İnsanlık, anlamdan uzak, ruhsuz bir kalabalık içinde kaybolmaktadır. Gerçek acı, yaşamı bir kalıba sıkıştırıp farkındalık geliştirmemektir. Gerçek kurtuluş ise sorgulamakta, öğrenmekte ve gelişime açık olmaktadır. Bir insanın gerçek ölümü, bedeni toprağa girdiğinde değil, düşünmeyi bıraktığında gerçekleşir.
İnsan, anlam arayışı içinde bir varlıktır. Ancak pek çoğu, farkına bile varmadan hayatlarını tekrarlardan ibaret bir döngü içinde tüketir. Günler birbirini takip eder, yüzler değişse de sözler aynıdır. Konuşmalar hep aynı çerçevede döner, düşünceler belirli kalıplara sıkışmıştır. Konuşanlar, söylediklerinin ve yaşadıklarının olması gerektiği gibi olduğunu zanneder ve bu şekilde yaşamaya devam ederler. Oysa bir noktada durup geriye bakıldığında, bu düzenin içinde derin bir boşluk hissedilir. İşte insanın en büyük acılarından biri budur: Tekrara mahkûm olmak, düşünmeden yaşamak ve yaşamın anlamını yitirdiğini fark etmek.
Bir diğer dayanılmaz acı ise gelişememektir. İnsan doğduğunda, içinde büyüdüğü toplumun inançlarını, değerlerini, yaşam tarzını olduğu gibi kabul eder. Eğer Portekiz’de doğmuş olsaydı Katolik, Almanya’da doğmuş olsaydı Protestan, Türkiye’de doğmuş olsaydı büyük ihtimalle Müslüman olurdu. İsrail’de doğan biri Musevi olurken, Hindistan’da doğan biri Hindu olarak yetişirdi. İnsanlar, doğdukları toplumun inancını sorgulamadan benimser ve bunun en doğru, en gerçek yol olduğuna inanırlar. Ancak burada önemli bir soru ortaya çıkar: Eğer hakikat tekse, geri kalan binlerce inanış yanlış mı? Ya da biz sadece doğduğumuz yerin inancını benimseyerek, gerçeği aramaktan kaçmış mı oluyoruz? İşte bu soruyu sormadan yaşamak, insanın gelişimini durduran en büyük engeldir.
Yaş ilerledikçe ve ömrün sonuna yaklaşıldığında, gençlikte peşinden koşulan düşüncelerin, uğruna kavgalar verilen fikirlerin, endişelerin ve umutların aslında ne kadar anlamsız olduğu fark edilir. Zamanında büyük görünen meselelerin, aslında küçük ve önemsiz olduğu anlaşılır. Ancak ne acıdır ki, yaşlılıkta insanlar bilgelik yerine geçmişin anlamsız hatıralarını konuşurlar. Dünya büyük değişimlerden geçerken, insanlar hâlâ gençliklerinde yaptıkları kavgaları, kırgınlıkları ve hatalarını tekrar ederler. Oysa dünya değişmiştir. Yeni bir sanayi çağı başlamış, yapay zekâ insanlığın sınırlarını yeniden çizmiş, bilim ve teknoloji akıl almaz boyutlara ulaşmıştır. Ancak çoğu insan bu değişimin farkında bile değildir, çünkü gençliklerinde de gelişmeye ve öğrenmeye açık olmamışlardır.
Bir şairin dediği gibi:
“Dünya boşalmış, ama bizim haberimiz yok.
Güneşe göç başlamış, ondan da haberimiz yok.”
İnsanlık, anlamdan uzak, ruhsuz bir kalabalık içinde kaybolmaktadır. Gerçek acı, yaşamı bir kalıba sıkıştırıp farkındalık geliştirmemektir. Gerçek kurtuluş ise sorgulamakta, öğrenmekte ve gelişime açık olmaktadır. Bir insanın gerçek ölümü, bedeni toprağa girdiğinde değil, düşünmeyi bıraktığında gerçekleşir.