur. Tarih boyunca defalarca kandırılan halk, aynı hatayı tekrar ederse, sonuç yine değişmeyecektir. Siyasal İslamcılar pusuda bekler ve güçlerini kaybetmemek için her türlü yolu mubah görürler.
Onlarla aynı camide namaz kılanlar bile ters düştükleri anda düşman ilan edilir, malları yağmalanır, aileleri köleleştirilir. 680 yılında Kerbela’da, Peygamber’in torunu Hz. Hüseyin ve ailesi katledilmiştir. Kendi peygamberlerinin torunlarının kanını akıtacak kadar şuursuz olan bu zihniyet, hiçbir zaman güvenilir olmamıştır.
Unutmayalım, akıllı insan aynı delikten iki kere ısırılmaz.