Ne diyorduk; Devir değişti. Artık Kıbrıs Rumlarının ne isteyip ne istemediği değil, Kıbrıs Türklerinin ve Türkiye’nin ne istediği önemli.
Türkiye’nin yükseliş sürecine girerek Balkanlar, Kuzey Doğu Afrika, Orta Doğu, Kafkaslar ve Türk Devletleri sınırları içinde bölgesel güç ve lider devlet konumuna yükselmesi, bölgedeki dengelerin temelinden değişmesi sürecini başlattı. Fark edildiği üzere bölgesel güç dengeleri keskin bir değişim sürecine girdi.
Yirminci yüzyılın ikinci yarısında Kıbrıs konusunda Batı dünyası kayıtsız koşulsuz Rumları desteklediği için Rum Yönetimi kendini adanın tek ve mutlak sahibi zannediyordu. Adeta astıkları astık, kestikleri kestik mantığı ile hareket ediyorlar, Türklere istedikleri her şeyi kabul ettirebilecekleri inancı ve hayali ile yaşıyorlardı.
Bu düşünce ve mantığın son kalıntısı da bir dönemin hızlı EOKA’cısı, 2013-2023 yılları arası Kıbrıs Rum Yönetiminin başkanlığını yapmış olan Nikos Anastasiadis’ti. Kendini tüm Helen’ler gibi, Kıbrıs adasının mutlak sahibi ve hükümdarı zannediyordu. Kendisi Kıbrıs Türklerine neyi lütfederse, Kıbrıs Türklerinin de kayıtsız koşulsuz ve itirazsız boyun eğip lütfettiklerini kabul edeceğini sanıyordu. Bu mantık ve düşünce ile de 2017 yılında Crans Montana’daki müzakerelerde şart koştuğu “Sıfır Garanti ve Sıfır Asker” teklifi kabul edilmeyince de kendinden emin bir şekilde masayı devirdi, kalktı gitti ancak 2017 yılında devirdikleri müzakere masası şimdi başlarına geçti.
Bugün, Kıbrıs Türklerini müzakere masasına oturtmak, 50 yıldır bilerek sonuçlandırmadıkları federasyon temelli müzakereleri başlatıp bir elli yıl daha sürdürmek için ağlayıp zırlıyorlar. Çalmadık kapı, yüzlerini sürmedikleri etek, öpmedikleri el ve ağlamadıkları duvar kalmadı.
Her hatanın bir bedeli var. Asırlardır kendilerini kayıtsız koşulsuz destekleyen BM Güvenlik Konseyi Daimî Üyesi olan dindaşları Rusya, Ukrayna savaşı nedeni Batı dünyasının kuyruğuna takılan Rumları defterden sildi. Artık Rumların arkalarında durmadıkları gibi Kıbrıs konusundaki isteklerine de destek çıkmıyor. Rusya Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Maria Zaharova’nın son açıklaması durumun vahametini ortaya koyuyor.
Türkiye ile KKTC arasındaki deniz bölgesinde, Deniz Bilimleri Enstitüsü’nün temel araştırma gemisi olan Bilim-2 oşinografik araştırma gemisinin araştırma yapabilmesi için Türkiye’nin NAVTEX yayınlaması ve 5 Mart-15 Mart tarihleri arasında NAVTEX’te belirtilen koordinatlar içinde Bilim-2 gemisinin araştırma yapmağa başlamasına, boyuna posuna bakmadan “antinavtex” ilan eden Kıbrıs Rum Yönetimi ve sırtını dayadığı AB itiraz etmeye cesaret edemedi. Zaten Türkiye’nin ilan ettiği Navtex’e ve Navtex’de belirtilen bölgeye Kıbrıs Rum Yönetiminin, hamisi Yunanistan’ın ya da ağababaları AB’nin müdahale edebilmesi bugünkü koşullarda söz konusu bile değil.
Kıbrıs Türklerinin, Kıbrıs konusuna çözüm bulmak içerikli müzakerelerin başlaması doğrultusunda öncelikle içeriğinin tespit edilmesi amaçlı ortaya koydukları koşullar, artık üçüncü taraflarca da desteklenmekte.
Özellikle “İnsanlık dışı ambargoların” tümden kaldırılması, KKTC’ye “Doğrudan Uçuşların” başlaması, Ercan Havaalanın uluslararası tanınması, Mağusa limanının uluslararası ticarete açılması, “Doğrudan Ticaretin” ve her iki taraftaki ticaret akışının güçlendirilmesi, bölgeden çıkarılacak hidrokarbon ürünleri konusunda ortak yönetim ve gelir paylaşımı temelinde görüşmelerin başlatılması, su ve benzeri doğal kaynakların ortak yönetimi ve kullanımı, elektrik enterkoneksiyonu ile yenilenebilir enerji kaynaklarında işbirliği, düzensiz göç konusunda işbirliği ve mayınların temizlenmesi için ortak planlama yapılmadan, Kıbrıs konusuna çözüm bulmak içerikli müzakerelerin nasıl ve hangi içerikte olacağının konuşulması mümkün değil.
Ne diyorduk; Devir değişti. Artık Kıbrıs Rumlarının ne isteyip ne istemediği değil, Kıbrıs Türklerinin ve Türkiye’nin ne istediği önemli.