23 Haziran 2020 Salı
Günümüzde Din Problemi ve Yüksek Din Kurumu Üzerine
CUMHUR İTTİFAKININ ADAYI KİM
El Kesesinden Ağalık
Yugoslavya Kazanı Yine Kaynatılıyor
Herkes için ‘Dersim’ Dersi
Prof. Dr. Celalettin Yavuz'un Son Kitabı "Yok" Satıyor!
Güzel Soru
Rusya Ukrayna Savaşı'nı 18 Yıl Önceden Gören Dr. Aslan Yaman: "30 Eylül Ukrayna Seçimlerinin Ardından"
İSRAİL DOĞALGAZI KKTC’DEN Mİ GEÇECEK?
Derdiniz Andımız mı? Türklük mü?
Cehaletin "kör kazma" şehveti
VÜSAL ALLAHVERDİYEV anısına
Yalnızca Sitem
Hocalı Soykırımı
Su Akar Yatağını Bulur!..
Balkanlar'da ve Karadeniz'de Varız, Ya Kırım'da?
Ahvalimiz
Siyasette Ahlaki Çöküş
BEN DEVLETİM !
Öfke
Görünmeyen Gündem
Yunanistan’la sorunları askeri karşılıkla çözebiliriz
Karar sizin
AB; Kendi çiftçidine çok, bizim çiftçimize az destek
İYİ Parti’de Seçime Kürsü Damga Vurdu!
Bozkurt'un Zaferi
Gelecek hafta demokratikleşme paketi açıklanacak
Tarihin Kalbi Ermenek’te Attı
3 Mayıs’ın 78. Yıldönümünde Türk Milliyetçilerine Çağrı
Sen Uyurken, Vatanın İşgal Edildi!
Doğu Türkistan, Güney Türkistan, Güney Azerbaycan Derken Türkistan Coğrafyasının Temel Meselelerine Genel Bir Bakış
YAŞAMIMIZDAN BİR PARÇA; KARAHİNDİBA
Kadınlar gününde Banu Çiçekler
Gençler Türkiye’yi Terk Etmek İstiyor
Kripto Para Meselesi
ABDÜLHAMİT...
Uygurlar Terörist değildir!
Kerkük Kerbelâ Olmasın!
Kuşumuz, Can Dostumuz!.. (gitti)
Açlık, Obezite ve Gıda İsrafı
Taşkent’teydim
İşleri Gerginlik
25 Kasım, 104 yıl önce...
İnsan Haklarında Küresel Kıskaç!
Yeni oyun anayasa
ZAFER’İN ZİHİNSEL VE MATEMATİKSEL ÇÖZÜMLEMESİ uçurumdan önceki son çıkış
GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE
İlim ve Teknolojinin Tılsımı
Nereden Nereye
Faşistliğin İtibarını Yükseltenler
Tebrikler Ordumuzun Kurmay Aklına
Sevdiğim...
Şiddet Sadece Dayak Değildir!
Eğitimde Başarı, ‘İnsanı Bilmekle’ Başlar…
İki Kongre ve Bir Muaviye
Gitti FETÖ, Geldi Menzil
İçimizdeki Yunanlar ve Pontusçular!..
Genel Başkan insan harcamaz, insanları kazanır
EREĞLİ’DE 1 MAYIS
Oligarşi, Demokrasi, Hukuk Devleti
Büyük Türk Şairi Şehriyâr
Milli Muhalefetin Doğum Sancıları – 1 – (Siyasi Çerçeve – Temel Mücadele)
Çığlığım Türk Milletinedir! Çığlığım İmanlı Olanlaradır!
KÜRESEL SÜRTÜKLER
Orman Yangınları Sonrası
Devrimci Türklere İhtiyaç Var!
Doktorlar gitsin, sığınmacılar kalsın!
İnce Tuzaklar
Kazan Tatarlarına Vurulan Son Darbe…
Buhran Dönemi
Rüzgâr İster Seni
FETÖ Başkanlık Federasyon - VII
Adam..
Bir Zamanlar Kıbrıs
Yer Üstündeki Madenler!
Sarıkamış Harekâtı ve Enver Paşa
ZAMMINIZI SEVSİNLER!
Umuyorum ve Düşünüyorum
Bayrak kirizi Türkmen Aşiretler Meclisinde ele alındı
Milliyetçiliğimizin Kaynakları-81
Bülent Ersoy’un Başörtüsünden Fırfırlı Masa Örtüsüne Ülke Gündemi
Karaburun
Ülkücü'yü yaşatacağız ki; Türk Milleti yaşasın...
ŞARK MESELESİ (TÜRKLER MOĞOLİSTAN’A)
19 MAYIS 1919=19 MAYIS 2022 ŞARTLARI
Ülkü Yolunda Bir Ömür…. Lokman Abbasoğlu Anlatıyor…
İYİ Parti Konya Teşkilatı 2. Olağan Kongresini 21 Haziran 2020 Pazar günü Konya Dedeman Otel’de gerçekleştirdi. İki adayın yarıştığı kongrede, mevcut İl Başkanı Gökhan Tozoğlu yeniden İl Başkanı seçildi.
Gökhan Tozoğlu 310 oy alırken, rakibi Nurdoğan Okur 160 oyda kaldı.
Divan Başkanlığını İYİ Parti Mersin Milletvekili Behiç Kılıç’ın yaptığı kongrede, İYİ Parti Konya Milletvekili Fahrettin Yokuş etkili bir konuşma yaptı. İYİ Parti Konya İl teşkilatının Kurucu Başkanı Avukat Orhan Tulukçu’nun kurmuş olduğu ilk İl Parti Divanında yer alan Gökhan Tozoğlu ve Partinin ilk teşkilat Başkanı olan Nurdoğan Okur, ikinci olağan kongrede karşı karşıya geldiler.
5 Ekim 2018’den bu yana İl Başkanlığını sürdüren, Tozoğlu kongrenin zaten favorisiydi. Nurdoğan Okur’un taraftarları oyların başa baş olduğunu, kongrede yapılacak konuşmalar sonrasında ibrenin Okur’dan yana olacağı düşüncesindeydiler.
Tozoğlu’nun taraftarları ise, sonuçtan çok emindiler. Nurdoğan Okur’a şans tanıyan neredeyse hiç kimseye rastlamadım. Basındaki arkadaşlar, kongrelerin havalarının değişik olduğunu ve sürprizlere açık olduğunu ileri sürmüşlerdi. Aslında haksız da sayılmazlardı. Hırçın ve agresif davranışlar yerine, neler yapılması gerektiğini güzel güzel anlatan bir başka aday olsaydı, Başkan Tozoğlu gerçekten çok zorlanır, kazansa dahi on-on beş oyla ancak kazanır, yada az bir oyla rakibi karşısında seçimi kaybedebilirdi.
Seçimin sonucunu kürsü tayin etse de, Nurdoğan Okur’un aldığı oy küçümsenecek bir oy değil! Bu oy İYİ Parti yönetimince mutlaka iyi okunmalı diye düşünüyorum.
BAZI LAFLAR, BAZI SATAŞMALAR, KÜRSÜLERDE TERS TEPER!
Siyaset, siyasetin yapıldığı meydanı, salonu, havayı, dengeleri, delegelerin ruh halini okuma sanatıdır. Çünkü, siyasette, hiçbir zaman 2+2 dört etmez.
Adayın kışkırtılması, doldurulması, tahrik edilmesi, şunu da söyle Başkanım, bunu da söyle Başkanım. Yeminle çok güzel konuştun Başkanım. Bak yerinden kalkamadı benzeri ifadeler adaya hiçbir şey kazandırmadığı gibi, adayın lehine esen rüzgarları aleyhine çevirerek, başa baş geçmesi beklenen seçimin kaybedilmesine neden olur!
Konya, bu şekilde kaybedilen ve kazanılan az seçime sahne olmadı!
Bazı laflar, bazı sataşmalar, bazı imalar kürsülerde ters teper. Laf ağzınızdan çıktıktan sonra, bir bakmışsınız bütün avantajınızı, bütün desteğinizi bir anda kaybetmişsiniz.
Size gelecek oylar, kendiliğinden karşı tarafa geçivermiş.
İşte bu yüzden, İYİ Partililer, ilginç bir kongreye tanık oldular. Öfkeyle kalkan zararla oturur sözüne denk düşen anlar ve dakikalar yaşandı!
PARTİLİLERİN BİRBİRLERİNE KÜSME GİBİ BİR LÜKSÜ YOKTUR!
Kurulduktan sonra ilk seçimde Türk Milletinin teveccühüne mazhar olarak, Meclise giren İYİ Partililerin küsmek gibi, kırgın kalmak gibi, bunu sürdürmek gibi bir lüksü olmadığını düşünüyorum. Adama daha dün bir, bugün iki, hayırdır inşallah demezler mi?
Kol kırılır yen içinde kalır sözü ne için söylenmiş bir düşünün bakalım!
Çünkü, bu partinin mensupları, bu partiyi kurmak için bir araya gelenler, eski partilerinden bu yüzden, bu açmazlardan şikayet ettikleri için ayrılmamışlar mıydı?
İyi Parti delegeleri işte bu eğilimin ve heveslerin önüne geçti. Nasıl mı? Verdikleri oylarla…
İl Başkanı Tozoğlu’na ve seçimi kaybeden Okur’a, bu küslüğü, küskünlüğü bitirin, barışı sağlayın, bu işi fazla uzatmayın, bu partiyi hep birlikte kurduk, yine el ele, omuz omuza Ahlat’tan yola çıkmış gibi yola çıkalım dediler.
NASİPTEN ÖTEYE YOL GİTMEZ DERLER!
İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener “Medeniyet yolunun taşlarını sadece cesurlar döşer” diye yola çıkmıştı. Bu hareket cesurlar hareketidir diyordu.
O günlerde İYİ Parti’de siyaset yapmak gerçekten cesaret istiyordu. O günler, güzel bir heyecan ve coşkuyla başlamıştı. Seçime girildi. Fahrettin Yokuş, İYİ Partinin Konya’dan ilk Milletvekili olarak meclise girerken, ikinci sıradaki İl Başkanı Avukat Orhan Tulukçu, sadece 1700 oyla siyasette kıl payı denilen bir rakamla meclise girememişti.
Siyaset, son anda seçimi de kazandırır, cüzi oylarla kaybettirir de. Netice de, nasipten öteye yol gitmez derler!
Konya, hoşgörü şehri, hoşgörü sahiplerinin bu şehrin sokaklarında ve caddelerinde dolaştığı bir şehir!
Netice itibarıyla, kongre bitti, yarış şimdilik kaydıyla sona erdi. Mesele, kazanan kazandı, kaybeden kaybetti hikayesi değil. Bazen kazandım sandığınız nokta kaybetme noktası, kaybettim denen an ise kazanma noktasıdır. Zirveler, makamlar, mevkiler kaygan zeminler üzerinde bulunur ve hepsi emanettir!
ANADOLU SİYASETİ, SİYASETİNİ SİL BAŞTAN GÖZDEN GEÇİRMELİDİR!
Eğer ki, seçim bitti, evli evine, köylü köyüne, yolcu yoluna denip birilerini gidişi olsun da, dönüşü olmasın babından uğurlamaya kalktınız mı, “uğurlayanı da uğurlarlar” listesine adınızı yazdırmışsınız demektir! Anadolu siyasetinin açmazı, bir arpa boyu yol gidememesi bu yüzdendir. Bir olmaya, beraber olmaya yanaşmamak, herkesin birbirinin kuyusunu sessiz ve derinden kazmaya devam etmesi, şikayet etmeye bayılması, birbiri ardından dolaplar çevirmesi, sona ermedikçe, sona erdirilmedikçe, bunları kaşıyanlara prim vermeye devam edildiği müddetçe, bu manzaralar yaşanmaya devam eder.
Siyasette yol arkadaşlığı pazara kadar değil, mezara kadar denmiştir. Siyaset denen bir yola birlikte girmiş ve yol arkadaşı olmuşsanız, küsemezsiniz, birbirinize ağır sözler söyleyemezsiniz, sataşamazsınız, çünkü bu tavır, bu davranış değil size, kimselere yakışmaz!
Keskin sirke küpüne zarar denmiştir! Yapılması gereken ne mi olmalıdır?
Yarından itibaren, istisnasız herkesi dün bir araya geldiğimiz bu çatının altında toplanmaya davet ediyorum diyen bir tavır ve anlayış ortaya konmadıkça, geçmişte şikayet edilen her ne varsa, büyür gider, dün bunlardan şikayet edenlerin, şikayet edecek haklı sebepleri de kalmaz!
İL KONGRESİNDE SAKİNLİK VE SAKİN DURUŞ KAZANDI!
Siyaset uzun soluklu bir yarışsa eğer, bu yarışı kurallarına göre oynamak için herkesin önünde hem bir hayli zaman, hem de ders alınacak, ders çıkarılacak birçok örnek var!
Herkes eteğindeki taşları denize mi döker, bir uçurumdan aşağıya mı atar, ne yapar kendi bilir.
Konya, eteğine taş toplamayı, taş biriktirmeyi seven bir şehir. Eskiden taşları karşıdan karşıya atarlardı. İYi Parti kongresinde taşlar kürsüden savrulmaya başladı.
Savrulan taşların, karınlardaki şişleri indirmekten başka kime ne yararı oldu? Seçim kazandırdı mı?
Dün aynı dertlerden, aynı sıkıntılardan şikayet etmiyor muydunuz? Ne değişti? Yine eski huylar, eski adetler, eski alışkanlar mı depreşti?
İşte onun içindir ki; İl Kongresinde sakinlik ve sakin duruş kazandı. Hırçınlık, fevrilik, rakibini aşağılama ve sataşma kaybetti. İYİ parti delegesi, tahriklere, hırçınlığa, fevri çıkışlara, oldukça yakışıksız olan ifadelere ve hoş olmayan söylemlere prim vermedi!
KEŞKE YUNUSÇA KONUŞULABİLSEYDİ!
Her iki adayda oldukça iyi konuşan, hitabet noktasında sıkıntıları olmayan insanlardı. Nurdoğan Okur, keşke ne yapacağını, neler yapmak istediğini anlatan ve daha farklı bir şey yapabileceğini salona hissettiren bir konuşma yapmış olsaydı! Bunu pekala yapabilecek kabiliyete sahipti. Ancak bu yolu hiç denemedi.
En güzel sözler Çumra İlçe Başkanı Rafet Gülşen’e aitti. Adaylar onun dile getirdiği gibi Yunusça konuşabilirlerdi. Kırmadan, dökmeden, sataşmadan da konuşulamaz mıydı?
Bütün siyasi partilerde var olan küslükler, kırgınlıklar, anlaşılamamaktan kaynaklanan konular bugüne kadar kördüğüm haline getirildiği için, ayrılmalar ve kopmalar yaşanmadı mı?
Ne diyordu, Yunus Emre, “ Söz ola kese savaşı söz ola bitire başı / Söz ola ağılı aşı bal ile yağ ede bir söz.” Ağılı aşları bal ile yağ ettiniz de yapmayın diyen mi oldu? Savaşları, kavgaları, tartışmaları, uhulet ve suhuletle çözdünüz de, durun diye elinizden tutan mı oldu? “Sevelim, sevilelim, dünya kimseye kalmaz” diyen Yunus’u ne zaman hatırlayacağız?,
Pusula Gazetesi
Sana olan hayranlığımız her geçen yıl artarak devam ediyor. Bugün ak saçlarımızla seni anlatmaktan, o günleri yâd etmekten ne bıktık, ne usandık. O hatıralar bugün bizim için gurur kaynağı.
İyi ki, seni tanımış, iyi ki senin ardından bize açtığın yeni ufuklara doğru yürümüşüz.
Türk Vatanını, Türk Bayrağını, Türk devletini sevmeyi, gönül vermeyi, o heyecanı, o coşkuyu seninle birlikte yürüdüğümüz günlerde, yıllarda öğrendik hepimiz!
Türk olmaktan gurur duyduk!
Seninle birlikte, hiç korkmadan, en ufak bir tereddüt göstermeden koşa koşa yürüdüğümüz o kutlu yoldan aynı aşkla, aynı şevkle yürümeye devam ediyoruz.
Başbuğum! Seni ne kadar çok sevdiğimizi, sen gittikten sonra ne kadar yalnız kaldığımızı, seni ne kadar çok aradığımızı, sen aramızdan ayrıldıktan sonra çok daha fazla anladık.
Onun içindir ki, seni aramadığımız, seni anmadığımız gün olmadı!
Selam sana Başbuğum!
Aramızdan ayrılışının 23. yılında seni rahmetle, minnetle ve şükranla anıyoruz.
Ruhun şad, mekânın cennet olsun.
ANTEP’İN ETRAFI GÜL İLE DİKEN!
Gaziantep efsane bir şehir. 6 Şubat 1921 yılında “Gazi” unvanını almış, halkın Milli Mücadelede gösterdiği takdire şayan hizmetlerinden dolayı TBMM tarafından, mücadeleden 87 yıl sonra, 7 Şubat 2008 tarihinde çıkarılan 5734 sayılı kanunla da Gaziantep’e “İstiklal Madalyası” verilmişti.
Zeugma Müzesi, Panaroma Müzesi gezileriyle başlamıştı buluşmamız. Arkadaşlarımız müzeleri gezerken kucaklaştı, hasret giderdi. İlk kez bu buluşmada bir araya gelen eşlerimiz ve çocuklarımız tanıştılar, kaynaştılar, bizlerin arkadaşlığının derecesine bu buluşmada şahit oldular.
Gaziantep Zeugma Müzesi oldukça ilginçti, arkadaşlarımızın gayretleriyle ziyaretimize açılan, henüz resmi açılışı yapılmayan ve Gaziantep savunmasını konu alan, Gaziantep Panaroma Müzesi ise tek kelimeyle muhteşemdi.
Öğleden sonra, tarihin sıfır noktası diye anlatılan Göbekli Tepe’ye geldik. Dünyanın şu ana kadar belki de ilk tapınağı olan bölge 2019 yılını Göbekli Tepe yılı olarak ilan ettirmeye yetmişti. Göbekli Tepe her geçen gün çok daha fazla ilgi çekmeye namzet bir kazı alanı.
URFALIYAM EZELDEN…
Urfa isimsiz kahramanların şehri, Urfa’yı savunan gözünü budaktan esirgemeyenlerin şehri. İşgalci Fransızlara karşı direnen şehir. Ekim 1919’da Fransızlar tarafından işgal edilen Urfa, Yüzbaşı Ali Saip Ursavaş’ın, Hacı Mustafa Hacıkamiloğlu’nun başında bulunduğu Kuvayı Milliye birlikleriyle 10 Nisan 1920’de Fransızlardan geri alınmıştı.
12 Haziran 1984 tarihinde, Urfa halkının bu başarılarından dolayı TBMM, almış olduğu bir kararla Urfa ilimizin adını “Şanlıurfa” olarak değiştirmişti.
21 Eylül günü, Urfa Peygamberler şehri, Evliyalar şehri. Urfa’da Hz. Eyyub’un sabır mağarasını, Balıklı Gölü ve Hz. İbrahim Makamını ziyaretle başladık gezimize. Akşam sıra gecesine katıldık hep birlikte…
Urfa’daki sıra gecesinin ardından, 2 ve 3 nolu otobüsler geceyi geçirmek üzere Mardin’e doğru yol aldı. Bize gelince bizim otobüsümüz, Kilisli Süreyya Kepekçi kardeşimizin kılavuzluğunda, Nusaybin yollarına düştü. Gecenin 02.30 sularıydı. Gaziantep Buluşmasının 1 nolu Otobüsü Nusaybin’e girdi. Nasıl mı? “Ceddin deden, Neslin baban” dizeleriyle başlayan Mehter Marşıyla.
YOLA ÇIKTIM MARDİN’E…
22 Eylül günü, Nusaybin’den Midyat’a doğru yola çıktık. Midyat’a girmeden, Mor Gabriel Manastırını dolaştık, ardından Telkâri işlemeleriyle meşhur olan Midyat’a geldik. Midyat sonrasında ise, Türk Oğuz’un Kayı boyundan Türk Artuklu şehri olan Mardin’e.
Mardin, Sultan Alpaslan’ın beylerinden biri olan Artuk Bey’in oğlu Necmettin İlgazi’nin şehri. Artukluların İlgaziler kolunun payitahtı. Kahramanlıklarıyla ünlü Artukoğlu Sökmen Bey, Necmettin İlgazi ve yeğenleri Belek Bey, dönemlerinin efsane kahramanlarıydılar. Artukoğulları’nı bölgenin en güçlü beyliği haline getirmişlerdi.
Mardin tam anlamıyla bir Türk şehri. Türk Oğuzların Kayı boyu damgasını kullanmış olan Artuklu Başkenti Mardin’in merkez ilçesinin adı da Artuklu. Şehir Artuklu eserleriyle dolu.
Mardin adı, Bursa Eğitim Enstitüsü mezunları için, acı bir hatırayla anılan bir şehir!
Ben 1974 mezunuyum. Bursa Eğitim Enstitüsü son sınıfta olduğumuz günlerdi. İkinci sınıfta olan Aydın Nazilli’li adaşım ve sevdiğim arkadaşlardan Erol Özcan, bir gün yanında bir gençle yanıma geldi. Abi dedi, bu kardeşim Metin. Metin’le öyle tanışmıştık. Efendi, sessiz, sakin bir delikanlıydı.
Ne zaman Mardin lafı geçse, yüreğim burkulur, içime bir hüzün çöker, aklıma hep rahmetli Metin Özcan gelir.
Ben ve birçok arkadaşımın da sürgün olduğu, biz Ülkücülerin Milli Eğitimde mimli ve rahat edemeyecekleri yerlere sürgün edildiği yıldı 1977’ydi.
İşte o 1977 yılında şehit edildi Metin Özcan. Gencecik bir delikanlıydı.
Mardin’i o günlerden beri hiç sevemedim.
Mardin sokaklarında dolaşırken de, övüle üvüle göklere çıkarılan, tek gidişli Mardin’i varsın sevenler istediği kadar sevsin.
14 Mayıs 1977’de Mardin Merkez’de kaybetmiştik Metin Özcan kardeşimizi… Mardin Cumhuriyet Ortaokulu Türkçe Öğretmeniydi ve daha 23 yaşındaydı.
Cümle şehitlerimizle birlikte, şehit Metin Özcan kardeşimizin de ruhu şad, mekânı cennet olsun.
VEDA GÜNÜ
23 Eylül sabahı Halfeti’ye doğru çıktık. Halfeti, Birecik Barajı’nın uzantısı üzerindeki seyir tepeside dâhil olmak üzere oldukça ilgimizi çekti. Baraj sularında yaptığımız tekne turu gerçekten çok güzeldi. Tek üzüntümüz ağabeylerimizden Nurettin Bölük’ün Halfeti’de bir araç tarafından ayağının ezilmesiydi. Halfeti Devlet Hastanesinde ilk müdahalesi yapıldı. Bereket versin çok üzücü bir şey olmadığı kendi tarafından da açıklandı da, içimiz rahat etti.
Halfeti seyir tepesinde, herkes otobüslerden indi, nasip olursa bir yıl sonra, buluşma temennisiyle hep birlikte vedalaştık.
Halfeti sonrasında, Birecik-Kelaynak Tanıtım Merkezini de gezdikten sonra Gaziantep’e geldik. Gaziantep içinde biraz dolaştıktan sonra, Murathan Sayın kardeşimizin davetine icabet ederek onun bağ evine misafir olduk. Buradan da, araçlar havaalanına gidecekleri havaalanına, otogara gidecekleri otogara götürdü.
Gözlerimiz ilk günden itibaren gelmeyen, gelemeyen, hatta hiçbir buluşmada göremediğimiz arkadaşlarımızı ve ağabeylerimizi aradı.
Yarım asra yakın görüşemediğimiz, buluşamadığımız hasret gideremediğimiz arkadaşlarımız, kardeşlerimiz var. Dilerim, nasip olur, gelmeyen, gelemeyen arkadaşlarımızla da dünya gözüyle karşılaşmak ve kucaklaşmak nasip olur.
Mevla görelim neyler, neylerse güzel eyler…
SEVGİLİ KARDEŞLERİM, SEVGİLİ AĞABEYLERİM!
Bursa Eğitim Enstitüsü mezunları, imrenilecek buluşmalara imza atarken, yarım asra yaklaşan birlik, beraberlik ve kardeşlik duygularını ilk günkü gibi yaşatmaya devam ediyorlar.
Lakin Bursa bu işe üzülmüyor mu diye düşünmeden de edemiyorum.
Kadim Bursa şehri, dilerim bizlere gönül koymaz!
Onu ne kadar sevdiğimizi bilerek, bizleri hoş görür, gidin, arkadaşlarınızın da gönlünü hoş edin, onların şehirlerini de şenlendirin der diye düşünüyorum.
Bursa bizleri bağrına basan şehir, kanatlarının altına sığındığımız, gölgesinde ısındığımız, yağmurunda ıslandığımız, vefasıyla hüzünlenip ağladığımız şehir.
Bize bu ruhu, bu güzelliği Bursa yaşattı. Gözlerimizi kapayıncaya kadar devam edecek bir dostluk, arkadaşlık ve kardeşlik armağan etti her birimize!
Bursa’dan aldığımız ilhamla, Anadolu şehirlerini dolaşıyoruz. Bursa’nın rüzgârını her gittiğimiz yere taşıyoruz.
Ülkü denen, o ruhumuzu ateşleyen sevdamızı, görevli olduğumuz yıllarda Türkiye’mizin en ücra köşelerine kadar götürmedik mi?
Vefamızı, sevgimizi, saygımızı, bağlılığımızı sunmadık mı, bu ülkenin dağına, bağına, taşına, ovasına, toprağına, yaylasına…
Bugün gördük ki, cennetmekân olan ve halen yaşayan hocalarımızın, Bursa’da tutuşturarak elimize verdikleri meşaleler hiç sönmedi.
Farkındaysanız, bizler buluşarak, birbirimizi arayıp bularak bu buluşmaları değerli ve vazgeçilmez hale getirip, Bursa Eğitim Enstitüsü meşalesini söndürmüyoruz.
“Ben gelmedim davi için / Benim işim sevi için / Gönüller dost evi için / Gönüller yapmaya geldim” diyen Yunus gibi aramızda var olan sevgiyi ve kardeşliği pekiştirmek için geldiğimiz buluşma noktalarında, ortak noktalarımızın tahminler ötesi fazla olduğunu görmedik mi?
Dostlar her nerede olurlarsa olsunlar birbirini özlüyorlarsa, özlemişlerse buluşma noktaları onları sarıp sarmalamışsa, bunu anlatmaya kelimeler yetersiz ve aciz kalıyorsa ne diyelim?
Bursa Eğitim Enstitüsü ruhu işte budur, Bursa Eğitim Enstitülü olmanın tarifi budur demek sanıyorum, en doğrucası olacak!
Hz. Mevlana diyor ki, “İyi dostu oIanın aynaya ihtiyacı yoktur.”
Çünkü bizler, Bursa Eğitim Enstitüsü mezunları olarak, öğrencilik yıllarımızdan bugüne hoşgörüyü seçtik, anlayışı seçtik, birbirimizi sevmeyi seçtik, bizim aynalara onun için hiç ihtiyacımız olmadı, yarım asır sonra geriye doğru dönüp baktığımızda, anladık ki, birbirinden kopamayan kardeşten ileri insanlar olmuşuz. Bu güzelliği, bu duyguları nasıl yaşadığımıza eşlerimiz ve çocuklarımızda şahit oldular.
Rabbim buluşmalarımızı, dostluklarımızı, arkadaşlıklarımızı, kardeşliklerimizi, sevgi ve saygımızı gözlerimizi kapadığımız güne kadar daim eylesin inşallah…
Daha dün gibi her şey… Dün gibi yaşadıklarımız… Dünü kim silebilir, kim unutabilir, kim yok sayabilir, kim hiç yaşanmadı diyebilir?
Biz dün karşılaşmış, dost olmuş, o dün dediğimiz zaman diliminde birbirimize tutunmuştuk.
Dün dediğimiz o zaman dilimi, 1969’lu yılların ilk aylarında başlamıştı.
Bu zaman çerçevesinde, sınanmak ve sınanmışlık üstüne, dostluk ve arkadaşlık üstüne, vefa üstüne, birbirimizi yalnız bırakmama üstüne sayısız hayat hikâyeleri yaşadık hep birlikte.
Düştüğümüz yerden, kime tutunduk da kalktık ayağa?
Kime tutunduk da doğrulduk, kendimize geldik, toparlandık!
Kim elimi tut dedi?
Kim tutun bana dedi?
Kim birbirimize tutunalım dedi?
Bugün ayrı düştüklerimiz!
Ayrı düşürüldüklerimiz!
Kimler?
Kardeşlerimiz, can dostlarımız değiller mi?
Ne oldu bize?
Ne oldu de, küs gibiyiz, dargın gibiyiz birbirimize?
Hepimizin sevgisine mazhar olan sevdiklerimizi son yolcuklarını uğurlarken bile, gözlerimizi birbirimizden kaçırmamız neden?
Çok mu zor bir selam vermek?
Çok mu zor nasılsın diyebilmek?
O birbirine yıllar yılı tutunanlar, omuz omuza, el ele, gönül gönüle verenler, ne yazık ki bu haldeler!
Kimler ayırdı bizi?
Hangi zalim eller?
Kimler bir araya gelmemizi engelliyor?
Bilsek ne çare, söylesek ne çare, gel desek ne çare!
“Mevla görelim neyler / Neylerse güzel eyler diye” bekliyoruz.
*****
Biz birbirimizi birkaç gün öncesinde tanımadık. Bu tanışma tesadüfen olmadı. Yarım asır oldu tanışalı. Bir tanıştık, pir tanıştık denir ya…
O günden bugünlere kadar ara vermeden gelen, pazara kadar değil, mezara kadar sürecek bir dostluğun başlangıcıydı bu tanışmalar.
Kimimiz aynı mahallede büyüdük, kimimiz aynı okullarda okuduk, kimimiz aynı mesleğin içinde aynı dairelerde buluştuk.
Bizleri tanıştıran, birbirimize dost ve arkadaş eden, tutunduran, kader birliği yaptıran, aynı yolda, aynı sevdalarda buluşturana şükürler olsun!
Çok badireler atlatmıştık. Hayatımızın her anında birbirimizi çok daha iyi tanıdık. O günlerde öğrendik güvenmeyi, itimat etmeyi, dost dediğimizden zerrece şüphe etmemeyi.
Milli ve manevi değerlerimiz ortak noktamızdı. Bayrağımız Ay-yıldızlı Türk Bayrağı, milletimiz Türk Milleti, vatanımız Türkiye, devletimiz Türk devletiydi.
Bu güzel hasletlerin tamamına ülkü demiştik, ülkümüz demiştik.
İşte biz böyle bir ülkünün peşinde bir araya geldik, bir arada tutunduk.
Birbirimize kenetlendik.
En dik yokuşlarda,
En sarp yamaçlarda,
En çetrefilli ve keskin virajlarda birbirimize tutunarak ilerledik en zorlu yollarda,
Dondurucu soğuklarda, buz kesen ayazlarda…
Çöl misali yakan, kavuran yakıcı sıcaklarda,
Puslu gecelerde, islerde-sislerde…
Allah’tan başka kimseden korkmadık…
Ne ikbal bekledik, ne istikbal!
Ne mevki gözümüze gözüktü, ne makam aklımızı başımızdan aldı.
Çünkü; Bugünün yarını da vardı…
Varsın hakkımız huzuru mahşere kalsın dedi ve bu dünyadan ayrılıp gitti kardeşlerimiz, ağabeylerimiz ve ablalarımız…
*****
Bir zamanlar, can kardeşlerimizle, can dostlarımızla, omuz omuza verdiklerimizle, çok sevdiklerimizle, candan aziz bildiklerimizle, sırdaşlarımızla, haldaşlarımızla, gönüldaşlarımızla, aynı yolda yürüdüğümüz kader arkadaşlarımızla etle tırnak gibiydik.
Ayrılamayız diyorduk…
Bizi ayırmaya kimsenin gücü yetmez biliyorduk!
Kopamayız, bizi kimse koparamaz diyorduk…
Birdik, beraberdik, birbirimize tutunmuştuk…
Yanılmışız!
Büyük konuşmuşuz!
Herkesi, her yüzümüze güleni, her lafı eğip-bükeni, her yalanı doğru gibi söyleyeni, her içten pazarlıklıyı dost bilmişiz, yakın bilmişiz, yanımızda bilmişiz!
Bu göz alan, ayrılmaz, dağılmaz, top mermisi isabet etse parçalanmaz kenetlenme nazarlara geldi…
Birilerini rahatsız etti…
Aramıza nifak tohumları saçıldı…
Ayrılmaya en sinsi şekilde yol açan ayrık otları ekildi, gül diye, lale diye, leylak diye…
Aramıza kimler girmedi ki…
En olmadık laflar girdi… Kara kediler girdi…hasetlikler girdi…Kıskançlıklar girdi…Ara bozanlar girdi…Lafazanlar girdi… Akıl karıştıran akıldaneler girdi… Bu işe gönüllü olarak soyunanlar girdi…Huzurun huzursuz ettikleri girdi…Yalancılar girdi…Dikenler ve kara çalılar girdi…Siyaset girdi…Konjonktür girdi…
Birbirimize tutunduğumuz ellerimizi, çekip aldılar bizden.
Şimdi, “Köprülerin altından çok sular aktı” diyenler var. “Eski çamlar bardak oldu” diye örnekler getirenler var.
Ne oldu?
Seven sevdiğini unuttu mu?
Birbirimizden vaz mı geçtik?
Birbirimize tutunduğumuz o günleri silip attık mı?
Bir olmayı, birlikte olmayı, beraber olmayı, yine birbirimize tutunmayı özlemedik mi sanıyorsunuz?
“Bir ölür bin diriliriz” sözü de bizden size bir hatırlatma olsun!
Dün birbirine tutunanların;
Tek devlet değil, Türk devleti…Tek bayrak değil, Türk bayrağı… Tek millet değil Türk milleti…
Altında buluşacağı ve birbirine tutunacağı, o kutlu diriliş gününe selam olsun!
Tam bir insanlık dramının yaşandığı, sesini dünyaya duyuramadığı, duyurmak için başta soydaşları olmak üzere kapılarını çaldığı dünyanın,
Unutulmuş, göz ardı edilmiş, Uygur Türkü kardeşlerimizin yaşadığı bir coğrafya.
İnsan zor zamanında ne yapar?
Kardeşine gider…
Kimin kapısını çalar?
Kardeşinin!
Hele ki o kardeşle arasında din bağı, kan bağı, soydaşlık ve dindaşlık varsa. Ve her şeyden önce arada binlerce yıla dayanan gönül köprüleri varsa.
Kardeş kim mi?
Elbette Türkiye!
“Çin milletinin sözü tatlı, ipek kumaşı yumuşak imiş. Tatlı sözle, yumuşak ipek kumaşla aldatıp uzak milleti öylece yaklaştırırmış. Yaklaştırıp, konduktan sonra, kötü şeyleri o zaman düşünürmüş. İyi bilgili insanı, iyi cesur insanı yürütmezmiş. Bir insan yanılsa kabilesine, milletine akrabasına kadar barındırmaz imiş. Tatlı sözüne, yumuşak ipek kumaşına aldanıp çok çok, Türk milleti, öldün; Türk milleti öleceksin!”
Kardeşi Kül Tigin adına dikilen anıtta ‘da, çok daha kesin bir ifadeyle, “O yere doğru gidersen, Türk milleti öleceksin!” denilmiştir.
Hiçbir şeyden haberleri yokmuş gibi…
Doğu Türkistan ‘da neler oluyor diye soruyorlar!
Neler olmuyor ki…
Soykırım var…
Asimilasyon var.
Bir yerden bir yere gitme hürriyetleri kısıtlama var!
Dini ibadetlerini yapmaları yasak, yasak olduğu gibi, karşılığı Çin zindanları.
Kendi dillerini konuşmaları suç…
Çocuklarına Türkçe adlar koymaları suç!
Doğu Türkistan’ın şairleri, alimleri, din adamları, sanatçıları, ozanları zindanlarda.
Urumçi, Hotan, Kaşgar, Turfan, Yarkent, Aksu, Altay, Gulca gibi kadim Türk şehirleri, Çinlilerin uyguladığı iskan politikası gereği işgal altında.
Çin’e, ne İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi söküyor, ne de insan olmanın, insanca yaşamanın onurlu davranışı.
Doğu Türkistan, petrol zengini, maden zengini bir coğrafya üzerine kurulu. Yeni dünyanın yeni sömürgecilerinden biri de Çin. Doğu Türkistan’ı yuttuktan sonra, bakalım sırada hangi coğrafyalar var?
Geçtiğimiz Pazar günü, Uygur Akademisi, Ahde Vefa Turan Derneği ve Türk Ocağı’nın ortak faaliyeti olan,” Toplama Kampları ve Uygur Aydınlarının akıbeti ” konulu programda, Uygur Akademisinden Abdülhamit Karahan, Abdülcan Eruygur, Dünya Uygur Kongresi sekreteri Erkin Emet birer konuşma ve sunum yaptılar.
Bu sunumda, Çin devletinin uyguladığı soy kırım ve dönüştürme politikasını anlattılar.
Doğu Türkistan’ın durumu içler acısı.
Doğu Türkistan resmen bir açık hava hapishanesi.
Akıbeti bilinmeyen Uygur aydınlarının bir bakıyorsunuz, Çin zindanlarından ölüm haberleri geliyor.
Hatırlarsanız, yaklaşık iki yıl önce tutuklanan Doğu Türkistan’ın dünyaca ünlü halk ozanı Abdurehim Heyit’in önce ölüm haberi gelmiş, dünya çapında gösterilen infial üzerine, yaşadığına dair görüntüler yayınlanmıştı.
Dünya, Hitler’in toplama kamplarından, milyonlarca günahsız ve masum insanı öldürmesinden, Demirperde Ülkeleri olarak anlatılan Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliğinin, Sibirya’daki toplama kamplarından rejim muhalifi olarak gördüğü biçare masum ve mazlum milletlerin yok edilmesinden çok çekti.
İnsanlık suçu işleyen liderler ve devletler nefretle ve beddualarla anılmaya devam ediliyor.
Bugün Çin Devletinin yaptığı da, budur.
Doğu Türkistan, hem soydaşımız, hem de din kardeşimiz olan insanların yaşadığı bir coğrafya, Çinlilerin Sinkiang dediği , Sincan Uygur Özerk Bölgesi, Çinlileştirilmek için sistemli, planlı ve maksatlı programların uygulandığı bir coğrafya.
Uygur kızlarının zorla, Çinli erkeklerle evlendirildiği…
Sözüm ona, akrabalık tesis etme adıyla, Çinli kadınların, ya da Çinli erkeklerin Türk aileler içine yerleştirilmesi, bu insanların o evlerde yatılı kalması olağan hadiselerden.
25 milyon Uygur Türkü, kendini en üstün ırk gören, Çinliler tarafından asimile edilmeye çalışılıyor.
Çin, Doğu Türkistan’la, kedinin fare ile oynadığı gibi oynuyor.
Hürriyetleri tamamen kısıtlı insanları, cezalandırıyor. Sürüyor, hakaretler yağdırıyor, inandığı ve hassas olduğu ne varsa yerle bir ediyor.
Uygur Türkü kardeşlerimiz, derdini dökmeye ilk önce nereye geliyorlar?
Kardeşlerine!
Yani bize, Türkiye’ye!
Kardeş diye bize geliyorlar, bize içlerini döküyorlar, bize dertlerini anlatıyorlar. Onları öncelikle biz dinlemezsek, biz yardımcı olmazsak, biz ellerinden tutmazsak, kim dinleyecek, kim anlayacak, kim çare arayacak Doğu Türkistan’a?