1912’den sonra, yani Osmanlı’nın buraları terk etmesiyle Balkanlarda Türk kimliği, Türk dili, Türk kültürü ve sanatı tam anlamıyla darbe yemiş, karanlık, suskun bir dönem yaşanmıştır. Göç dalgası burada kalanlar için hep biraz daha yük olmuş, Türkçenin yaşatılması uğruna savaşım verenler adeta ateşten gömlek giymek gibi bir konumda kendilerini bulmuştur.
Makedonya’da daha 1944 yılı sonlarına doğru Türkçe eğitimin verildiği ilkokullar açılmış, aynı yılın 23 Aralık
günü, "Birlik" Gazetesi yayımlanmaya başlamıştır. Bunu radyoda Türkçe yayınların devreye girmesi ve Türkçe adına diğer olumlu gelişmeler izlerken, Kosova Türkleri bu muştuya ulaşmayı 5 yıl gibi bir süre daha beklemek zorunda kalmıştır.
1951 yılı, bura topraklarda yani Kosova’da yaşayan Türk halkının umutlarının yeniden çiçeğe durduğu, resmi olarak kimliğine sahip çıktığı, okulların bunca yıl sonra yeniden kapılarının Türkçe’ye aralandığı, kültürün sanatın en nihayet devreye girdiği bir yıldır.
“… Ayakta kalabilen camileri, daracık eski sokakları ve eski Türk evleriyle Prizren, Balkanlarda tarihin hafızasına ve vicdanına terk ettiğimiz “bizim” şehirlerimizden biri aslında.. O her şeye rağmen “bizim”.. Bizim Batılı olmak için çırpındığımız bir çağda Prizren, Doğulu kalabilmek için çabalıyor. Ve inanın ki o hâlâ bizim hayâlimizdeki Prizren olmayı sürdürüyor.” böyle diyor Doç.Dr. Rıdvan Canım Prizren’le ilgili bir yazısında.
Evet, Prizren, dolayısıyla Kosova’daki her Türk ayakta kalmak için, bu dili, bu kültürü, gelenek göreneği, bir sözle Türk kimliğini yaşatmak ve gelecek nesillere taşımak için olağanüstü bir çaba içerisinde olmuştur.
Böylesi bir fırsatı yakalamışken Kosova Türk Edebiyatı dolayısıyla Kosova Türk Şiiri’nin estetik sanat değerinden çok, içinde bulunduğu hazin konumuna vurgu yaparak kimi gerçekleri açığa vurmak ya da bir kez daha altını çizerek vurgulamak isterim.
Türkçenin Rumeli yakasında, burada Kosova’da ve Makedonya’da yaşatılan Türk edebiyatının son yıllarda yaşadığı sıkıntılar yüzünden bir hayli yara aldığı su götürmez bir gerçektir.
Bizden önceki olduğu gibi, bizim kuşağın ve bizden sonra gelenlerin de edebiyata bağlanmasında sarsılmaz bir yeri olan “Birlik” gazetesi 60’ıncı yılını kutlamaya hazırlanırken anılara karıştı.
Bizler için adeta alfabe, ders ve edebi kitap olarak rol oynamış, bunca yıl bu topraklardaki yalnızlığımızın, unutulmuşluğumuzun, Türkçe özlemimizin efelik rolünü oynamış Birlik gazetesi tarihe karışırken, aslında bizden de bir şeylerin kopup kayıplara karıştığı aşikârdı…
Sonra 1969’da Kosova Türk toplumunun çıkışına bir karasevdalı gibi sevindiği Tan gazetesinin de 30 yaşını doldururken kapanması, artçı depremlerin ardı arkası kesilmeyeceği izlenimini muştular gibiydi adeta. Son Kosova savaşı ardından kendi öz katkılarıyla Kosova’daki gazete boşluğunu gidermek amacıyla Yeni Dönem gazetesini çıkaran Mehmet Bütüç, on yıl ancak direnebilmiş, böylece Yeni Dönem gazetesi de Birlik ve Tan’ın kader sırdaşı olmaktan kendini kurtaramamıştır…
Yeni, acı sürprizler peş peşe gelmeye devam etti. İlk sayısı 1965 yılında gün yüzü gören, Makedonya ile Kosova edebiyatçıları için görkemli katkısı olan Sesler dergisi de yitirdiğimiz değerler mahzeninde yerini aldı. Bu topraklarda özgün edebiyatımızın gelişmesinde ivme rolünü oynayan Sesler dergisi ardından geçmişin derinliklerine uğurladığımız dergiler arasında Çevren, Çığ, Kuş, Sofra, Derya, İlke gibi dergiler de yer almakta. Esin dergisi maddi sıkıntılar yüzünden zaten Doğru Yol derneğinin belli başlı jübilelerinde okurun eline ulaşabilmekte ancak. Gerçek derneği çerçevesinde çıkan dergi de Esin’in kaderini paylaşmakta.
Bu karamsar tabloya bakarken, ne yazıktır ki kitap dizilerinin de ortadan kalkmasıyla burada gelişmekte olan Türk edebiyatı adeta sırtından hançer yemiş gibi bir konumda yerini aldı ve söz konusu tabloyu daha bir olumsuz hale dönüştürdü.
Naim Şaban, Nusret Dişo Ülkü, Nimetullah Hafız, Hasan Mercan, İskender Muzbeg, Bayram İbrahim, Altay Suroy, Şecaettin Koka, Arif Bozacı, Fikri Şişko, Agim Rifat Yeşeren, Fahri Mermer, Mürteza Büşra, Ethem Baymak, Enver Baki, Budim Berişa, Mehmet Bütüç, Ahmet İğciler, Osman Baymak, Raif Kırkul, Aziz Serbest, Rezzan Zborça, Taner Güçlütürk, Gülay Krasniç, Suphi Mazrek , Vahit Ergin, Şükrü Mazrek ve burada adlarını anamadığımız daha niceleri yarım yüzyılı aşkın bir zaman diliminde şiirin tezgâhında her biri kendine özgü nakış ve renkleriyle Türkçenin Rumeli yakasında bu dilin nöbetine durmuş, bu gök kubbede varlığımızı onurlu bir şekilde yaşatmışlardır. Bu çaba bugün de içinde bulunulan olumsuz şartlara rağmen sürdürülmekte. Ancak, genel edebiyat konusunda olduğu gibi, şiir dalında da sıkıntılı günlerin yaşandığına tanık olmaktayız. Yukarıda vurguladığımız adların, değerlerin peşinden gidenlerin sayısı nerdeyse yok gibi. Gazetesiz, dergisiz, sıfır denecek koşullarda yeni bir gencin edebiyata gönül vermesini beklemek doğrusu çok iyimser bir düşünce… Geçen yılın eylül ayında Taner Güçlütürk’ün Türkçem Dergisi’nde Rumeli Sokağında Matem adlı bir şiiri yayınlandı. Birkaç dizesini okumak istiyorum. İçinde bulunduğumuz durumu bir güzel betimleyivermiş:
“Rumeli sokağında
Yağmura tutulur Suzi’nin dizeleri,
Bir ikindi sonrası
Türkçem sırılsıklam
Ben yorgunum,
Ve bu sokakta
Divanlar kanar hüzne soyunurum,
Şemi’yi, Çelebi’yi, Lütfi’yi
Kemal’i, Akif’i, Zekeriya’yı
Yasta bulurum
Rumeli sokağında
Çorağa durur anadilim
Rumeli sokağında
Kilit vurur edebiyatım
Rumeli sokağında
Alıp götürürler bir çocuğun dilinden kelimeleri.
Yarınlar meçhule gebe
Umutlar şimdi sürgünde
Sessizliğe gömerler bir avuç insanın kaderini,
Türkçem yaralı
Ben vurgunum
Bir ikindi sonrasında
Şiirimle isyana dururum.
Evet, isyan edilecek bir konumdayız. “Ozanlar beşiği” olarak yüzyıllardır adlandırılan bu topraklarda şiir’in, edebiyatın, bir sözle kültür ve sanatın alarm zilleri çoktandır kulaklarımızı çınlatıyor. Bu konumdan tek başımıza çıkabilmemiz zor gibi görünüyor. Bir gazete , bir dergi ve kitap yayınlayabilecek olanakların acil olarak Türkiye’den sağlanmasını istiyoruz. Yüz yıldır bir bu topraklarda Türkçe’nin nöbetindeyiz. Bunu da bizden çok görmesinler…
İki üç alıntı daha yaparak konuşmama son vericem. Biri savaş sırasında yazılan, diğer örneklerde başka konulara temas etse de, bizim isyanımıza çağrışım yapmış olması nedeniyle bu örnekleri almayı uygun buldum.
İlk şiir Bayram İbrahım’in:”Koşuyoruz peşinden şimdi”. Son Kosova savaşında mülteci olarak yerleştiği Makedonya’nın Tearçe köyünde yazılmış, 8 Nisan 1999 tarihini taşıyor.
“…Dünkü hatıralar sanki kalmış sahipsiz
O uzak ırmağın gizli bir sahilinde
Koşarız peşinden şimdi
Tekrar o saadeti
O hatıraları bulmaya.”
İskender Muzbeg de “Şar Dağlarında Güneş” şiirinin bir dörtlüğünde şöyle seslenir:
Şar dağlarında güneş
Paştrik’in gözünde bulut
Uzat ellerini Bülbülderesi
Sıcağına ihtiyacım var.
Son alıntıyı da ünlü bestecimiz ve şairimiz Aluş Nuş’tan yapmak istiyorum. Aluş Nuş, ister bestelerini, ister de şiirlerini Prizren şivesiyle yazıyor. Umut adlı şiirinin 2 dörtlüğü şöyle:
Topladım dertlerimi
Topladım zevklerimi
Attım bi kantara
Dertlerım da agır celdi
Cendi cendıme dedım
Alim asılim iplen
Ema belçi yarın düzlenır işım
Yaşarım hep ümitlen
Ümitle kalmayıp, nice şairlerin Türk edebiyatına sunmuş oldukları değerli hazine göz önünde bulundurularak, somut katkıların bir an önce yapılması, gerçekte Türk dünyası edebiyatına Rumeli’den, Balkanlardan yeni şairlerin günışığına çıkmasına önayak olacaktır.