Dr. Alper Sezener
Dr. Alper Sezener

İklim Kriziyle Mücadele Sosyal Adaletsizliği Derinleştirmemeli!

featured

İklim krizi, insanlığın ortak sorunu. Ancak çözümler, yalnızca parası olanın satın alabileceği bir “hizmet” haline gelirse, yeni bir adaletsizlik kapısı aralanır. New York’ta “Herkes İçin İklim Adaleti” (Climate Justice For All) hareketinin sloganı bu yüzden çarpıcı: “Gezegeni kurtarırken, insanları da kurtar!” Kentleri dönüştürürken sormamız gereken soru basit: Bu projeler kimin için? Yeşil bir gelecek ancak herkesin adaletli bir biçimde yararlanabildiği zaman anlamlı.  Unutmayalım: “Gerçek sürdürülebilirlik adaletten geçer.”

İklim krizi, yalnızca çevresel bir mesele değil; aynı zamanda derin bir toplumsal adalet sorunu. Dünyanın dört bir yanında yaşanan kuraklıklar, seller ve aşırı hava olayları, en savunmasız kesimleri orantısız şekilde etkiliyor.

İklim politikaları oluşturulurken bu yükün düşük gelirli kesimler, doğrudan tarıma bağımlı çiftçiler, yerli halklar ve emekçiler üzerinde yoğunlaşmaması kritik önem taşıyor.

Yeşil dönüşümün maliyetleri adil bir şekilde paylaşılmalı ve sürdürülebilirlik, sosyal eşitsizlikleri artıran değil gideren bir araç olmalıdır.

Peki, iklim kriziyle mücadelede adalet nasıl sağlanabilir? Mevcut politikalar hangi riskleri barındırıyor? İşte bu soruların yanıtlarını birlikte arayalım.

***

New York’taki High Line Park, bir zamanlar terk edilmiş bir tren hattıyken, yemyeşil bir yürüyüş parkuruna dönüştü. Ancak bu “çevreci mucize“, etrafındaki mahallelerde kiraları ikiye katladı. Eski sakinler, artık lüks butiklerle dolu sokaklarda kendilerine yer bulamaz oldu.

Bu hikâye, benzer örneklerle dünyanın dört bir yanında tekrarlanıyor: İyi niyetli yeşil projeler, yoksul kesimleri sistemli bir şekilde yerinden ediyor.

Peki, gezegeni kurtarırken insanları unutmak ne kadar sürdürülebilir?  

İklim kriziyle mücadelede kentler ön safta. Bisiklet yolları, enerji verimli binalar, rüzgâr türbinleri… Ancak bu projeler, “yeşil soylulaştırma” (green gentrification) adı verilen bir sosyal krizi tetikliyor. Yeşil altyapı yatırımları, emlak değerlerini şişiriyor; eski sakinler, artan kiralarla baş edemeyip kentin kenarlarına savruluyor. 

Örneğin, Berlin’de enerji verimliliği projeleriyle yenilenen “eko-semtler”, düşük gelirli göçmenleri şehir dışına itmiş durumda. İstanbul Kadıköy’de yaya dostu düzenlemeler, bölgeyi beyaz yaka, genç profesyonellerin gözdesi yaparken esnafın “Bu dükkân artık bana ait değil” duygusu geliştirmesine neden oluyor.

Araştırmalar, ABD’de yeşil sertifikalı binaların olduğu bölgelerde kiraların %20-30 daha yüksek olduğunu gösteriyor.

Yeşil soylulaştırma, çevresel adaletsizliğin yeni yüzü. Zenginler, temiz hava ve parklarla donatılmış mahallelerde yaşarken, yoksullar eski binalarla cevrili sanayi bölgelerine ya da şehrin oldukça dışındaki toplu konutlara hapsoluyor. 

Örneğin, Londra’nın Hackney semtinde organik pazarlar açıldıkça, yerel bakkallar kapanıyor. Üstelik, hava kalitesi iyileşen bölgelerde yaşayanlar artık “seçilmişler” – marjinal gruplar ise kirliliğe maruz kalmaya devam ediyor.

Türkiye’de de benzer örnekler görmek mümkün. İstanbul’da Kuzey Ormanları’na yakın bölgelerde lüks konut projeleri yükselirken, kent merkezindeki düşük gelirli kesimler, dönüşüm projeleri bahanesiyle yerlerinden ediliyor. Fikirtepe Kentsel Dönüşüm Projesi, bu durumun en çarpıcı örneklerinden biri. Bölgedeki eski yapılar yıkılarak yerine modern ve çevreci binalar inşa edilirken, eski sakinlerin büyük bir kısmı yüksek maliyetler nedeniyle mahallelerine geri dönemedi.

Bir diğer örnek, Ankara’daki Çayyolu ve Mamak arasındaki fark. Çayyolu semtinde geniş parklar, bisiklet yolları ve çevreci projeler yükselirken, Mamak gibi düşük gelirli mahallelerde hava kirliliği ve altyapı eksiklikleri ciddi bir sorun olarak varlığını sürdürüyor.

Ayrıca, İzmir’deki Karşıyaka ve Gaziemir karşılaştırması da dikkat çekici. Karşıyaka gibi kıyı bölgeleri daha fazla çevre düzenlemesi ve yeşil alan yatırımı alırken, Gaziemir gibi sanayiye yakın bölgelerde yaşayanlar hava kirliliğine maruz kalıyor. Hatta Gaziemir’de uzun yıllar boyunca radyasyonlu atıkların varlığı tespit edilmesine rağmen, etkili bir temizlik politikası geliştirilemedi.

Bu, sadece bir konut sorunu değil; aynı zamanda sağlık ve kültür erozyonu.  

***

Peki çözüm nedir?” diye sorulduğunda elimizde henüz hayata başarılı olarak geçirilmiş yeterli örnek olmasa da bazı projelerin oldukça olumlu sonuçlar verdiği görülüyor.

Mevcut örnek ya da pilot çalışmalardan yola çıkarak birkaç önemli öneriyi paylaşmakta yarar var:

  1. Topluluk Temelli Planlama: Örneğin, Barcelona’daki “süper bloklar” projesi, sokakları arabalardan arındırırken, kararlara yerel halkı dahil etti. Sonuçta hem trafik azaldı hem de sosyal doku korundu.
  2. Kira Kontrollü Yeşil Konutlar: Yeni yeşil projelerde, düşük gelirliler için kotalar ayrılmalı.
  3. Dayanışma Ekonomisi: Boston’da olduğu gibi, “güneş enerjisi kooperatifleri” kurarak, yenilenebilir enerjiye erişim toplumun tüm kesimlerine yayılabilir.

İklim krizi, insanlığın ortak sorunu. Ancak çözümler, yalnızca parası olanın satın alabileceği bir “hizmet” haline gelirse, yeni bir adaletsizlik kapısı aralanır. New York’ta “Herkes İçin İklim Adaleti” (Climate Justice For All) hareketinin sloganı bu yüzden çarpıcı: “Gezegeni kurtarırken, insanları da kurtar!

Kentleri dönüştürürken sormamız gereken soru basit: Bu projeler kimin için?

Yeşil bir gelecek ancak herkesin adaletli bir biçimde yararlanabildiği zaman anlamlı.

Unutmayalım: “Gerçek sürdürülebilirlik adaletten geçer.”

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Zafer Partisi
Zafer Partisi
Giriş Yap

Haberiniz.com.tr ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!