Yusuf Dülger
Yusuf Dülger

Bilim Devlet Tarikat 2

Bilim Devlet Tarikat 2

Bu yazının ilk bölümündeki metin ve fotoğrafları kısaca hatırlatayım. Aslı Iraklı birisi, “Peygamber soyundanım” iddiasıyla Türkiye’ye geliyor. “Şu kadar tarikatın ortak şeyhiyim” diyor. “Taksi nikâhı” usulüyle evlilikler yapıyor. İstanbul, Sakarya’da “İz?” bırakıyor. “Değişik ülkelerinden Türkiye’ye gelen öğrencileri okutuyorum” diyerek para işleriyle de uğraşıyor.

Sakarya Uygulamalı Bilimler Üniversitesi Rektörü Mehmet Sarıbıyık, Sakarya Milli Eğitim Müdürü Fazilet Durmuş, Sakarya Gençlik Spor Müdürü Arif Özsoy ve Sakarya Müftüsü Hasan Başiş bu “mübarek” adamı “Ramazan Sofrası”nda ağırlıyorlar. Yetmiyor, hepsi birden sağına soluna diziliyorlar; saygı dolu duruşlarıyla poz veriyorlar.

Ey bizim ulu Allah’ımız! Biz ne irfanlı bir milletmişiz ki, bir “Seyyid” ülkemize gelip hizmete başlamış, içimizden de Seyyid’i keşfeden, kendini ağırlamakta kusur etmeyen rektör, müftü ve müdürler yetiştirmişiz.

Gelelim ilk bölümün ikinci metin ve fotoğrafına.

Olayın dini ve dünyevi olmak üzere iki yönü var. Biraz dini eğitim ve öğrenimim, biraz da kamu ve dünyevi hayatım var. Bu olayı iki yönüyle kısaca ele alayım.

 

Dini yönü

Bir Yaratıcı var. O Yaratıcı tek ve sonsuz bilgi, güç, irade (dileme/karar verme) sahibi. O bizden tek Tanrılı olmamızı, kendinden başka hiçbir varlık karşısında ezik değil onurlu durmamızı ister. O Tanrı böylesi durumlarda bilgi ve makam sahibi kişilere ayrı bir sorumluluk yükler ve der ki:

Bilgi ve deneye önem verin. Kötü örnek olmayın. Ulusunuzu ve insanlığı ilerilere taşıyın, “Odun yüklü merkepler olmayın” (Ayet), “Cahillerdenyüz çevir(in)” (Ayet). Şimdi bu genel kurallara göre Rektör Sarıbıyık, Müftü Başiş, Müdürler Durmuş ve Özsoy’lara bakalım, bunları bir yere oturtalım.

Siz bunları neye göre nereye layık görürsünüz bilmem ama benim bunlar için layık gördüğüm bir yer yok. Bu dörtlünün hepsi fakülte mezunu. Biri yıllarca akademik çalışma yapmış. Biri uzun süre yüksek din eğitim-öğretimi görmüş. Diğer ikisi yüksek tahsil yapıp bazı deneyimlerden sonra Sakarya’nın kültür ve eğitim-kültür işlerini üstlenmişler.

Bunlar Sakarya gibi bir ilin bilim, ekonomi, teknik, dini vb. tüm işlerini yürütmek için koltuklarına oturduktan sonra bir cübbeli-sarıklının, ne olduğu belirsiz birisinin, bir “taksi nikâhçısı”nın, belki bir cep boşaltıcının, belki yeni bir Lawrence’ın etrafına dizilmişler, “emir eri” gibi büzülüyorlar.

Sizin kalıplarınıza da, diplomalarınıza da, koltuk ve unvanlarınıza da yazık. Herkesin adam gibi adam, insan gibi insan olma görev, sorumluluk ve yeteneği var. Siz bu halinizle Türk halkına hiçbir şey veremez, insanları saptırırsınız.

Bu resim ve olay bende şöyle bir düşünce/kanaat oluşturdu:

Çoban, çiftçi, esnaf, memur, öğrenci, … kim olursa olsun, tüm halkımız böylesi kişilerin rektörlüğüne, müftülüğüne, milli eğitim ve kültür müdürlüklerine inanır ve güvenirlerse yanılırla, zararlı çıkarlar, bu ve öbür dünyalarını da kayıp ederler. İlkokulu bile okumamış bir çobanımız, bir iş yerini temizleyen bir işçimiz; aklını kullandığında, bu dörtlü gibi davranmadığında, her biri bunlar gibi 4.000 bürokratı cebinden çıkarır.

Ben bu dörtlünün hiç birisini tanımam. Bunlar benim hasmım değil. Peki niye bunları eleştiriyorum? Bunlar öğrencilerimizi sürüleştirecek, bilimsel düşünceyi köreltecek, yeni Lawrenceler ithal edecek, Müslümanları Allah’tan uzaklaştırıp şirke götürecek, önümüze yeni Lat, Menat, Uzza, Hübel gibi putlar dikecek insanlar oldukları, diploma ve makamlarıyla milyonlarca insanı Cahiliye Çağı’na, Ortaçağ’a sürükleme konumunda oldukları için eleştiriyorum.

Ben bu olayı çok ciddiye aldığım için böyle düşünüyor olabilirim. Ama size kendi açımdan bir gerekçe sunayım, bu gerekçeye göre haklıyım. Yaratan der ki: “Allah kuluna yetmez mi?” (Kuran: Zümer/36) “Artık şefaatçilerin şefaati onlara fayda vermez.” (Kuran: Müddessir/48) Buna benzer çok sayıda ayet var. Bu ayetler: “Seyyid bizim elimizden tutacak. Kılavuzsuz olmaz. Bir şefaatçin olmalı…” gibi gerekçe ve zırvalamaları hepten çöp sepetine atıyor.

Burada bir de Recep Erdoğan’ın İsmailağa Cemaati şeyhinin dizinin yanına oturduktan sonra ellerini bağlayarak duruşunu hatırlayın ve milletin nereye sürüklenmek istendiğini, nelerle kandırılmak istendiğimizi bir düşünün!

Lat, Menat, Uzza ve Hübel adlarıyla Cahiliye ve Ortaçağ’ı bir daha hatırlatıyorum.

Mustafa Kemal’in kapattırdığı tekke ve zaviyelerin kültür mantarı gibi üremeye başladıklarını, şeyhlik, müritlik, mensupluk gibi insan ve İslam’ın saf yapısını kirlettiklerini hatırlatmadan geçmiyorum.

Şu günlerde Atatürk’e saldırılar yoğunlaştı. Bu saldırılar kendiliğinden oluşuvermiş, üstlerin işaretinden habersiz yapılıvermiş değiller. Nasipse bu son adilik ve ihanetle ilgili olarak da bir yazı yazacağım.

Zafer Partisi
Zafer Partisi
Giriş Yap

Haberiniz.com.tr ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!