Ergenekon operasyonu, Balyoz ve benzeri 13 operasyonda tutuklanan 1056 general/amiral, subay ve astsubayın mektuplarını, avukatlarının verdikleri haberleri, yakından izlemeye çalışıyorum. Birkaç kişi dışında şahsen hiç tanıdığım general/amiral, subay veya astsubay yok. Ancak içlerinde kelimenin tam anlamı ile kahramanların olduğunu anlatılanlardan biliyorum. Hani babanız, oğlunuz, dayınız, amcanız, ağabeyiniz olmasından gurur duyacağınız insanlar vardır ya işte öyle kahramanlar. Barut ve kan kokan subaylardan bahsediyorum. Kucaklarında, silah arkadaşları şehit olurken, onlara ve bütün birliğe şehadet mertebesine ulaşacak arkadaşları ile birlikte Kelime-i Şehadet getirten subaylardan bahsediyorum. PKK’ya karşı savaş veren subaylardan bahsediyorum.
Gazi üsteğmen Serdar Öztürk, devlet övünç madalyası almış, dağda gözünü bırakmış bir kahraman. TSK’dan fiziken ayrılan fakat manen ayrılmayan bir subay. Avukat olarak, silah arkadaşlarını cephede savunur gibi savundu. Şimdi o da hapishanede. Albay Mustafa Levent Göktaş. Yılmaz Özdil’in anlatımı ile “Hukuk Fakültesi mezunu, işletme masteri yaptı, İngilizce, Arapça, Rusça, Kürtçe bilir, kara kuşak karateci, hem de üçüncü mertebesinde, yüksek irtifa paraşütçüsü, 15 bin feet’ten 3 bin 500 defa, 30 bin feet’ten 30 defa serbest atlayış yaptı, derin su dalgıcı, uluslararası özel kuvvetler şampiyonasında üç defa dünya şampiyonu oldu, sıkı durun, bin 500’e yakın sıcak çatışmaya girdi, Zap kampı basılırken sadece 18 gün içinde 54 defa namlu namluya vuruştu, 3 tane üstün cesaret madalyası var… Bir albay bu.”
SAT Yarbay Ercan Kireçtepe ve SAT Binbaşı Levent Bektaş. Her ikisi de bütün dünya ordularında en zor sınıf olan su altı taarruz sınıfının en seçkin elemanları. Albay Cemal Temizöz, genç bir yüzbaşı iken Cizre’yi PKK’dan tamamen temizleyen subay. Ve Tuğgeneral Veli Küçük. Herkesin üzerine çullandığı, kimsenin savunmadığı bir general. Türk milletinin menfaatleri için en ön safta, gösterişsiz bir şekilde, sessiz ve etkili bir mücadele vermiş. Susuyor.
Ülkelerini savunmada mahir olan bu insanların kendilerini savunmada aynı derecede mahir olduklarını söylemek mümkün değil. İçeride dahi kendilerini savunmaktan çok, ülkeyi ve milleti savunmayı düşünüyorlar.
Albay Cemal Temizöz hapishanede bir kitap yazıyor. Neyi anlatmasını beklersiniz? Kendisini ve PKK ile mücadelesini anlatmalı. Kendisine karşı sürdürülen enformasyon savaşına karşı enformasyon savaşı ile cevap vermeli. Ancak Temizöz, kendisini anlatmak yerine 500 sayfa, PKK’nın tarihini ve analizini yazıyor. Balyoz Davası’nda 16 yıl hapse mahkûm edilen Deniz Harp Okulu Kurmay Başkanı Albay Taylan Çakır, hapishanede İngilizce bir kitap okuyor. Romanda Osmanlı döneminde Mısırlılar için “Türk” kelimesinin aşağılayıcı bir terim olduğu ileri sürülüyor. Taylan Çakır oturuyor, kitabın yazarı ünlü İngiliz romancı Wilbur Smith’e bir mektup gönderiyor ve bu iddiasının yanlış olduğunu açıklıyor. Özetle, kendi derdine düşeceğine hâlâ hapishaneden Türk milletini savunmaya devam ediyor.
Onların mektuplarını okudukça rahmetli babam Muzaffer Özdağ’ın Ankara’da Demirtepe Köprüsü üzerinde, gelen geçenlerle söyleşi yapan bir televizyon programcısına söylediklerini hatırlıyorum.
Televizyoncu soruyor: Mesleğiniz ne? M. Özdağ cevap veriyor: “Askerim.” Televizyoncu: Yani emekli asker. M. Özdağ cevap veriyor: “Askerin emeklisi olmaz.” Ve Muzaffer Özdağ’ın 1965’te kendisine mektup yazan bir bahriyeli teğmene cevaben yazdığı mektuptaki şu cümlenin anlamını, son yıllarda daha iyi anlıyorum: “Türk subayı, ne şövalyedir ne gladyatör. Türk subayı, Türk milletinin istiklal şuurudur.” Allah yar ve yardımcınız olsun.