Atsız Burucu köşe yazısında, Mustafa Kemal Atatürk’ün ifade özgürlüğüne ve bilime verdiği önemi gösteren çarpıcı bir olayı anlatmaktadır. Metin, Atatürk’ün 1932’de yayınlanan ve kendisine “Grey Wolf” (Bozkurt) adıyla iftiralar içeren kitabı sansürlemek yerine, aksine çevrilip yayınlanması talimatını verdiğini açıklamaktadır. Bu kararın, liderin kendi eserine ve Türk halkının hakikati ayırt etme bilincine duyduğu derin güvenden kaynaklandığı vurgulanmaktadır. Ayrıca metin, Atatürk’ün meşhur sözleri olan “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir, fendir” ve sözlerinin bilimle ters düşmesi halinde bilimin seçilmesi gerektiğini öğütleyen düşünce yapısını öne çıkarmaktadır. Sonuç olarak, kaynak Atatürk’ü eleştiriye açık ve hakikatten korkmayan entelektüel cesarete sahip bir lider olarak tasvir etmektedir.
Her dönemde, eleştiriden korkan liderler olmuştur. Kimi, kendisi hakkında yazılan en küçük eleştiriyi susturur, kimi de hakikati bastırmak için sansürü kalkan yapar. Fakat bir lider, bu alışkanlığı kökten tersine çevirdi: Mustafa Kemal Atatürk. Çünkü o hem kendine hem halkına inanıyordu. Onun gözünde fikir, ne kadar sert olursa olsun susturulmaz; tartışılarak olgunlaşır.
1. Dünya Savaşı’nda Osmanlı’ya esir düşen İngiliz subayı Harold Courtenay Armstrong, 1932’de “Grey Wolf: An Intimate Study of a Dictator” (Bozkurt: Bir Diktatörün Yakın Etüdü) adlı kitabı yayımladı. Bu eser, Atatürk’e yönelik akıl almaz iftiralarla doluydu: annesini “cahil bir Arnavut kadını”, babasını “fakir bir köylü”, kendisini ise “Türk olmayan bir maceraperest” olarak tanımlıyor; Masonlukla ilişkilendiriyor, kişiliğini karalamaya çalışıyordu.
Sansür Çağrısı ve Atatürk’ün Tepkisi
Ankara’da büyük infial yaşandı. Meclis üyeleri kitabın ülkeye sokulmaması, çevrilmemesi, hatta yasaklanması gerektiğini savunuyordu. Bir milletin kurucusuna hakaret içeren bir metnin Türkçeye çevrilmesi düşünülemezdi. Oysa Atatürk, ifade özgürlüğünün kâğıt üstü bir kavram değil, karakter meselesi olduğunu gösterecekti.
Kitabın İngiltere’den özel bir nüshası getirildi. Atatürk eseri satır satır okudu, değerlendirdi ve ardından yaverlerine dönerek tarihe geçecek şu sözü söyledi:
“Bu kitabı halk için çevirin ve yayınlayın.”
Bu cümle, onun fikir özgürlüğüne olan derin inancının özetiydi. Çünkü Atatürk’e göre bir lider, kendisine yöneltilen sözlerden korkarsa, aslında kendi eserine olan güvenini kaybetmiş olurdu. O, “En büyük eserim Türkiye Cumhuriyeti’dir” derken, aynı zamanda “benim ardımdan gelenler hakikati ayırt edecek bilince sahiptir” demek istiyordu.

“Benim Sözlerim Bilimle Ters Düşerse…”
Atatürk’ün bu kararı, yalnızca bir özgüven göstergesi değildi; aynı zamanda bilime duyduğu sarsılmaz inancın da yansımasıydı. Çünkü o, fikirlerin susturulmasından değil, yanlış bilgilerin düzeltilmesinden yanaydı. Bu anlayış, onun en çok alıntılanan sözlerinden birinde kristalleşir:
“Eğer bir gün, benim sözlerim bilimle ters düşerse, bilimi seçin.”
Bu söz, yalnızca bilimin üstünlüğünü değil, eleştiriye açıklığı da öğütler. Atatürk, kendi fikirlerinin bile zamanla sınanabileceğini, gerçeğin her zaman güncellenebileceğini kabul edecek kadar özgüvenliydi. Bu, gerçek anlamda entelektüel cesarettir.
Gerçeğe Güvenen Bir Lider
Atatürk’ün “Bozkurt” kararının ardında korkusuz bir özgüven yatıyordu. Çünkü o, kurduğu Cumhuriyet’in temellerini akıl, bilim ve özgür düşünce üzerine inşa etmişti. “Fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller” ifadesi, onun yalnızca bir eğitim hedefi değil, bir ulus felsefesiydi.
O, halkının kendi doğrularını bulacak kadar güçlü olduğunu biliyordu. Sansürle korunmaya değil, hakikatin kendi ışığına inanıyordu. Bu yüzden, hakkında yazılan en sert kitap bile onun gözünde bir tehdit değil, özgürlüğün sınavıydı.
Sonsöz: Hakikatin Cesareti
Bugün geriye baktığımızda, Atatürk’ün “Bozkurt” kitabının çevrilmesine izin vermesi, yalnızca bir liderin büyüklüğünü değil, Cumhuriyet’in özgüvenini de anlatır. Çünkü hakikatten korkmayan bir ulus, yalanın karşısında asla yenilmez. Atatürk bunu biliyor, o yüzden diyor ki:
“Hayatta en hakiki mürşit ilimdir, fendir.”
İşte bu nedenle Atatürk’ü sadece bir gün değil, her gün anmak gerekir; çünkü o, düşüncenin zincirini kıran, hakikatin önünde eğilmeyen bir liderdi.