10 Kasım’da sona eren hayat hikâyesi, vatanı Trablusgarb’ta, Balkanlarda, Diyarıbekir’de, Bitlis’te, Suriye’de, Kanal’da kurtarmaya çalışan Mustafa Kemal’in hikâyesidir. Çanakkale’de Anafartalar’da başlamıştır kurtarmaya. Diğer cepheler zamanın yaşanması ile ilgilidir. Hoş, Anafartalar da öyledir ancak özeldir. Yüce Tanrı’nın bir lütfudur. Daha yarbayken bir yıldız gibi parlamış, tarih sahnesine Anafartalar Kahramanı Mustafa Kemal çıkmıştır.
Aslında sadece Mustafa Kemal’in hikâyesi de değil, Türk Milletinindir de. Nasıl mı? Kısa kısa bir bakalım.
İki yüz yıllık sancı
18’inci asırdan itibaren tökezlemeye başlayan Devlet-i Aliye’nin hâli bunalıma dönüşmüştür. Zamanın gittikçe artan baskısı 19’uncu yüzyılın sonlarına doğru daha da ağırlaşarak hissedilmeye başlar. 1877-78’de hem doğuda hem de batıda Ruslarla harbe girilir. Ruslar batıda Tuna’yı geçerek topraklarımıza girip Yeşilköy’e kadar gelecek, doğuda da Erzurum’a dayanacaktır. Kars 41 yıl Rus hâkimiyetinde kalır.
Rusya savaş ilan ettiğinde, ordumuzda doktor yoktur. Avrupa’dan ilanla sözleşmeli doktor bulunur. Yaralılarımızı onlar tedavi ederler. Erzurum cephesinde de görev yapan doktor daha sonra Avusturalyalı askerlerle birlikte Çanakkale’ye gelecektir.
Mithat Cemal Kuntay Üç İstanbul romanında Maliye Nâzırının, Reji İdaresi Müdüründen “Sarayın 500 Lira borç istediğini” yazar. Bu bilgiye de Reji Müdürü Rambert’in yazdığı kitabı ve sayfasını dipnot olarak verir. Yani gelirlerimizi alacakları için toplayan idarenin müdüründen borç istenmektedir.
Sonra 20’nci yüzyıl… Baş döndüren, çocukların çocukluğunu, gençlerin gençliğini yaşayamadan vatan savunmasına koştuğu, anaların evlat, nişanlıların yavuklu, gelinlerin koca yolu beklediği yıllar… Birçoğu sılasına kavuşamayanların hikâyesi… Ama öyle hikâyeler ki dünya tarihinde eşine ender rastlanır… Sılasına kavuşanlar da esaretten döndüklerinin ertesi günü vatan müdafaasına koşacaklardır…
Ya istiklâl ya ölüm…
Bu insanları kadın, erkek, çocuk, genç, ihtiyar demeden bu mücadeleye girdiren nedir diye baktığımızda Türk Milletinin karakterindeki bağımsızlık ve egemenlik özelliği ortaya çıkar. Ancak iki yüzyıldır perişanlık içinde olan millete bunu hatırlatacak birisi gerekir. İşte o da Türk Milletinin karakterini çok iyi bilen Anafartalar Kahramanı Mustafa Kemal’dir.
38 yaşında gencecik bir general olarak çıktığı çok ama çok zorlu istiklâl yoluculuğunu, 41 yaşında gâlip bir milletin lideri olarak bitirir.
9 Eylül 1922’den sonra daha İzmir’deyken, asker Mustafa Kemal, “Millî mücadelemizin bu safhası kapanmıştır. Şimdi ikinci safhasını açmamız gerekiyor” sözleri ile yeni bir yolculuğa başlar. Bu sefer büyük devlet adamı kimliğini öne çıkar.
Vatan kurtulmuş, Lozan’da, Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti olarak bütün dünyanın tanıdığı bir antlaşma yapılmıştı. Ve 29 Ekim 1923’te yeni devletin Şekl-i Hükümeti ilan edildi. Artık Türkiye Cumhuriyeti vardı. Türk Milleti kendini yönetecekleri seçecekti. Bu ilk adımdı.
10’uncu yılda çok büyük coşku ile yaptığı konuşmasında Cumhuriyeti tarif ederken büyük bir tarih şuurunu ve Türk Milletine aşkını kısacık, “Az zamanda çok ve büyük işler yaptık. Bu işlerin en büyüğü, temeli, Türk kahramanlığı ve yüksek Türk kültürü olan Türkiye Cumhuriyeti’dir.” cümleleri ile aktarır.
Bütün dünya duysun ki…
30 Ağustos 1924’te Dumlupınar’da savaş meydanında yaptığı anma toplantısındaki konuşmada söyledikleri çok önemlidir. Tanımayanlar için çok bir şey ifade etmeyecek cümleler, daha iki yıl önce o meydanda bir milletin istiklâlini kazandıran komutan olması açısından büyük önem arz etmektedir. “Mahkûm olmak istemeyen bir milleti, esareti altında tutmaya muktedir olacak kadar kuvvetli müstebitler, artık bu dünya yüzünde kalmamıştır. Türk Milleti, burada ihraz ettiği zaferle, gösterdiği azim ve irade ile bu hakikati, tarihin sinesine çelik kalemle yazmış bulunuyor.”
Bu sözlerle aslında bütün dünyaya seslenmektedir. Türk Milleti sadece kendi hürriyet ve istiklâlini değil, insanlığı da esaretten kurtarmıştır. Artık sömürge devri sona yaklaşır.
Dumlupınar’daki nutkundaki “Efendiler! Milletimizin hedefi, milletimizin mefkûresi, bütün cihanda tam manasıyla içtimaî bir heyet olmaktır. Çünkü dünyada her kavmin varlığının kıymeti, hürriyet ve istiklâl hakkı, malik olduğu ve yapacağı medeni eserlerle mütenasiptir. Medeni eser yaratmak kabiliyetinden mahrum olan kavimler, hürriyet ve istiklâllerini kaybetmeye mahkûmdurlar… Medeniyet yolundaki muvaffakiyet, yenileşmeye bağlıdır. İçtimaî hayatta, iktisadî hayatta, ilim ve fen sahasında muvaffak olmak için tek yol budur.” ifadeleri onun niçin “Yüzyılın dâhisi” olduğunun küçük bir göstergesidir.
10 Kasım işte bu hikâyenin başkahramanı Mustafa Kemal Atatürk’ün, görevini tamamlayıp, Yüce Tanrı’sının çağrısına uyduğu gündür. Şüphesiz Türk Milleti onun için ağıtlar yakmış, ardından gözyaşı dökmüş ve hâlen Fatihalar okumakta, dua etmektedir. Ama sadece Fatiha okuyup dua etmekle de kalmaz. Onun Dumlupınar’daki talimatları hâlen geçerlidir.
“Efendiler! Hiç şüphe etmemelidir ki, yeni Türk devletinin, genç Türk cumhuriyetinin temeli burada atılmıştır… Ebedi hayatı burada taçlanmıştır. Burada akan Türk kanları, bu göklerde uçuşan Türk ruhları, devlet ve cumhuriyetin ebedi muhafızlarıdırlar.
Gençler! Cesaretimizi kuvvetlendiren ve devam ettiren sizsiniz. Ey yükselen yeni nesil! İstikbâl sizindir! Cumhuriyeti biz kurduk, onu yükseltecek ve yaşatacak sizsiniz!”
Unutulmamalıdır ki, Dumlupınar’daki ruh Türk Milletinin ruhudur ve hâlen yaşamaktadır.