Türkiye’nin ve Türklerin başına musallat olmuş tarihi meselelerden biri de din istismarıdır.
Din; Türk toplumunun siyasal ve sosyal yaşamında en önemli faktördür. Bu doğal karşılanabilecek bir durumdur. Çünkü aynı şey diğer dinlere mensup topluluklar ve bu toplulukların oluşturduğu devletler içinde geçerlidir.
Önemli olan dini hükümleri objektif ve samimi bir şekilde hayata geçirmek ve dini duyguları suiistimal etmemektir. Ancak bu ülkemizde tarih boyunca hep aksine olmuş ve din istismar edilmiştir.
Bunun en son örneği de benim yaşamımın merkezi olan ve Türk – İslam Dünyası için mukaddes bir yer olarak kabul edilen, İstanbul’un güzel ilçesi Eyüp’tür.
Eyüp, 1994’ten bu yana siyasette, kendine İslam’ı referans alan bir yerel yönetim anlayışı tarafından yönetilmektedir.
Bira tartışmalarına konu olan Bilgi Üniversitesi’nin Silahtarağa Kampüsü; İslamcı Eyüp Belediyesi’nin kararı ile küreselci anlayışın karargahlarından biri olan Bilgi Üniversitesi’ne bila bedel verilmiştir.
Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusudur! Eyüplünün hakkı olan ve kamunun hizmetine sunulması gereken, pırlanta değerindeki bir arazi, İslam’a ve Türk’e karşı her türlü haince planlar içinde olan küreselcilere peşkeş çekiliyor ondan sonra da bira üzerinden fıtınalar koparılıyor. Başka ne bekliyordunuz?
Eyüp’te daha buna birçok örnek gösterilebilir. Maalesef bira olayında olduğu gibi yine semtimizi şereflendiren muhterem zatlar üzerinden, Eyüp ve Müslüman Türk halkı aldatılmaya ve kandırılmaya çalışılıyor.
Bu Eyüp’te 1990’ların başında denenmiş bir yöntemdir. O tarihte “Eyüp – Eyüpsultan” ve “Eyüp Lisesi – Eyüpsultan Lisesi” tartışmaları çıkartarak halkın kafasını karıştırıp iktidar olmayı başarmışlardır. Ancak Anayasa’yı değiştirecek gücü ellerine geçirmelerine rağmen müteddeyin Eyüplüleri, ilçenin adını “Eyüpsultan” yapacağız diye söz verdikleri halde uyutmuşlar hatta belediyenin adını kanun hilafına çöp kamyonlarında ve konteynerlerinde “Eyüpsultan Belediyesi” yaparak oyalamışlardır. Ancak Eyüp halkı ne yazık ki; zokadaki bu yemi bugüne kadar yutmuştur.
Şimdi adama sormazlar mı, bu araziyi bunlara verirken din ve Eyüp semtinin mukaddesliği aklınıza gelmiyor muydu diye?
Buradan yola çıktıktan sonra, gelelim soyadı kanunu ile birlikte Abdülbaki Gölpınarlı adı ile tanıdığımız Muallim Abdülbaki’nin; Mustafa Kemal önderliğindeki Türkiye’de, 1927 – 1931 yılları arasında ilkokul ile köy mekteplerinin 3, 4 ve 5. sınıflarında okutulan “DİN DERSLERİ” kitaplarına…
Bu kitaplar Kaynak Yayınları’nın arasında çıktı. Alıp okumanızı ve çocuklarınıza okutmanızı tavsiye ederim.
Vaktin din dersleri programlarında yer alan talimatlar ise kanaatimce pek mühimdir. Bu talimatlarda; din derslerinde, yalnızca tarihi hakikatlerin söyleneceği, aslı olmayan mucize ve menkıbelerden bahsolunamayacağı, din ve dünya işleri arasındaki çizginin objektif olarak çizileceği, İslamiyet’te ruhban sınıfının bulunmadığı, dini imanla birlikte milli imana bağlılığın işleneceği, vatan ve millet sevgisine, aklın ve bilimin yol göstericiliğine, bağnazlığın ve hurafenin red edileceğine, kardeşlik – eşitlik – hoşgörü – elbirliği – toplumculuk – dayanışma ve temizlik gibi değerlere dikkat çekileceği vurgulanmıştır.
İşte Atatürk’ün, Cumhuriyet ve insan yetiştirme anlayışının genel çizgileri bunlardır. Ve din derslerinde çocuklarımıza bunlar öğretilmiştir.
Ancak dış güçlerin tesiri ile zamanla din işleri bu rotadan çıkmış ve maalesef günümüzde yaşayan ve dinin esasları ile pek de ilgili olmayan ancak dini referansla hareket ettiğini söyleyen bir insan tipi zuhur etmiştir.
Günümüzde bu insan tipi sosyal ve siyasal yaşama yön vermektedir.
Bu gün bira, dün başörtüsü ve benzerleri üzerinden yürütülen tartışmalar, % 99 aynı müştereke sahip Türk halkını ayrıştırma ve ötekileştirme amacı gütmektedir.
Onun için bira meselesi ile dini anlama ve yaşama arasında çok büyük bir bağ vardır. Allah bizi dinini anlayanlardan ve yaşayanlardan eylesin…