Ahalinin işsizlik, yoksulluk, salgınla daha da ağırlaşan geçim sıkıntısıyla boğuştuğu bir dönemde, derde deva, sadre şifa yanı ne olur bilinmez ama hukuktan bahsedilmesi hiç yoktan gene de iyidir. Hukuk üstün değer olmaktan çıktığında sair alanlarında hızla bozulduğu son on yılda tecrübeyle sabittir. İktidarın ani bir reveransla hukuka dönüşü hepimizi mutlu eder. Lakin içeriği ve samimiyeti nedir, o da yaşanıp görülecektir.
Başlığa takılmayın eski metinlerde yeri yoktur, özel bir laf değil naçizane uydurmamdır. Bir yerde, yahut alanda reform ihtiyacı doğarsa, oranın, onun deforme olduğunun kabulü gerekir. Fakat evrensel ilkelere oturan hukuk, insan, toplum ve devlet hayatının tümünü kapsamasından kaynaklı sürekli değişime uğrasa bile reforma çok sık ve kolay muhtaç olmaz.
Yazılı kaynaklarda en eski hukuk reformu, İngiliz Kralı Yurtsuz John’un 1215’de kabul etmek zorunda kaldığı Magna Carta‘dır. Hukuk tarihinde ilk anayasa metni ve demokrasi yolunda atılmış ilk adım olarak kabul edilir. (Bu arada İngiltere’de bir yazılı anayasa olmadığı da bir tevatürdür) Magna Carta ile tarihte ilk kez bir Kral, tebaasına tavizler ve güvenceler vermiş, bunu da yazılı bir belgeye dönüştürmüştür. Çok basit bir metin de değildir, içerikli 63 maddedir. Yargıya ilişkin 39, 40’ıncı maddeleri modern hukuk açısından kurucu değerdedir. Bunlar, özet olarak; Hiç kimse, cari yasalara göre yargılanmadan tutuklanmayacak, hapse atılmayacak, malına el konmayacak, suçlu ilan edilmeyecek, sürgüne gönderilmeyecek ve en önemlisi de, hak ve adalet kimseden esirgenmeyecek, adalet geciktirilmeyecektir.
O dönem için oldukça önemli ve ileri bir hukuki metin olan Magna Carta’da Kral John’un bu fermanının muhatabı sıradan İngilizler değil, kendisinin adaletsiz uygulamalarına, mallarına mülklerine çökmesine, haksız tutuklamalarına isyan etmiş baronlardır. Yani sıradan halkın lehine haklar içeren bir ferman değildir. O tarihten bu yana hukuk devleti, anayasa ve demokrasi adına atılan diğer tarihi adımlarda, mutlak monarşilere karşı ön saflarda mülk sahipleri, burjuvalar, tüccarlar görülür. Çünkü bu tür reformların neredeyse tümünde mesele çoğu kez ekonomiktir. Adaletsizlikten şikâyetin ayyuka çıktığı için değil de ekonominin dip yaptığı için akla gelen hukuk reformu da böyledir.
Bizde tanımına-kuramına uygun bir burjuvazi hiç olamadığı için hukuk reformumuz geçen asrın başlarında yıkılan imparatorluğumuzun yerine kurulan modern Cumhuriyete geçişte zorunluluk olarak yapılmıştır. Sonraki dönemde modern dünyayla uyumlu yasama faaliyetleri de reform değil olağan işleyişle olmuştur. Darbelerle kesintiye uğrayan düzende yeni anayasalarla köklü değişimler bile bugünkü gibi bir reform olarak tanımlanıp sunulmamıştır.
Bugün reform sayılacak bir hukuki değişimler niçin ve nasıl olacak, kimse bilmiyor. Reformcuların neyi kastettikleri de henüz açıklanmadı. Ama şu bir gerçek ki reform ihtiyacı halkın talebinden kaynaklanmıyor. Aksi halde 18 yıldır tek başına ve istediği gibi yöneten iktidarın zaman içerisinde yapacağı yasalarla aksayan yönleri düzeltmesi pekâlâ mümkündü. Reform köklü değişiklik demektir ki eğer ihtiyaç duyuluyorsa hukukun deforme olduğunun kabulü gerekir. Anlaşılan o ki hukuk reformu tıpkı 1215 de olduğu halka değil baronlara (yabancı yatırımcılara) verilecek tavizler olacaktır. Zaten hukuk reformundan söz edenlerin hemen ardından yabancı yatırımcılara çağrıları hem ihtiyaç hem de ilandır.
İşin esası şu ki; bahse konu hukuk reformunda bal yatırımcılara, acıyı bal etmek de halka düşecektir. Hukuk devletinde reforma ihtiyaç olmaz. Çünkü ilkeleri bellidir, uyar, uygularsan sistem işler. Uymuyor ve uygulamıyorsan reform gene deform olmaya devam eder.