“Halifelik”, İslam Alemi’nde eskiden olduğu gibi bugün de çokkonuşulan, tartışılan konulardan biridir. İslam Alemi’nde oldukça önemli sayılabilecek bir Halifelik Lobisi vardır. Doğal olarak ülkemizde de bu lobinin güçlü uzantıları mevcuttur. Türkiye’de “Siyasal İslamcılar” olarak nitelendirdiğimiz grup aynı zamanda Halifelik Lobisi’nin Türkiye temsilcileridir.
Türkiye’deki Halifelik Lobisi üyeleri, Atatürk’ü hiç sevmezler, hatta Atatürk’e düşmandırlar. Halifelik Lobisi’nin Atatürk’ü sevmemelerinin, düşman olmalarının en önemli sebebi Halifeliği kaldırmış olmasıdır. Onlar, Atatürk’ü halifeliği kaldırmak suretiyle İslam Dünyası’nı başsız, lidersiz bırakmakla itham ederler. Halifelik lobisinin Atatürk’ü itham etmelerinin haklı olup olmadığını yazının sonunda açıklayacağım. Önce, Halifelik Lobisi’nin iddialarını ve bu iddiaların doğru, haklı olup olmadığını inceleyelim.
Halifelik Lobisi’nin başlıca iddiaları şunlardır:
1- Halifelik, İslam Dini’nde olmazsa olmaz bir kurumdur. Allah’ın emridir.
2- Halife, tüm dünya Müslümanlarının önderi ve yöneticisidir.
3- Halife, peygamberin vekilidir.
4- Halife, Müslümanların önderi ve yöneticisi olarak dini korumak, Allah adına dini hükümler koymakla görevli ve yetkilidir. Bu yetki, günümüzdeki yasama yetkisi anlamındadır.
5- Halife, aynı zamanda tüm Müslümanların yöneticisi olarak devlet başkanlarının sahip olduğu yürütme görev ve yetkisine haizdir. Halife, dünya Müslümanlarının canlarını, mallarını ve güvenliklerini korumakla da görevli ve yetkilidir.
6- Adaletin dağıtılması, bunun için yargılama işinin yürütülmesi de halifenin önemli görev ve yetkilerindendir.
7- Tüm Müslümanlar halifeye itaat etmekle yükümlüdürler. Halifeye itaat etmemek Allah’a karşı gelmektir.
Yukarıda belirttiğimiz hususlar, Halifelik Lobisi’nin genel iddialarıdır. Bundan başka bazı guruplar, bunlara ilaveten Halife’nin Arap Milleti’nden ve Kureyş Kabilesi’nden olmasını da şart koşmaktadırlar.
Osmanlı Devleti’nde ise halifeler Allah’ın yeryüzündeki gölgesi (Zillullah) olarak nitelendirilmişledir.
Halifelik Lobisi’nin iddialarını belirttikten sonra doğru ve haklı olup olmadıklarını inceleyelim:
1- Kur’an-ı Kerim’de halife kavramı ile ilgili ayetlerden bazıları şunlardır:
Bakara Suresi 30. Ayet: Bir zamanlar Rabb’in meleklere: “Ben, yeryüzünde bir halife atayacağım.” demişti de onlar şöyle konuşmuşlardı: “Orada bozgunculuk etmekte olan, kan döken birini mi atayacaksın? Oysaki bizler, seni hamd ile tespih ediyoruz; seni kutsayıp yüceltiyoruz.” Allah şöyle dedi: “Şu bir gerçek ki ben, sizin bilmediklerinizi bilmekteyim.
Enam Suresi 165. Ayet: O, sizi yeryüzünün halifeleri yapan ve sizleri verdiği şeylerle denemek için kiminizi, kiminize üstün kılandır. Şüphe yok ki, Rabbin çabuk cezalandıran ve yine şüphe yok ki, O, tek bağışlayan, tek merhamet edendir.
Yukarıda verdiğimiz ayetlerden Allah’ın peygamber vekili, tüm Müslümanların önderi ve yöneticisi olacak bir halifeyi emrettiği anlamı çıkarılamaz. Bu ayetlerde kastedilen halife, genel olarak insanlığın tümüdür. Allah, bu ayetlerle insanlara kendi emir ve yasaklarını dünyada uygulamak görevi ve sorumluluğu yüklemiştir. Ancak, insanların pek çoğunun buna uymadığı gene Kur’an’da ifade edilmektedir.
2- Halifenin tüm dünya Müslümanlarının önderi ve yöneticisi olması fiilen mümkün değildir. Çünkü, Müslümanlar dünyanın 5 kıtasına yayılmış durumdadırlar. Bundan başka halkının çoğunluğu Müslüman olan 57 devlet var iken bazı Müslümanlar çeşitli devletlerde dini azınlık olarak yaşamaktadırlar. Bu kadar çok sayıda devletin halife olacak kişinin önderliğini ve otoritesini kabul etmeyeceği gün gibi açıktır. Çünkü, hiçbir devlet egemenliğini paylaşmaz.
3- Peygamberlik, Hz. Muhammed (A.S.) ile sona ermiştir. Geri gelmemek üzere sona ermiş bir makamın ve görevin vekaleti diye bir şey söz konusu olamaz. Asıl varsa, vekalet vardır. Asıl yoksa vekalet de yoktur. Peygamberlik sona erdiğine göre elbette peygamberin vekilliği de söz konusu değildir.
4- Peygamberin vekili, tüm Müslümanların önderi ve yöneticisi anlamında bir halife söz konusu olamayacağı için kendisini halife ilan bir kimsenin Allah adına dini hükümler koyması da mümkün değildir.
5- Peygamberin vekili, tüm Müslümanların önderi ve yöneticisi anlamında bir halife söz konusu olamayacağı için kendisini halife ilan bir kimsenin yürütme görev ve yetkisine haiz olması da söz konusu olamaz.
6- Peygamberin vekili, tüm Müslümanların önderi ve yöneticisi anlamında bir halife söz konusu olamayacağı için kendisini halife ilan bir kimsenin adalet dağıtması, yargılama yapması da elbette söz konusu olamaz.
7- Peygamberin vekili, tüm Müslümanların önderi ve yöneticisi anlamında bir halife söz konusu olamayacağı için Müslümanların kendisini halife ilan eden bir kimseye itaat etmek yükümlülükleri yoktur.
Peygamberin vekili, tüm Müslümanların önderi ve yöneticisi anlamında bir halifenin söz konusu olamayacağını açıklayabildiğimi sanıyorum. Hz. Muhammed, sadece peygamber değil, aynı zamanda devlet başkanıydı. Hz. Muhammed’in vefatından sonra işbaşına gelen Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali, peygamber vekili olarak değil; devlet başkanı olarak görev yapmışlardır. O dönemde bu kişilere “Halife-i Müslimin” değil, “Emir-ül Müminin” deniyordu. Saydığımız bu kişiler, Hz. Muhammed’e peygamber vekili sıfatıyla değil, devlet başkanı sıfatıyla halef olmuşlardır.
Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali seçimle veya Müslümanların ortak kararıyla işbaşına geldikleri halde, devlet başkanlığı, Muaviye’den sonra babadan oğula intikal şeklinde saltanat haline gelmiştir. “Halifelik” denilen devlet başkanlığı, zaten İslami bir kurum değilken, saltanat haline gelmiş olması, bu kurumu tamamen İslami olmaktan uzaklaştırmıştır.
Osmanlı Devleti’nde 2. Abdülhamit, Müslüman unsurların ayrılmasını önlemek için Halifeliği bir siyaset aracı olarak kullanmak istemiş, ancak başarılı olamamıştır. Sultan Mehmet Reşat, 1914 yılında halife sıfatıyla, Cihad-ı Ekber fetvası yayınlayarak tüm dünya müslümanlarını Osmanlı Devleti’nin yanında İngilizlere, Fransızlara karşı savaşmaya çağırmıştır. Bu çağrıya Türklerden başka uyan olmamıştır. Bilindiği üzere Hint Müslümanları Çanakkale’de İngiliz Ordusunda, bir kısım Afrikalı Müslümanlar ise gene Çanakkale’de Fransız Ordusu’nda bize karşı savaşmışlardır. Arabistan ve Filistin’de İngiliz altınlarının cazibesine kapılan Arapların da Türk Ordusu’nu arkadan vurdukları tarihi bir gerçektir.
Son Padişah Vahdettin, Halife-i Müslümin, yani Müslümanların Halifesi sıfatıyla İngiltere’den sığınma istemiş, bir İngiliz Zırhlısı ile kaçmıştır.
Atatürk, hiçbir şekilde İslami olmayan, Müslümanlara yarar yerine zarar vermeye başlamış olan içi boş bir Halifelik Kurumunu kaldırmıştır. Kaldırmakla da çok iyi etmiştir. Halifeliğin kaldırılmasından sonra özellikle İngilizler, kukla gibi oynatabilecekleri bir kurumu ve bunun başındaki kuklalarını kaybetmişlerdir.
İngilizlerin, Fransızların ve diğer Avrupa Devletleri’nin Atatürk’e düşman olmalarını anlayabiliriz. Çünkü, Atatürk, Onlar’ın tekerine çomak sokmuştur, oyunlarını bozmuştur. Ancak, Müslümanların, hele hele Türkiye’de yaşayan bir kısım Müslümanların halifeliği kaldırdığı için Atatürk’e düşman olmalarını anlamak mümkün değildir. Atatürk’e halifeliği kaldırdığı için düşman olmak, ancak, cehaletle ve yobazlıkla izah edilebilir. Evet, lafı eğip bükmeden söylüyorum: HALİFELİĞİ KALDIRDIĞI İÇİN ATATÜRK’E DÜŞMAN OLANLAR, CAHİL VE YOBAZDIRLAR.