Arslan Küçükyıldız
Arslan Küçükyıldız
  1. Haberler
  2. Yazarlar
  3. Fesih mi, Değişmeyen Amacın Yeni Stratejisi mi? Tahlil, Tenkit, Öneri ve Endişelerimiz

Fesih mi, Değişmeyen Amacın Yeni Stratejisi mi? Tahlil, Tenkit, Öneri ve Endişelerimiz

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Bu inceleme, Emekli/Gazi Emniyet Müdürü Osman Kaya tarafından bana gönderilen,  PKK terör örgütünün kendisini feshedip feshetmemesi tartışması ve bunun Türkiye’nin ulusal birliği üzerindeki stratejik etkileri üzerine odaklanan bir analizdir. Osman Kaya, PKK’nın silahlı faaliyetlere son verme kararının örgütün amacından vazgeçtiği anlamına gelmediğini, aksine stratejisini meşru siyasi zemine kaydırdığını savunmaktadır. Ayrıca, metin Abdullah Öcalan’ın pragmatist kişiliğini analiz ederek, PKK’nın hedeflerinin değişmediği ve yeni sürecin Türkiye için daha zor ve yıkıcı bir “yırtılma” riski taşıdığı konusunda endişelerini dile getirmektedir. Son olarak, yazar milli şuur ve vatanseverlik temelinde, etnik ayrılıkçı terörü meşrulaştırmadan makul ve sürdürülebilir çözüm önerileri geliştirilmesi gerektiğinin altını çizmektedir.

 

İşte Emekli/Gazi Emniyet Müdürü Osman Kaya’nın analizi:

Baştan ifade etmeliyiz ki bu konu, adım atacak yerin bulunmadığı tam bir mayınlı alan. Niyet/amaç, söz ve fiil ne olursa olsun yanlış anlaşılma ve yanlışa yorulma ihtimali yüksek. Sözlerin gerçekliği de bir anlam ifade etme(yebilir)z. Bu konuda endişe duymamızı gerektiren ziyadesiyle tecrübeler(imiz) var. Manasını bilip-kavramadan, ezber kavramlarla meselelere dahil olanların sesi ve etkisi böyle durumlarda her zamankinden daha ziyade olabiliyor. Yalandan aidiyet, uzaktan/dokunmadan sahiplenme; boş hamaset ve müthiş konfor! Alıcısı çok ve sermayesiz olsa da sonu iflas olan bir konfor…

Ne var ki bizim niyetimiz de amacımız da bellidir, safidir, hasbidir, harbidir, katidir; Terörsüz Türkiye, milli birlik ve kardeşlik…

Etnik ayrılıkçı terörizm ve merkezinde şekillenen siyasetin ülkemiz, bölgemiz hatta küresel boyuttaki derinliğini ve mahiyetini anlamak, kavramak ve idrak etmek, meselenin halli konusundaki stratejinin belirlenmesi ve işe koşulması açısından -kesin- belirleyici önemi haizdir.

Bu bağlamda; Sayın Devlet Bahçeli’nin, “etnik ayrılıkçı terör örgütünün kendisini feshettiğini, dolayısıyla iddia ve amaçlarından vazgeçtiğini bizzat örgüt elebaşının açıklaması” çıkışı, onlarca yıllık ezberleri bozmasının ötesinde, Türk Milleti’nin varlığı, birliği, dirliği ve bekası açısından stratejik bir hamle olma hususiyetine sahiptir.

“Türkiye Yüzyılı” idealinin yapı taşlarından birisi, hatta birincisi olan ve “Terörsüz Türkiye” başlığıyla kavramsallaştırılan bu proje, Sayın Cumhurbaşkanımızın sahiplenmesiyle de ete-kemiğe bürünmüştür.

Bu mesele TBMM’ne taşınarak, yegâne meşru zeminde “Millî Birlik ve Kardeşlik Komisyonu” üzerinden hummalı bir çabayla neticelendirilmeye çalışılmaktadır.

Türkiye’nin birliği, dirliği ve bekasını tehdit eden, telafisi güç kayıplar yaşatan, Türkiye Yüzyılı hedefinin önündeki en önemli engel/pranga, etnik ayrılıkçı PKK terör örgütüdür kuşkusuz.

PKK terör örgütünün kendisini feshettiğini ilan etmesi, iradenin bizzat örgüt elebaşısı tarafından ortaya konması ise derin, kapsayıcı, belirleyici; gerçek anlamda stratejiktir. Sayın Devlet Bahçeli’nin hamlesinin tam karşılığı da budur.

Hiçbir koşula bağlı olmaksızın ve herhangi bir pazarlığa konu edilmeksizin ortaya konan bu irade beyanı, Türk Milleti’nin birliğinin kavileşmesi, iç cephenin tahkimi, dışarıdan gelen/gelecek olan tehdit ve tehlikelere karşı caydırıcı güç, aşılmaz bir engel, ezici bir müdahale ve adaleti hâkim kılma planının anahtarıdır. Böyle bir ideali cisimleştirerek neticeye vardıracak olan iman, mücadele, millî şuur ve adanmışlıktır.

Türk Milleti’nin milli şuur sahibi her bir ferdi bu sorumluluğunu, vatanseverlik yükünü, hiçbir şartta, mekânda ve zamanda, hiçbir gerekçe, bahane, şahsi, siyasi vs. gibi hesaplarla heba etmez, edemez.

Türk Milleti’nin varlığını, değerlerini ve devletini ilgilendiren her konuda olduğu gibi bu meselede de bütün şer hesapları, planları, çabaları, girişimleri çöp etme sorumluluğu milli şuur sahiplerinindir. Ve ontolojik olarak bu ülkenin kayyumu da milli şuur sahibi vatandaşlarıdır.

Sayın Devlet Bahçeli, tam bir inanç, adanmışlık ve cesaretle, dünyevi hiçbir hesaba girmeksizin yapmış olduğu bu stratejik hamlenin anlaşılması, kavranması, idraki, değerlendirilmesi, uygulanması ve başarısı, kadim Türk devlet aklı, devlet adamı vasfına haiz fedakâr yiğitlerin emekleri, Türk Milleti’nin kahir ekseriyetinin sarsılmaz iradesi, sabrı ve mutlak desteğiyle mümkün olacaktır. Ancak milletimizin yeni süreç ile ilgili bilgilendirilmesinin ve ikna edilmesinin hem sürece olan destek hem sürecin akamete uğramaması hem de hayırla neticelenmesi açısından en başat ve belirleyici faktörlerden olduğunu söylemek zorundayız.

Etnik ayrılıkçı terör örgütünün tarihsel referansları, iddiaları, ideolojisi, stratejileri, amacı ve yaklaşık elli yıldır sürdürdüğü şiddet/terör, ittifakları ve terör örgütü ile mücadele bir bütün olarak değerlendirildiğinde; meselenin derinliği, ağırlığı ve boyutları, sebep olduğu korkunç sonuçlar apaçık ortaya serilmektedir.

Ne var ki bu mesele salt etnik ayrılıkçı terörizm, PKK terör örgütü ve ürettiği siyasetle sınırlandırılamaz. Bu meselede de pergelin sivri ucu Ankara’ya sabitlenmeli, üç yüz altmış derecede ve gittikçe genişleyen bir ivmeyle hareket ettirilmelidir. Böylelikle hem geçmiş hem günümüz ve hem de geleceğe ilişkin okumalar bir bütün olarak değerlendirilmiş olacak, meseleye dair hakikatlerin görülmemesi ve ıskalanması mümkün olmayacaktır.

Etnik ayrılıkçı PKK terör örgütü ve etkisini sadece ülkemiz ve bölgemizle sınırlı görmek doğru ve isabetli bir yaklaşım değildir kanaatimizce. Etnik ayrılıkçı PKK terör örgütü, daha çok 1970’lerin ideolojik ikliminde ve Soğuk Savaş şartlarında ortaya çıkmış olsa da orada kalmış da değildir. Terör örgütünün sadece silahla, şiddetle özdeşleştirilerek değerlendirilmesi de doğru, gerçekçi değildir. Terör örgütünün, günümüzün Hibrit Savaş Stratejisi ve bileşenleriyle doğrudan ilişkili aynı zamanda bir amorf örgüt olma hususiyetine sahiptir. Zira dünyada hiçbir terör örgütü yoktur ki -doğrudan ya da dolaylı- 5. Kol faaliyetleriyle ilişkisi olmasın.

Hem silahlı teröristlerden hem de siyasi örgütlenmelerden müteşekkil bu aparatlar, başta ABD ve İsrail olmak üzere doğrudan ya da dolaylı olarak emperyal merkezlerin taşeronluğunu üstlenmektedir. Üretilen bahanelerle perdelenmeye çalışılan ittifakların amacı, ABD’nin bölgedeki kalıcılığına, hegemonyasının devamına, Siyonist İsrail’in işgal ve saldırganlığına ve diğerlerin bölgesel çıkarlarına zemin oluşturmaktadır.

Bu bağlamda, meseleyi, Türkiye hinderlandı ve bölgemizin, merkezinde İsrail ve ABD’nin olduğu, bütün Arap ülkelerini içine alan İbrahim anlaşmalarıyla yeniden şekillendirilmesi çalışmaları, Suriye’nin geleceği, Irak ve İran başta olmak üzere komşu ülkelerin politikalarıyla birlikte okuma mecburiyetimiz var. Böylece geleceğe ilişkin stratejilerimizi oluşturmamız, revize edip süreklilik arzeden bir dinamizimle uygulamamız -ancak- mümkün olabilecektir.

Ülkemiz dahilinde silahlı faaliyet ve eylem üretme kabiliyetini kaybeden terör örgütünün “fesih” kararı, varlığını, stratejilerini ve amacını tamamen meşru siyaset zemine taşıdığı, görevi bu zemindeki aparatlarına yüklediği anlamına da gelir; ki öyledir. Bundan böyle meselenin yanı, yönü; tarafı burasıdır ve mücadele stratejilerinin de ağırlıklı olarak bu zemine göre belirlenmesi ve işe koşulması gerekir.

Etnik ayrılıkçı terör örgütü ve oluşturduğu siyasi zemini, coğrafyamızın/bölgemizin kadim meselelerinden ayrı ve bağımsız değerlendiremeyiz. Sınırlarımızın dışında/ötesinde, hayatiyet arzeden menfaat, tehdit ve tehlikeler yokmuş gibi davranmamıza, sırt dönmemize, görmezden gelmemize dayanan yüz yıllık politik, askeri, ekonomik, kültürel ve psikolojik yaklaşımların nelere yol açtığını görmek için kâhin olmamız gerekmiyor. Asgaride ihtiyacımız olan aitlik ve sahiplik duygusuyla beslenen vatanseverliğimiz, meselelerimize sahip çıkma ve halletme sorumluluğumuzdur. Meselelerin başka türlü halledilmesi de zaten mümkün görünmüyor.

Dolayısıyla etnik ayrılıkçı terör örgütü ile mücadele stratejilerinin belirlenmesi ve devlet aklıyla işe koşulmasında, mütemmim bir tahlilin, samimi, gerçekçi, sağduyulu bir eleştirinin, makul, geçerli, uygulanabilir ve sürdürülebilir çözüm önerilerinin eksiksiz gerekliliği ve belirleyiciliği, mutlak mecburiyet arz etmektedir.

Bu hayatiyeti haiz meselenin kalıcı olarak halli, etkisinin ve zararlarının ortadan tamamen kaldırılması veya yönetilebilir hale getirilmesi için bir başka veçhe de etnik ayrılıkçı terör örgütünün iddiaları, stratejileri ve amacının eksiksiz bilinmesi, doğru algılanması ve kavranmasıdır.

“Terörsüz Türkiye” projesini, etnik ayrılıkçı terör örgütü açısından sadece “silah bırakma, PKK adıyla eylemlerine son verip, varlığını sonlandırma” parantezi içerisinde değerlendirmenin, doğru bilgiye, gerçekçi bir zaviyeye karşılık gelmediğini söylemeliyiz. Ayrıca böyle bir yaklaşımın, meselenin tam olarak kavranamadığına dalalet ettiğini söylersek yanlış ve isabetsiz de olmayacaktır.

Ne var ki, etnik ayrılıkçı PKK terör örgütünün iddiaları, ideolojisi, stratejileri ve amacının sürekli tekrarlanan ezberlerle ifade edilmesi, klişeleşmiş kavramlarla çözüm arayışları -maalesef- karşı karşıya olduğumuz temel handikapların başındadır.

Türk Milleti’nin ve Türk Devleti’nin meseleyi kabul etme, anlama, ifade etme ve mücadele parametreleri ile etnik ayrılıkçı terör örgütü PKK’nın iddialarını ortaya koyuş, kavrayış, durduğu yer ve çözüme varma yöntemleri konusunu da tartışmak ve bir sonuca varmak gerekir.

Mesela, etnik ayrılıkçı terör örgütü PKK’nın, barış, kardeşlik, anayasa, ülke, devlet, terör, mücadele ve çözüm kavramlarından anladığı ve kastettiği nedir? “Ulusal Kurtuluş’tan Demokratik Kurtuluş’a Stratejisi” ne anlam ifade etmektedir, kastedilen nedir?

Nihayetinde etnik ayrılıkçı PKK terör örgütünün dili, kullandığı kavramlar ve oluşturduğu literatürden anlaşılan nedir? PKK terör örgütünün örgüt yapısı, hiyerarşisi, aparatları, emir-talimat sistemi nasıl kurgulanmış, yürümüş, yürümektedir? Hangi dönemlerde, birbirinden farklı stratejiler hangi amaca matuftur, kuruluş amacında bir değişiklik, sapma var mıdır?

Meselenin tarihi derinliği de dahil bütün yönleriyle ele alınıp, anlaşıl(a)maması ve doğru, gerçekçi, uygulanabilir ve sürdürülebilir çözümler üretil(e)memesi durumunda, gelecekte daha ağır bedeller ödememiz kaçınılmaz olacaktır. Çözümsüzlük derinleşerek sürecek, emperyalistlerin, hasımlarımızın, işbirlikçilerin çıkarına, milletimizin, ülkemizin, bölgemizin zararına olacak korkunç bir yırtılmaya sebep olacak/olabilecektir.

Dolayısıyla, konusu ve içeriğine bakılmaksızın genelde bütün meselelerde, özelde ise tarih, sosyolojik ve siyasi iddia ve amaçları açısından etnik ayrılıkçı terör örgütü hakkında -mutlaka- mütemmim bir tahlile, iyi niyetli, makul, gerçekçi bir tenkide ve bunlarla beraber uygulanabilir, sürdürülebilir tekliflere olan ihtiyaç hayatiyet arz etmektedir. Bu -bütüncül- anlayışı, yaklaşımı, pratiği esas almayan çabaların hayırlı neticelere varmasının mümkün olmadığı tarihin şehadetiyle sabittir.

Hem “Terörsüz Türkiye” projesinin ve etnik ayrılıkçı terör meselesinin Türkiye Cumhuriyeti Devleti açısından ne ifade ettiğini, hem de etnik ayrılıkçı terör örgütünün bu meseleyi nasıl gördüğünü, hatta görüp-görmediğini anlaşılır kılmak için kısaca da olsa detaylandırmak durumundayız.

***

1970’li yıllarla birlikte kendi cephesini tahkim etme çabasındaki etnik ayrılıkçı örgütler, bu dönemdeki ideolojik tartışma, ayrışma ve çatışmanın yarattığı sosyo-politik iklimde kendi örgütlü yapılarını teşkil etmişlerdir. 12 Mart askeri muhtırasıyla birlikte Marksist/Leninist gruplara karşı girişilen operasyonlarda, çoğu lider konumundaki pek çok örgüt mensubu ya öldürülmüş ya da cezaevine konulmuştur. Bu dönemde Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde öğrenci olan, “12 Mart’ın kılıç artıklarından” Abdullah Öcalan, dönemin ve süreçlerin sunduğu uygun zeminde liderlik vasfı kazanmış, “Kürdistan Sömürgedir” teziyle “Birleşik Bağımsız Demokratik Kürdistan” kurma ve bütün Ortadoğu Halklarının Bağımsızlığına -sözde- önderlik etme misyonuna soyunmuştur. 

Etnik ayrılıkçı PKK terör örgütüne göre -sözde- Kürdistan; Bakur-Kuzey Kürdistan/Türkiye’de, Başur-Güney Kürdistan/Irak’ta, Rojhilat/Doğu Kürdistan/İran’da ve Rojava-Batı Kürdistan/Suriye’de şeklinde dört parçaya bölünmüştür. Kürdistan coğrafyasının gerçek sahipleri Kürtlerdir. Kürdistan, tarih boyunca Kürt olmayan “güçlü diğerlerince” işgal edilmiş ve en son işgalciler de Türkler olmuştur.

İşgalcilerin (bu iddia da Farslar ya da Araplardan söz edilmez), yani Türklerin -sözde- Kürdistan’dan kovulmaları ve Kürdistanın özgürleşerek bağımsız bir devlet olarak varlığını sürdürmesi, ancak silahlı bir mücadele ile mümkündür.” terör örgütüne göre.

Etnik ayrılıkçı terör örgütü PKK, Kürtlerin tarihsel süreç içerisinde yirmiden fazla isyan gerçekleştirdiklerini ve fakat başarılı olamadıklarını söylemekle birlikte, bağımsız birleşik, demokratik Kürdistan devletinin, Marksist-Leninist ideolojiye dayalı, uzun süreli halk savaşı stratejisiyle -sözde- gerilla savaşı üzerinden gerçekleştirileceği iddiasıyla kurulmuştur. Stratejik Savunma, Stratejik Denge ve Stratejik saldırı aşamalarından oluşan Uzun Süreli Halk Savaşı Stratejisi’nin başarılı olması bir partinin yönetiminde gerçekleştirilecektir. Terör örgütü, mücadele aparatlarını/araçlarını parti, cephe, ordu olarak belirlemiştir.

12 Eylül 1980 askeri darbesi öncesi oluş(turul)an kaos ortamında örgütlenen/örgütlenme imkânı bulan PKK terör örgütü, diğer etnik ayrılıkçı örgütleri ‘zor’ kullanarak tasfiye etmiş, bölge de tek egemen örgüt haline gelmiştir.

Etnik ayrılıkçı PKK terör örgütü, 12 Eylül askeri darbesinin anlayış, algı ve uygulamalarıyla da adeta hayat bulup gelişmiştir.

“Bağımsız Devlet” iddiasını tek amaç olarak ortaya koyan terör örgütü, süreç içerisindeki konjonktürel gelişmelere paralel olarak söylem ve stratejilerini de revize etmiş, değiştirmiştir.

Bir başka şekilde ifade etmek gerekirse; koşulları ve gelişmeleri kendi lehine kullanmak gibi pragmatik yaklaşımları benimseyen, politik/ideolojik saplantılarla sürecin ve gündemin gerisine kalmak istemeyen terör örgütü, -özellikle Sovyet sisteminin dağılmasına da bağlı olarak- konjonktüre uygun stratejik/taktik varyasyonlara faaliyetlerine devamlılık kazandırmaya, varlığını sürdürmeye çalışmıştır. Tekraren ifade etmek gerekir(se) amacından asla sapmamıştır.

Etnik ayrılıkçı terör örgütü, meselelerimize sahip çıkma, anlama, kavrama ve davranmamıza paralel güç elde etmiştir” iddiası tartışmaya açıktır; tartışılmalıdır.

Etnik ayrılıkçı terör örgütü; öncesi başka bir bahs-i diğer olmakla birlikte, elebaşı Öcalan’ın yakalanması, yargılanması, mahkûm olması döneminde ciddi bir kafa karışıklığına, kargaşaya düşmüş, ayrışmalar, ayrılmalar yaşamış olsa da içindeki, yanındaki, arkasındaki güçlerin telkinleri, destekleri ve bağlı örgüt kadrolarının -şiddetli- müdahalesiyle yeniden toparlanmış, yeni sürece uygun stratejiler geliştirmiş, örgütlenmeler, aparatlar oluşturmuş ve işe koşmuştur.

Başka bir ifadeyle, “Bağımsız Devlet” iddiasının, kuruluşunda belirlediği strateji kapsamında gerçekleşemeyeceğini gören terör örgütü, gittikçe kronikleşen şiddet ortamında terörize ettiği kitlelere dayanarak ve etnik ayrılıkçılığa evirdiği politik yaklaşımlarına uygun hedefler koyarak, nihai amacına ulaşmak için alternatifler geliştirmiştir. Etnik ayrılıkçı terör örgütü, başından beri değişmeyen amacını gerçekleştirmek için her fırsatı, her imkânı kendi lehine çevirmeye, kendi yararına tahvil etmeye çalışmıştır.

Etnik ayrılıkçı terör örgütü PKK, başlangıçta, -sözde- “bağımsız devlet” amacına -sözde- gerilla savaşı üzerinden varacağı iddiasına karşın, 1989 yılından başlayarak silah ve siyaseti birlikte/iç içe kullanma stratejisiyle hareket etmiştir.

PKK, tarihi süreç içerisinde gelişen olaylara bağlı olarak yaşanan duygusal travmalar, modernleşme/milli devlet süreçlerinin tabi olarak ortaya çıkardığı sıkıntı ve sancılar, bu süreçlerin doğru gerçekçi politikalarla sağlıklı yönetilememesi, egemen/yönetici iradenin değişim ve dönüşüme karşı tavrı ve menfi yöndeki direnci, kamu otoritesinin algı sorunu, ekonomik sorunların doğrudan ve dolaylı olarak neden olduğu dengesizlikler, sosyo-politik ve kültürel sorunlar, uluslar arası ilişkilerde hâkimiyet mücadelesinin en önemli araçlarından birisi haline gelen etnik ayrılıkçılığa sunulan dış destek,  Türkiye’nin sınır komşusu ülkeler ile bölge ülkeleriyle tarihi ve güncel çelişkilerinin meydana getirdiği konjonktür ve bütün bu olumsuzlukların yarattığı sosyo-politik/psikolojik iklimden ziyadesiyle yararlanmasını bilmiştir.

Özet olarak ifade etmemiz gerekirse, etnik ayrılıkçı fikir, iddia, faaliyetler ve amaç, birden çok nedene bağlı, birçok mesele ile ilişkili ve iç içe olma özelliğine sahiptir. Modernleşme süreçleriyle doğrudan ilişkili ve çok da uzun olmayan tarihi geri planı vardır. PKK terör örgütü ise etnik ayrılıkçı fikir, iddia ve faaliyetlere, örgütlü, silahlı, siyasi bir süreklilik, ivme ve boyut kazandırmıştır. Bu gerçektir.

Yukarıda da ifade etmeye çalıştığımız gibi terör örgütü PKK, stratejilerini, ‘silah-amaç’ yerine ‘sorun-talep’ kavramı üzerine ve meşru siyasi zemini de istismar ederek sürekli revize etmesini bilmiştir. Stalinist tarzın en düşkün versiyonu olan PKK, yeni stratejilerini, “bağımsız devlet” amacından -sözde- Kürt Sorunu’na evirmiş, “taleplerimi karşıla, sorunu çözelim” yaklaşımıyla, meselenin -sözde- meşru tarafı olma çabasına düşmüştür. Bir başka ifadeyle ya da daha doğrusu, PKK bu ‘sevimli’ tutumu karşılığında ‘taraf’ statüsüne sahip olabileceğini hesaplamıştır.

Bu yeni süreci, terör örgütü açısından, teröristbaşının yıllar önce söylediği gibi; “Biz devrimci Kürt Partisi’ni nasıl MİT’e dayandırarak kurduysak, Kürt devletini de Türk devletine dayandırarak kuracağız” iddiasını, adım adım gerçeğe evirme planına dayandırmaya çalışmıştır.

Bu arada ve dolayısıyla, etnik ayrılıkçıların, ‘barış, demokrasi, özgürlük’ retoriğine yükledikleri ‘süreç’ olgusunu, “amacın güzergahı” olarak okumak art niyetli/yanlış bir değerlendirme olmasa gerektir.

Meselenin nedenlerine dair sıralayacağımız pek çok sorunun/olumsuzluğun ajite ettiği toplumsal dinamikler, bugün etnik ayrılıkçıların oturduğu en önemli zemini meydana getirmektedir. Mücadelenin ve bu meseleyi halletmenin; Terörsüz Türkiye’nin inşası, milli birlik ve kardeşliğin tesisi de ancak bu zeminin kazanılması/ikna edilmesiyle mümkündür. Elbette bu sürece karşı içeride-dışarıda başka birçok direnç noktaları, merkezleri mevcut olsa da asıl güç milletimizin inancı, ikna edilmesi ve bu anlamda tavır alıp, harekete geç(iril)mesidir. Milletimizin bu yürüyüşe katılması, destek olup omuz vermesi diğer bütün etkenlerin önündedir. Bir de mücadeleyi bizzat yürüten aktörlerin inancı, tavrı ve emeği…

Zira, terör örgütünün elli yılık geçmişinde iç ve dış destekler ne kadar etkiliyse, mücadele adına yapılan yanlışlar, ıskalanan, görülmeyen, görmezden gelinen doğruların da etkisi yadsınamaz; belirleyici olmuştur.

***

Etnik ayrılıkçı terör örgütü elebaşısının -sözde- Bağısız Birleşik Demokratik Kürdistan” amacının, silahla/şiddetle mümkün olmayacağını söylemesi yeni bir tespit/durum değildir.

Terör örgütü elebaşının PKK’nın feshi ve silahlı faaliyetlere son verilmesi gerektiği, yirmi altı yıl önce Ankara C. Başsavcılığı’nca hazırlanan “Öcalan İddianamesi” içerisinde mevcuttur.

Terör örgüt elebaşının yirmi altı yıl önce söylediklerinin bazılarını hatırlamanın önemli olduğunu değerlendiriyoruz, Etnik ayrılıkçı terör örgütü elebaşı;

“Kürt olgusunun daha çok etnik, yani aşiretsel, kültürel ve sosyo-ekonomik olarak geri bir yapı olduğu, özellikle Kürtler için en büyük eksikliğin, gerek kendi doğdukları ana coğrafya, gerekse bir parçası oldukları tüm Türkiye’yi vatan olarak görme duygu ve düşüncelerinin zayıflığı olduğunu, bunun üzerinde oynanmaya müsait bir durum yarattığını, ayrı bir Kürdistan kavramının bunun sonucu olduğu, doğrusu ortaya konulmazsa tehlikeli olacağını, dolayısıyla geçirdiği mücadele tecrübesinin bir sonucu olarak tıpkı çok milliyet kökenli ülkeler örneği ABD., İsviçre vb. gibi, ister tek bir ulusal dil kullanılsın, ister birden çok dil kullanılsın milliyet ayırımına bakılmaksızın tek ortak vatan ve ulus kavramına ulaşmanın önemli olduğunu,

Türk ve Kürt ortak serüveninde başat gücün, devlet tecrübesi, askeri deneyimi, milli bilinç gelişkinliği itibariyle Türk tarafı olduğunu, Kürtler’in temel bağlı yedek güç olmaktan rahatsız ve endişe duymadıklarını,

Askeri yasalardan, siyasi temellerden yoksun, yüzyılların aile, aşiret kavgaları ortamında büyümüş, bir tavuk yüzünden birbirini vurmaya yatkın toplum yapısının, bu kişilik yapısında birleşince kontrolü zor bir durum yarattığını,

Askeri ve silahlı güç yaklaşımlarının çözüm için anlamını yitirdiğini ve terk edilmesi gerektiğini, şiddetle varılacak bir yol kalmadığı gibi, artık şiddetin gereksiz olup, sadece çıkmazı derinleştirdiğini, tahribat ve acıyı artırdığını, sonuçta aynı noktaya gelindiği için bir an önce terk edilmesi gerektiğini,

PKK tarafından başlatılan terör eylemlerinin bir bağımsızlık hareketi olarak kabul edilemeyeceğini, çünkü kendi toprakları üzerinde egemenlik iddiasında bulunan güçlerle savaşmanın ancak bağımsızlık mücadelesi sayılabileceğini, oysa PKK terör örgütünün hedef olarak gösterdiği toprak parçasının Türkiye Cumhuriyeti’nin egemenliği altında bulunduğunu, ayaklanma, başkaldırı ya da isyan şeklini alan bu hareketin devlet güçlerine yöneltilerek devletin otoritesini zayıflatmayı, sonuçta ülke topraklarını ve millet bütünlüğünün parçalanmasını amaçladığını,

Aynı hususun bağımsız devlet kavramı için de geçerli olduğunu, kendilerinin başlangıçta “devlet ne kadar bizimdir, değildir” düşüncesine ulaşmadan bir kişiye, bir gruba bakıp en sert suçlama yöneltmekle dogmatizme düştüklerini, bunun siyasi düşünce ve eylemlerini de etkilediğini, daha bilimsel baktıklarında karşı çıkmaları gerekenin devlet değil, onun oligarşik temsili olduğunu, bağımsızlık için yıkmak değil demokratikleşmesinin temel alınması gerektiğini, yine parçalanmanın değil, özgür irade ile birlikteliğe çalışmanın hem gerçekçi hem demokratik bir görev olduğunu,

Ayrılmış bir Kürdistan’ın bitmiş ve bir gücün kuklası, işbirlikçilerin malikanesinden öteye gidemeyecek bir Kürdistan olacağını, ayrılmış bir Kürdistan halkın değil, yabancı ve işbirlikçilerin olacağını, ki bunun ağırlıklı olarak hayal olduğunu, ancak çıkar güçlerinin oyunu olarak sık sık tekrarlandığını, tarihin, bütün oyunların isyanlarda nasıl oynandığını, asıl felaketleri halkın yaşadığını çok iyi ortaya koyduğunu,

Ayrı bir devlet seçeneğinin hem maddi temeli hem de fayda anlamında bir çözüm yolu olmadığını, olsa bile, pratik değerinin en zayıf yol olduğunu, dört tarafta kabul edemeyecek komşularla çevrili, ağırlıklı olarak dağlık bir coğrafyada, ekonomik, sosyal, kültürel ve siyasal olarak çok bölünmüş, ağır feodal yargılarıyla ve daha bir alfabeye bile sahip olmayan, lehçe farklılıklar kadar Türk-Kürt içiçeliği, nüfusun daha büyük kısmı metropollerde yaşayan Kürt toplumu için devlet iddiasında bulunmanın gerçekçi olmadığını,

Kürtlerin özgürlüklerini Türkiye içerisinde buldukları, Türkiye’de de mevcut sistemde, Kürtlerin siyasal haklarının var olduğu ve halen yürürlükte olduğunu, PKK programının politik ve siyasi değerinin olmadığını,

Kavram olarak Kürdistan ibaresini kullandığını, coğrafi olarak ele aldığını, siyasi karşılık olarak kastetmediğini,

Kürt devleti kurmanın mümkün olmayacağının ilmen de sabit olup, gerekli de olmadığını, mevcut Türkiye Cumhuriyeti Devleti içerisinde demokratik ortamda her şeyin gerçekleşmesinin mümkün olduğunu, kendisinin bu sonuca vardığını,

En iyi anlamlı ve mümkün olan özgürlük ve bağımsızlığın, bu yer Kürdistan da olsa, ancak Türkiye’nin genel Misak-ı Milli sınırları içerisinde mümkün olduğunu, bunu bilimsel olarak da kanıtlamamanın zor olmadığını,

Türkiye için bu yaklaşımın demokratik çözüm için temel alınması gerektiğini, şimdiye kadar eksik olanın demokrasi boyutu olduğunu, çağdaş vatan kavramının tüm birey, dil ve kültürler için özgürlük gerektirdiği gibi, özgürlük olunca, vatanın bağımsızlığının da o oranda güçleneceğini, ikisi Türkiye’de sanki çelişkiliymiş gibi birbirini zayıflatacaklarının sanıldığını, bunun temel bir yanlış olduğunu, aşılması gereken en önemli bir demokratik sorun olup, buna/bu düşünceye/kanaate kapsamlı bir çözümle ulaştığına inandığını,

Kürtlerin demokratik Cumhuriyetle bütünleşmesi geliştikçe bunun askeri anlamda da karşı tehditten stratejik bir güç kaynağına dönüşeceğini, içte ve dışta PKK’nın askeri savaş olanaklarının çözümle birlikte Türkiye’nin hizmetine gireceğini, karşılığında verilenin ise artık dünyanın her tarafında verilen doğal demokratik ve kültürel haklar olacağını, kolay ve en masrafsız çözüm derken bunu kastettiğini, “en kolay ve en zor barış” deyiminin burada kendini gösterdiğini, dev boyutlu askeri masraflardan kurtulma, acı ve kayıpların durması, başka bir çok güce tavizkar olmamak kadar karşılarında güçlü pozisyonda olma, içte tıkanmanın aşılmasıyla çok güçlü ekonomik, sosyal, siyasal, -kültürel gelişme süreçlerine girme, dış politikada başta Avrupa olmak üzere bir çok mevziye girme ve gerçekten bölgede lider ülke konumuna yükselmenin bu çıkmazdan ve çatışma ortamından kurtulma ile yakından bağlantılı olduğunu, Türkiye’nin stratejik olarak tehlike arzeden birçok odaklar karşısında çözümle birlikte güç kazanmasının işin can alıcı özünü teşkil edip, geleceğin kurtarılması derken bunu kastettiğini,

PKK’nın askeri sorun olmaktan çıkmasının Kürt sorununun siyasal çözümünün yolunu açacağı ve beraberinde siyasi sorun olmaktan çıkması anlamına da geleceğini, devletin bütünlüğünü ve birliğini zorlamaktan ona güç verme sürecine girileceğini, devletle demokratik bütünleşme yolu açıldıkça devlete karşı konumun aşılacağını, PKK’nın tüm iç ve dış merkezleri ile kurumlarının anlamsız hale gelerek tehlike olmaktan çıkacağını,

Çıkmazda ve çatışma sürecinde ileri çapta devlete yabancılaşmış, ters düşmüş Kürt halk yığınlarının da bu çözüm tarzıyla rahat kazanılacağını, Kürtlere uzanacak barış ve dostluk elinin büyük birlikteliğe ve kaynaşmaya götüreceğini,

Sorunun çıkmaz ve çatışma sürecinden kurtulmasının ekonomik olarak gelişmenin önünü alabildiğine açabileceğini, …” söyle(miş)di.

Bu ifadelerin, etnik ayrılıkçı terör ve onun ürettiği siyaset konusunda bugün gelinen tartışma düzeyine, anlayışa, yaklaşımlara yön verme açısından oldukça önemli ve belirleyici olduğunu düşünenlerdeniz.

Terör örgütü elebaşının iddianamedeki ifadelerinde çok ilginç başka tespit ve değerlendirmeleri de vardır. Buraya kadar söylenenlerde bir problem var gibi görünmese de birden fazla sebepten ötürü endişelerimiz son bulmuş değildir.

Bugün endişelerimizi dile getirmek, muhtemel sıkıntılar ve geleceğe ilişkin handikaplar hususunda değerlendirmelerimizi ortaya koymak ve meselenin halli konusunda önerilerimizi belirtmek gibi bir sorumluluğumuz var ve bunun tartışmaya açık olmadığını ifade etmek durumundayız. Zira vatandaşlık ve vatanseverlik sorumluluğumuzun karşılığı da budur.

Örgütsel jargonla ifade edersek, ‘Öcalan Kişiliği’ni bilen, tanıyan ve doğru anlayanlardan olarak, Öcalan’ın -değişmeyen- pragmatist profilinin etnik ayrılıkçı düşünce ve hedeflerinden hiçbir şartta vazgeçmeyeceği, gelişen durumlar, değişen şartlara göre -sadece- farklı stratejik varyasyonlar denediğini düşünmemize sebep olmaktadır. Zira bugünlere böyle gel(in)miştir.

Bu meselenin doğru anlaşılması için “Öcalan Kişiliği’ni” gerçekçi/tutarlı değerlendirmelerle ortaya koymak durumundayız. Genel anlamda etnik ayrılıkçı iddialar, ideoloji, stratejiler ve amaç, özelde etnik ayrılıkçı terör örgütü PKK ile mücadelede “Öcalan Kişiliği” doğru anlaşılmadan müspet manada mesafe almak ve neticeye varmak pek mümkün görünmemektedir. Endişelerimizden birisi de budur.

*****

Öcalan’ın profili, pek çok kere, en yakınındakilerin şahitliği ve tanıyanların değerlendirmelerine de konu olmuştur. “Öcalan Kişiliği” ile ilgili pek çok teröristin ifadesi mevcuttur. Çoğu PKK mensubu olmak üzere bu konuda pek çok kitap yazılmış, eser ortaya konmuştur. Ayrıca Öcalan’ın kişiliğinin tartışılmasına sebep olan video görüntüleri de kamuoyunda çok tartışılmıştır.

Mesela, en son PKK/KCK elebaşlarına yönelik yazdığı örgütün feshi hakkındaki mektubunda, “elli senedir kendisini anlamadıkları!” sitemi, Öcalan’ın kişiliğine ilişkin -bilenler için- önemli karineler barındırır.

Yeri gelmişken “askeri ve silahlı güç yaklaşımlarının çözüm için anlamını yitirdiğini ve terk edilmesi gerektiğini, şiddetle varılacak bir yol kalmadığı gibi, artık şiddetin gereksiz olduğunu” söyleyen terör örgütü elebaşı, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin yeni mücadele konsepti karşısında terör üretemez hale gelerek, bu manada çaresizliğe düşünceye kadar şiddetten ümidini kesmemiştir. Özellikle 2004’ten başlayarak tırmandırılan ve Suriye’ye taşınan etnik ayrılıkçı terör, ABD, İsrail başta olmak üzere emperyal merkezler ve güç odaklarıyla açık-örtük ittifak etmekten geri durmamıştır. Bu mesele zaviyesinden terör örgütünün “Hendek Siyaseti” bütün boyutlarıyla tartışılmamıştır mesela…

“Şiddetin çıkmazı derinleştirdiğini, tahribat ve acıyı artırdığını, sonuçta aynı noktaya gelindiği için bir an önce terk edilmesi gerektiğini” ifade eden terör örgütü elebaşı, hibrit savaş unsuru olmaktan ve amorf örgüte dönüşmekten imtina etmemiş, bir beis görmemiştir. Siyasi amacını, giderek Türk düşmanlığı üzerinden inşa etmeye çalışmaktadır. Bu durum ABD ve İsrail gibi emperyal güçlerin ulusal politikaları ve çıkarlarıyla birebir uyumludur.

Öcalan kişiliğinin en temel unsurlarından birisi, hedef kitlesini nasıl konsolide edeceğini çok iyi biliyor olmasıdır. Öcalan, bağımsız devlet amacıyla yola çıkarken, hedef kitlenin ideolojik tartışmalarla taraf ol(a)mayacağı tespitini yapmış, ters psikolojik yöntemlerle; aşağılayarak, katlederek; “zor” uygulayarak siyasi kimlik inşa etme planında epey mesafe almıştır.

Aynı Öcalan, örgütsel yapının korunması, dinamizmini kaybetmemesi adına acımasız tasfiyeci yanını unutmamak gerekir. Ceza-ödül kavramları, bu kişilik nezdinde yeni bir boyut kazanmış, aşağılanan, eziyet edilen, katledilen evlatlarımızın birçoğu Öcalan’ın elinde -adeta- birer “Amok Koşucusu’na” dönüşmüştür. Öcalan’da tezahür eden narsisizm, “Serok Apo” sloganıyla insanüstü bir varlığa dönüştürülmüştür. Terör örgütü elebaşı ise bu ayrıcalığı, başından itibaren tepe tepe kullanmaktan geri durmamıştır.

Öcalan’ın bir diğer belirgin yanı, başından beri üstesinden gelemediği durumlarda, güçlü olanla birlikte hareket ediyor görüntüsü/izlenimi vermesidir. Bu bir pusu taktiğidir. Yeri ve zamanı geldiğinde, şartlar oluştuğunda kendi planını uygulamak üzere pusudan çıkmakta; harekete geçmektedir.

Öcalan ismi, düşkün, zayıf/pasif, işbirlikçi / “adamınızım” rolüne bürünen, pişman, mücrim eziği, sinik görüntüsü verse de “ağır pragmatist” bir kişiliğin karşılığıdır.

Bu kişilik, Saddam Hüseyin ile ilişkiye geçtiği öğrenildiğinde, Suriye Muhaberat Merkezi’nde gözleri bağlanıp, maddi, manevi tahkir ve tezyif edildiğinde, gözleri bantlı uçak yolculuğunda ve mahkeme salonunda ortaya koyduğu performansta kendisini göstermiştir.

Terör örgütü elebaşı, Suriye’den kovulmak zorunda kaldığında emperyalizmin taşeronluğuna teşne hali bir anda karşıtlığa evirilmiştir. Karşıtlık ve kızgınlığının sebebi emperyalizmin açıktan ve konfor sağlayarak kendisini sahiplenme cesareti gösterememiş olmalarınadır.

Bir başka endişe sebebimiz de -yukarıda da belirttiğim üzere- etnik ayrılıkçı elebaşı ve terör örgütünün -siyasi aparat mensupları da dahil- barış, demokrasi, özgürlük, demokratik ulus, eşit vatandaşlık, resmi dil, eğitim dili gibi kavramlara yüklenen anlam ve amaç. Bu konunun siyasi zeminde/düzlemde karşılığının ne olduğunun açık ve net olarak ortaya konması ve karara bağlanmasıdır.

Terör örgütü elebaşı ile özellikle Milli Birlik ve Kardeşlik Komisyonu üyeleri ile yapacağı muhtemel görüşmede/görüşmelerde yukarıda ifade ettiğimiz kavramlarla birlikte “özgür yurttaş ve özgür toplum, demokratik birlik”, “Türkiye genelinde siyasi yapının demokratikleşmesi”, “Demokratik Anayasa, Anayasal Vatandaşlık/Eşit Yurttaşlık” gibi kavramlardan kastının ne olduğu, “Etnik ayrılıkçı terörün/teröristlerin sınır dışına çıkarılmasının PKK terör örgütünün feshi” açısından ne anlama geldiği ve karşılığının ne olduğu konusunda  açık, kesin ve net cevaplar alınmak zorundadır.

Etnik ayrılıkçı PKK terör örgütü gerçeği, salt “terör/şiddet” zaviyesinden değerlendirilerek ifade edilemez. Terör örgütünün iddiaları, ideolojisi ve amacı tarihi, içtimai, siyasi, iktisadi, idari, hukuki, dini, kültürel, psikolojik, askeri vs. gibi disiplinler bütünü içerisinde görmek mecburiyeti vardır. Bu meseleyi anlamak, anlaşılabilir kılmak -ancak- bu şekilde mümkün olabilir.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti, etnik ayrılıkçı terörizmi bitirme, etnik kimlikler ve farklı inançlar üzerinden hem siyasi sınırlar hem de Türk Milleti’nin dinamikleri arasında muhtemel fay hatlarının ortaya çıkmaması, psikolojik kopuşların yaşanmaması, popüler ifadeyle “silahların susması, anaların ağlamaması” için sahip olduğu bütün imkanları ve unsurları işe koşma yetki ve sorumluluğuna sahiptir.

Bu meselede kırmızı çizgilerden birisi hatta birincisi -bütün aparatlarıyla birlikte- etnik ayrılıkçı PKK terör örgütüne, kendisini “Kürt etnik kimliği” ile niteleyen kardeşlerimizin temsilcisi statüsü verilmemesi/kazandırılmamasıdır. Etnik ayrılıkçı terör örgütü ve ürettiği siyaset taraf değil, bertaraf edilmesi/halledilmesi gereken asıl sorundur.

Etnik ayrılıkçı PKK’nın “silahlı faaliyetlerini durdurarak kendisini feshetme” kararı, “siyasi ayrılıkçılık” stratejisini gündeme getirmektedir. Ve bu yeni süreç, ilkinden daha zor, derin ve yıkıcı olacaktır. Bu yeni sürecin hem amacı ve hem de sonucu “bölünmek” değil “yırtılmak” olması kaçınılmazdır. Çünkü kadim Türk Milleti, kaderi bir yaratılmış, bünyesinde yaşayarak var olmuş bir etnik kimlikle siyaseten eşitlenmeye zorlanma riski ile karşı karşıyadır.

Böyle bir durumun, Türk Milletininin ayrıl(a)maz bütünlüğünde, kendisini farklı alt kimliklerle ifade eden kardeşlerimiz için yaratacağı rahatsızlığa da dikkat çekmek durumundayız.  

Meselenin bu mecraya taşınması gayreti, derin bir “Türk Sorunu” potansiyeline sahiptir. Bu iddiamızın mesnetsiz görülmesi ise geleceğe dair muhtemeli göz ardı etmek anlamına gelir. (Ki) yakın geçmişte yaşanan tecrübelerde müşahede edildiği üzere derin handikaplar içerir. Etnik ayrılıkçı terör örgütünün yaklaşık elli yıldır sürdürdüğü, beşikteki bebekleri, hamile kadınları, genç, ihtiyar demeden yakarak gerçekleştirdiği vahşi cinayetlere, toplu katliamlara rağmen, Türk Milleti’nin iradesinde sarsılmalar meydana getirememiş, ciddi kopuşlar yarat(a)mamıştır.  Çünkü Türk Milleti’ne mahsus hasletler, bugüne kadar yaşanması muhtemel facialara engel teşkil eden -neredeyse- tek mania olmuştur. Bu müstesna haslet -kıymetsizleştirildiğinde- aynı zamanda yeni sürecin daha nazik, hassas ve daha kırılgan hale gelmesine sebep olur/yol açar. Dolayısıyla bu hasletlere karşı vefasızlığın, pervasızlığın, saygısızlığın en şedit terör eylemlerinden daha yıkıcı olabileceği ihtimali asla göz ardı edilmemelidir.

Hakikat şu ki, kardeşliğimize halel gelmemesi için özelde ülkemiz, genelde bölgemiz ve hatta küresel anlamda etnik kimlikler ve inançlar üzerinden siyasi çizgiler çizilmesine, duvarlar örülmesine, sosyolojik dinamikler arasında yıkılmaya, yırtılmaya sebep olacak fay hatlarının oluşmasına asla müsamaha gösterilmemelidir.

Hiçbir gerekçe etnik ayrılıkçı terörü, terör örgütünü ve ürettiği siyaseti meşrulaştırmamalı, olağanlaştırılmamalıdır. Fesih, silah bırakma, siyasi stratejiler ve bu süreçteki stratejik eylemler ve taleplerle varılmak istenilen yeri doğru okumak ve meselenin nihai çözümü için makul, gerçekçi/gerekli, uygulanabilir ve sürdürülebilir öneri ve pratiklerle mümkün olabilir. Hakikatleri dile getirmek çizgi eğriltmez. Kıyamet korkusuyla adalete galebe çalınamaz.

Vesselam.

 

Osman KAYA
Emekli/Gazi Emniyet Müdürü

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

KAI ile Haber Hakkında Sohbet
Sohbet sistemi şu anda aktif değil. Lütfen daha sonra tekrar deneyin.