30 Ağustos 1922 Türk tarihinin şahikasıdır. Türk Milleti çok büyük yokluklar içinden çıkarak büyük bir azim ve kararlılıkla zafere ulaşmayı başarmıştır. Sonuçlarından en önemlisi de tarihin yeniden düzenlenmesi olmuştur. Bir millet yok edilmek üzereyken, medeniyetler mücadelesinde büyük bir sonuç alınacakken her şeyi tersine çeviren bir savaştır.
Türk Milletinin büyük dâhisi Mustafa Kemal Atatürk bunu savaşın ilk yıl dönümü kutlamalarında, Dumlupınar’da yaptığı konuşmada şöyle vurgular: “…büyük meydan savaşının gerçek içeriği bugün verilen açıklamalardan fazla, yarın tarihin hakemleri tarafından, araştırmacıların inceleme araştırma ve kararları okunduğu zaman daha açık, daha belirgin bir şekilde anlaşılacaktır.”
Zamanın üzerindeki sözler
Her söylediği büyük bir isabet kaydeden, geleceğe dair söylediklerinde hep haklı çıkan Büyük Dâhi’nin 30 Ağustos 1924’teki konuşması, üzerinde çok durulması, düşünülmesi ve bugüne dersler çıkarılması gereken bir konuşmadır. Harbiye’de, Mülkiye’de, tarih ve sosyoloji kürsülerinde, uluslararası ilişkiler fakültelerinde hasılı üniversitelerde mutlaka işlenmelidir.
Harbiye’de üzerinde durulmalıdır, çünkü şanlı Türk Ordusu’nun en büyük zaferlerindendir. Gazi Paşa’nın savaşın üzerinden daha iki yıl geçtiğinde yaptığı konuşmasında komutanlık üzerine çok önemli ifadeler vardır.
“… Daha fazla bu ordu karargâhında kalamazdım. Muharebe vaziyetini gözümle görmek benim için mukavemetsiz bir ihtiyaç oldu. … Çal köyü garbında ve şimalinde patlayan topların tarrakalarını işitiyordum. Oradan vaziyeti dürbün ile tetkike uğraşmak bana sıkıntılı geldi. Daha ileriye, ateş yerine gitmek için kat’î bir lüzum ve ihtiyaç hissediyordum ve bu noktayı, şimdi üzerinde bulunduğumuz bu tepeyi gösterdim. Oraya gitmek lâzımdır ve buyurun gidelim dedim. Otomobillere atladık, bu tepeye gelen yola dâhil olduk. Ara sıra güzergâhımızın soluna düşman mermileri düşüyordu.” cümleleri bir askere,
“Güneş batıya yaklaştıkça ateşli, kanlı ve ölümlü bir kıyametin kopmak üzere olduğu bütün ruhlarda duyuluyordu. Bir zaman sonra dünyada büyük bir yıkım olacaktı. Ve beklediğimiz kurtuluş güneşinin doğabilmesi için bu yıkım gerekliydi. Karanlıklar içinde bu yıkım gerçekleşmeli idi. Gerçekten gökyüzünün karardığı bir dakikada Türk süngüleri düşman dolu o sırtlara saldırdılar.” ifadeleri de duygu yüklü bir insana aitti.
Mülkiye’de de üzerinde durmalı ders olarak okutulmalıdır. Çünkü bu savaş yeni bir devletin doğuşunu sağlamıştır. İstiklâl kazanılmış, egemenliğin temsili el değiştirerek bir aileden milletin kendisine geçmiştir. “Efendiler, kendilerine bir milletin talihi tevdi olunan adamlar, milletin kuvvet ve kudretini yalnız ve ancak yine milletin hakikî ve kabili istihsâl menfaatları yolunda kullanmakla mükellef olduklarını bir an hatırlardan çıkarmamalıdırlar. … Bir milletin ruhu zaptolunmadıkça, bir milletin azim ve iradesi kırılmadıkça, o millete hâkim olmanın imkânı yoktur.”
Türk’ten başka unsurlara dayanarak, düşmanlarla birleşerek, dış güçlerle iş birliği yaparak Türklüğün karşısında yürüyenlerden bahseder. Konuşmada Türk Milleti ve Türk vatanı vurgusu çok ama çok güçlüdür. Türk milletinin atalarının kutlu emâneti olan bu topraklarda tam anlamıyla efendi olarak yaşaması tek gayesidir. Ve Türk Milletini düşünmeyen yöneticilere çok kızar.
Uluslararası ilişkiler fakültelerinde okutulmalıdır çünkü emperyalizm yenilmiştir. Bu yenilgi emperyalizmin sömürgelerinde bağımsızlık duygusunu uyandırmış, fitili ateşlemiştir.
Sosyoloji ve siyaset ilmi açısından derslerle dolu konuşmanın öznesi Türk Milleti ve onun çok sağlam yapıdaki Türk kimliğidir. Bu kimliğin gücü sayesinde istiklâl kazanılmıştır.
İzmir’de “Akdeniz”i, Mudanya’da “Marmara”yı görmek için kırık kağnı arabalarının döşeme ve oklarına ilişerek durum muhakemesi yaparlar. 31 Ağustos’ta emir kağnı üzerinde çıkar: “Ordular! İlk hedefiniz Akdeniz’dir, ileri!”
Gücün kaynağı Türk Milleti
Türk Milleti Akdeniz ve Marmara’yı gördü. Devletini de dünyaya kabul ettirdi. Artık cehaletle, karanlıkla, geri kalmışlıkla mücadele zamanıydı. “Efendiler, medeniyet yolunda muvaffakiyet teceddüde (yenilenme) vabestedir (bağlı). İçtimaî hayatta, iktisadî hayatta ilim ve fen sahasında muvaffak olmak için yegâne tekâmül ve terakki yolu budur. Hayat ve maişete hâkim olan ahkâmın, zaman ile tagayyür (değişme), tekâmül (gelişme) ve teceddüdü zarurîdir. Medeniyetin ihtiraları (icat), fennin harikaları, cihanı tahavvülden (değişim) tahavvüle duçar ettiği bir devirde, asırlık köhne zihniyetlerle, maziperestlikle muhafaza-i mevcudiyet mümkün değildir.”
Bu sözler Lozan’dan daha bir yıl sonradır. Öyle altın varaklı koltuklarda oturarak beka problemi yaşamamışlar, kağnıların oklarını sandalye, gövdesini haritalarını koydukları masa olarak kullanarak istiklali kazanmışlardır. Medeniyet mücadelesini de verirken yokluklar içindedirler. Ama başta olduğu gibi medeniyet mücadelesini de milletin azim ve kararına dayanarak vereceklerdir.
Büyük Atatürk kara sevdalı olduğu Türk Milletinin güçlü özelliklerini vurgular: “Milletimizin özünde bulunan kuvvetli karakter, sarsılmaz irade, ateşli milliyetçilik, iktisadî başarıdan kaynaklanacak verimlerle de hak ettiği derecede desteklenmek zorundadır.”
Bütün bunlar bugüne atılan işaret fişekleridir. Milleti ayırmadan, birbirine hasım etmeden, küçük çocuğu sevecek siyaset adamına düşman etmeden, sevgi diliyle birlik ve beraberlik içinde gerçekleşir.
30 Ağustos 1924 konuşmasının son cümleleri geleceğe doğrudur.
Ey yükselen nesil! Gelecek sizindir. Cumhuriyeti biz kurduk, onu yükseltecek ve devam ettirecek sizsiniz.
Söz veriyoruz…