Dersim adının anlamı hakkında doğruluğu kanıtlanmamış üç temel görüş vardır. Farsça: Der+sim yani gümüş kapı. Zazaca: Dar+sim yani gümüş ağaç. Türkçe+Farsça: Dere+sim yani gümüş dere.
Desim/Disim aşiretinin kökeni için Osmanlı arşiv belgelerinde “Türkmanan Ekradı” (Türkmenlerin Kürtleri) ve “Ekrad” (Kürtler) kayıtları düşülmüştür. Türkmanan Ekradı veya Türkman Ekradı, Türkmenlerin Kürtleri anlamına gelir. Osmanlı-Safevî mücadelesi sona ermesinden sonra birçok Türkmen aşireti parçalanarak, kethüdalıklar şeklinde Kürt aşiretlerinin himayesine verilmiş, “Türkmen Ekrâdı” kavramı da bu Türkmen aşiretleri için kullanılmıştır.
Bir Osmanlı kaydında Disimlü aşireti hakkında şu bilgiler verilmiştir: “Türkmen ekradı topluluğundan olan Okçu İzzedinli aşiretine bağlı Disimlü aşiretinin ekserisi çift ve dam sahibi olup altun ve gümüş işleri ile uğraşırlar.”
Disimli aşiretinin bağlı olduğu Okçuizzeddinli cemaati için Osmanlı belgelerinde “Türkmen ekradı taifesinden” kaydı düşülmüş, bu cemaatin Kıllı aşiretinden koptuğu söylenmiştir.
Kıllı aşireti, Osmanlı kaynaklarına göre “Yörükân taifesinden”dir ve Cerid aşiretinden kopmuştur.
“Konargöçer Türkman Yörükânı taifesinden” olduğu Osmanlı kayıtları tarafından teyit edilen Cerid cemaati de Bozulus’tandır.
Bozulus ise Osmanlı Devleti’ne intikal eden Akkoyunlu bakiyesi Türkmen boylarına verilen ortak isimdir.
16. yüzyılda Dersim bölgesine adını veren Desimlü cemaatindeki insan isimleri arı-duru Türkçedir. Bunlarda bir kısmı şöyledir: Alpı, Bayram, Budak, Dengiz, Durak, Gemrek, Göç-bek, Khani-baba, Kılıç, Korkmaz, Kutlu-buğa, Mamlu, Melik-Kuş, Menteş, Ulaş…
1520 yılında merkezi Belde nahiyesi olan Çemişgezek adıyla bir sancak teşkil edilmiş ve Diyarbakır sancağına bağlanmıştır.
1523 Osmanlı tahrir defterlerine göre, Çemişgezek sancağında Disimlü cemaatinin yaşadığı Disimlü adlı bir köy vardır. Bir yerleşme adı olarak sahip olduğumuz ilk kayıt da budur.
18. yüzyıldan (1700’lü yıllar) itibaren Osmanlı belgelerinde, aşiretin adı artık “Dersimlü” şeklinde kaydedilmeye başlanmıştır. Mesela, 1732 ve 1745 tarihli iki Padişah fermanında, ayrıca 1751 tarihli bir dilekçede Dersimlü ve Şeyh Hasanlı aşiretlerinin eşkıyalıklarından söz edilmektedir. (Bu yüzyıldan itibaren 1938 yılına kadarki süreçte eşkıyalık ile ilgili sayısız belge vardır.)
Önce bir aşiret ve köy adı olan Desim/Disim, 18. ve 19. yüzyıl arasında (muhtemelen eşkıyalık faaliyetlerini ilk başlatan ve/veya daha şiddetli uygulayan bu aşiretin olmasından dolayı) bölgesel bir kimlik kazanmıştır. Eşkıyalık faaliyetleri başlangıçta ekonomik zorluklardan kaynaklanırken sonraki dönemlerde bir kültürel alışkanlığa dönüşmüştür.
1848 yılında yönetim merkezi Hozat olan Dersim adıyla bir sancak teşkil edilmiş, bu sancak Diyarbekir eyaletine bağlanmıştır. 1848 yılından sonra birçok idari değişikliğe gidilmiş, kaza ve vilayete dönüştürülmüştür. Dönem dönem Erzurum ve Harput’a bağlanmıştır.
Dersim hakkında Osmanlı veya Cumhuriyet dönemlerinde kaleme alınmış bütün devlet raporlarında, bölgenin coğrafi özellikleri ve bu özelliklerin yarattığı zorluklar vurgulanmıştır. Çünkü bu coğrafi zorluklar, devletin bölgede yönetim aygıtını tesis etmesine engel teşkil etmiştir. Tanzimat’la beraber merkezîleşmenin gereği olarak yapılan uygulamalar, uzun süredir başına buyruk hareket eden yerel yöneticilerin tepkisine yol açmıştır.
Osmanlı Devleti, ilk dönemlerde bu zorlukları daha pragmatist yönetim modelleri (yurtluk-ocaklık vb) geliştirerek aşmaya çalışmıştır. Bundan sonuç alamayınca birtakım raporlar hazırlatmak, yatırımlar yapmak, nasihat heyetleri göndermek, askerî harekâtlar düzenlemek, eşkıya kovalamak, bölge insanını Sünnileştirmek gibi bazı tedbirlerle eşkıyalık faaliyetlerini engellemek istemiştir.
Üç yüz yılı aşkın bir süre içinde (1700-1935) Dersim adı eşkıyalıkla özdeşleşmiştir. “Dersim eşkıyası” tabiri, saldırıya uğrayan çevre başta olmak üzere kamuoyunda ve devlet aklında bir olguya dönüşmüştür. Üç yüz yıl boyunca, sonu gelmeyen eşkıyalık faaliyetlerine karşı bir enerji birikmiştir.
Cumhuriyet yönetimi, Dersim’le ilgili reformlarına 1935 yılında başlamıştır. Kamuoyunda ve devlet aklında eşkıyalık ile eşitlenen Dersim sancağını kaldırmış, bazı idari düzenlemeler yaparak yerine Tunceli ilini kurmuştur. Pülümür, Nazımiye, Hozat, Mazgird, Ovacık, Pertek, Çemişkezek kazaları Tunceli iline bağlanmıştır. Aynı kanunla Artvin, Rize, Hakkâri, Bitlis ve Bingöl adlı yeni iller teşkil edilmiştir. (Tunceli’nin merkezi bugünkü yeri olan Mameki köyüne taşınmıştır.)
Dersim adı, Seyit Rıza İsyanına veya bölge insanına bir ceza olarak değiştirilmemiştir. Seyit Rıza İsyanından iki yıl önce yapılan bu işin temeli, eşkıyalık ile özdeşleşen Dersim adının kötü imajını (hatta “çıban” diyenler bile çıkmıştır) bölge insanının üzerinden kaldırmaktır.
Tunceli adı; Rumeli, Türkeli, İçel örneklerinde olduğu gibi Türk ad verme geleneğinin bir devamıdır. Ülke, yurt anlamlarına gelen “il”, “el” kelimesi, “Tunçtan insanların ili” anlamında Tunceli adında kullanılmıştır. “Devlet, Dersim’i tunçtan eliyle ezdi” demek, eskiden beri etnik ayrılıkçı çevrelerin yaptığı kötü ve art niyetli bir yorumdur.
Cumhuriyet yönetiminin temel hedefi, çağdaş bir ulus inşa etmekti. Bu nedenle kapalı yapıları ve ulusal bütünleşmeye mâni olan bütün engelleri ortadan kaldırma azmindeydi. Birçok alanda düzenlemeler yapmış, önüne çıkan engelleri bir şekilde aşmış geriye sadece “Dersim” kalmıştı.
Devlet aklı, çalışmalarını uzlaşma içinde yapmak istiyordu. Atatürk’ün emri ile Vali Cemal Bardakçı, aşiret ağaları ile görüştü. Bu görüşmede, topraksız olan bütün köylülere toprak verileceği, yolsuz ve okulsuz köyün kalmayacağı söylendi. Yapılacak işlerin Tuncelilere faydaları anlatıldı. Yapılan görüşmelerde kesin bir sonuç alınamadı.
Dersimli aşiret ağalarından bir kısmı, yeni gerçekliği kavramakta güçlük çektiler. Cumhuriyet idaresine; silahlarının toplanmamasını, vergilerin pazarlık usulü alınmasını, yeni yollar, köprüler okullar yapılmamasını, yeni idari düzenlemelere gidilmemesini vb. bildiren bir “ültimatom” verdiler. Sonuçta gerilim arttı ve bilinen gelişmelerden sonra olaylar patlak verdi.
1937-1938 yıllarında meydana gelen olaylar, Cumhuriyet ile feodalizmin (dönemdeki ifadelerde “Derebeyliğin son kalesi”nin) mücadelesidir. Bölgenin etnik ve dini kimliği ne olursa olsun, bu harekât sonuçta yapılacaktı. Bu bağlamda Dersim adı feodalitenin, Tunceli adı ise Cumhuriyetin sembolüdür.
Atatürk’ün hastalığının arttığı 1938 yılında devlet tarafından aşırı şiddet uygulanmış, (saha çalışmalarımızda dönemin tanıklarından dinlediğimize göre) bazı yerlerde askeri birlikler, sivilleri hedef alınmıştır. Aşırı şiddetin başat nedeni, yüzyıllardır biriken ve “çıban” haline gelen “Dersim eşkıyalığı”na kesin bir son vermek arzusudur. Harekâtta aşırı şiddet uygulayanların (çünkü bunların lokal olduğu anlaşılmaktadır) bilinçaltındaki neden ise bölgenin “Kızılbaş” kimliğine yüzyıllardır biriken önyargı ve düşmanlıktır.
1980’li yıllardan sonra etnik ayrılıkçı hareketlerin ülkemizde taban bulmasıyla eski yer adları, Cumhuriyete ve Türk uluslaşmasına itirazın bir aracına dönüştürülmüştür. “Dersim” adı da bundan nasibini almıştır.
Etnik ayrılıkçılığın taban bulamadığı yerlerde eski yer adları bir meydan okuma aracına dönüşmemiş, eski yer adlarından bir kısmının kullanımına tepki oluşmamıştır. Mesela Balıkesir’in eski adı olan Karesi, merkez ilçelerden birine verilmiştir. Buna itiraz eden bir kişi bile çıkmamıştır.
Tunceli adı kanunla verilmiştir. Belediye meclisi kararıyla değiştirilemez. Belediye meclisi, TBMM kanunlarına aykırı iş yapamaz. “Yaparım” derse, bunun adı hukukta isyan olur.
Eski yer adlarının kullanımı, Tunceli’de olduğu ülkemizin her yerinde vardır ve halkın bu kullanımına, her yerde olduğu gibi Tunceli’de de saygı duymak gerekir. Kültürel bir isim olarak ve özel birtakım işletmelerde Dersim adı kullanılabilir. Bunun Türkiye’de örnekleri çoktur, bunda bir beis de yoktur. Tunceli Belediyesi istiyorsa bir veya birkaç sosyal tesisin adını Dersim koyabilir.
Dersim de Türklüğündür, Tunceli de… Dersim adı üzerinden Cumhuriyete ve Türklüğe meydan okumak doğru olmadığı gibi, Tunceli adı üzerinden toplumun bir kesimini tehdit etmek doğru değildir. İki yanlış bir doğru etmez. 1848’den 1935’e kadar Dersim, 1935’den sonra Tunceli’dir. Bundan sonrası boş ve gereksiz tartışmak olur.
Son dönemlerde etnikçi çevrelerin Dersim adı üzerinden Cumhuriyet’e meydan okumasını saymazsak bölgede yaşlılar başta olmak üzere hatırı sayılır bir kesim hâlâ Dersim (daha doğrusu Desim) adını kullanır ve bunda herhangi bir “Cumhuriyet düşmanlığı” yoktur. Bilakis bunlar Atatürk’e âşık bir nesil ve kitledir.
Feodalizmden Cumhuriyete geçişle birlikte Tuncelililer, insanların aşiret ağalarının keçi çobanlığından kurtularak devletin en üst makamlarına yükselişine şahitlik etmiştir. Dolayısıyla kültürel ve geleneksel olarak Dersim adını kullanan insanları, etnik ayrılıkçı çevrelerden ayrı tutmak, hassasiyetlerine dikkat etmek gerekir.
Dersim, en çok milli kahraman Dersimli Diyap Ağa’nın adında gerçek kimliğini bulmuştur. Diyap Ağa’nın adındaki Dersim kelimesinden şimdiye değin kimse rahatsız olmamıştır.
Aksine Dersim adı bir milli kahramanın adında gerçek ifadesini bulmuştur. İnsanların tepkisi Dersim adına değil, Dersim adı üzerinden Cumhuriyet’e ve Atatürk’e itiraz edilmesinedir.
Tunceli’deki Seyit Rıza heykeli kaldırılmalı ve yerine tıpkı fotoğraflarda olduğu gibi Dersimli Diyap Ağa ile Atatürk’ün anıtı dikilmelidir.