Almanya’daki Federal Meclis Seçimi’nde son ana gelindi. Seçimleri diğer seçimlerden ayıran en önemli özellik ise Eski Şansölye Angela Merkel sonrası Almanya’daki oluşacak siyasi ortam. Federal Seçim Kurulu’nun yaptığı açıklamada seçimlerin geçici sonuca göre galibi %25,7 oy oranıyla Olaf Scholz’un şansölye adayı olduğu Sosyal Demokratlar (SDP) oldu. Merkel’in halefi olan Armin Laschet liderliğinde Hristiyan Demokratlar (CDU/CSU) ise %24,1 oy oranıyla parti tarihindeki en düşük oy oranında kaldı. Annalena Baerbock yönetimindeki Yeşiller (Grüne) ise %14,8 oy oranına ulaşarak kuruluşundan beri en yüksek oyu aldı. Aynı zamanda 118 koltuk alarak mecliste kilit konuma ulaştı. Son olarak da Hür Demokratlar (FDP) %11,5 ve Almanya için Alternatif (AfD) %10,3 oy oranlarına ulaştılar.
Seçimlerdeki genel stratejilere bakıldığında CDU/CSU’nun stratejisi 2005’ten beri Angela Merkel önderliğinde iktidarın yükünü taşıması ve Merkel’in görevi bırakması sonrası yeni liderlerini belirlemesi üzerine kuruldu. Bu strateji sonrasında Armin Laschet üzerinde uzlaşıya varıldı. Merkel sonrası böylesine bir sorumluluğu taşıma konusunda Armin Laschet’i zorlu bir süreç bekliyor.
Seçimin galibi olan Sosyal Demokratlar ise 2002 sonrası seçimlerden sonra ilk defa koalisyonların büyük ortağı olmanın fırsatını yakalamış gözüküyor. Olaf Scholz’u yükselten 2011-2018 Hamburg eyalet başkanlığı yapması, 2018’den itibaren de maliye bakanlığını ve başbakan yardımcılığını üstlenmesi Almanya’da, G20 zirvesindeki küresel asgari vergi teklifiyle de dünyada adından söz ettirdi. Bununla birlikte bakanlık geçmişinde dolayı COVID-19 sebebiyle ekonomik yardımlar, ödemelerde ertelemeler gibi vaatleri Alman halkının takdirini kazandı.
Seçimin Sosyal Demokratlardan damga vuran partisi Yeşiller desek çok da yanlış olmaz. Parti tarihinin en çok oy oranına ulaştığı bu seçimi, parti lideri Annalena Baerbock seçim kampanyasının başında yapılan hatalardan dolayı “sevinilecek bir şey olmadığı” açıklamasında bulundu. Özellikle çevre politikaları ve iklim krizine karşı önlemlerle alakalı girişimlerinden dolayı halk tarafından ödüllendirildikleri düşünülebilir.
Olası koalisyonlara geldiğimiz zaman başta Yeşiller olmak üzere Hür Demokratlar bu seçimlerde kilit parti olarak karşımıza çıkıyor. İlk ve en muhtemel koalisyon seçeneği Sosyal Demokratlar-Yeşiller-Hür Demokratlar olarak gözüküyor. Olaf Scholz yaptığı son açıklamada bu partilerin oylarını yükselttiği ve bu durumun halkın bu üç partinin oluşturacağı koalisyonu istediği olarak yorumladığı görülüyor. İkinci ama zayıf ihtimal olarak görülen seçenek ise Sosyal Demokratların dışarıda kaldığı Hristiyan Demokratlar-Yeşiller-Hür Demokratlar tarafından kurulan koalisyondur. Bu koalisyonun kurulup kurulmaması hakkında kesin bir yargıya varmak zor olsa da 2017 seçimlerinde bu koalisyon girişiminin başarısız olduğuna değinmekte fayda var. Üçüncü ve diğerlerine nazaran en düşük ihtimal olarak karşımıza çıkan Sosyal Demokratlar-Hristiyan Demokratlar tarafından oluşturulan Büyük Koalisyon. Bu ihtimalin diğerlerine nazaran daha düşük olmasının sebebi de iki partinin de 2013 yılından beri süre gelen bu koalisyonun yıprandığı görüşü. Ayrıca özellikle Olaf Scholz seçim kampanyasında başta Hristiyan Demokratlar olmak üzere sert tavırlar sergilediği düşünüldüğünde bu ihtimalin, Yeşiller ve Hür Demokratlar’ın iknası zora düşene kadar, gündeme gelmesi zor gözüküyor. Bu yüzden iki büyük partinin de ilk amacı üçüncü ve dördüncü sırada bulunan Yeşiller ve Hür Demokratları ikna etmek olacak.
Koalisyonların Türkiye için önemine değindiğimizde Scholz başbakanlığında kurulan hükümet Türkiye’ye karşı politikasını sertleştirecek gözükmektedir. Özellikle sosyal demokrasi anlayışına sahip olan Sosyal Demokratlar Türkiye’nin iç politikadaki tutumunu eleştireceği öngörülüyor. Özetle Türkiye’de insan haklarına, basın, ifade ve toplanma özgürlüğüne karşı oluşacak herhangi bir olumsuz tavır, Türkiye-Almanya ilişkilerine zarar verebilir.
Bir diğer koalisyon durumunda yani Laschet başkanlığındaki hükümet Merkel’in anlayışını takip edecek gibi gözüküyor. Çünkü Laschet seçim kampanyası boyunca Angela Merkel’in siyasetini sürdürmek istediğini defalarca kez söyledi. Her ne kadar bazı görüşlerde görüş ayrılığı olsa da Merkel döneminde Türkiye’nin Almanya ve AB için daimi ortak anlayışı hakimdi. Başbakan olması durumunda Laschet’in söylemleri ile bu söylemleri pratiğe dökmesi test edilmiş olacak.
Özetle Almanya’da hükümeti hangi parti kurarsa kursun Merkel’in görevden çekilmiş olması nedeniyle yeni bir dönem başlıyor. Bu durum Almanya’nın hem iç politikasını hem de dış politikasını mutlaka etkileyecektir. Koalisyon kurma girişimlerinin iki büyük partinin de önderliğinde olabilmesi ve diğer iki partinin de bu partileri seçme özgürlüğüne sahip olması veya son ihtimal olarak da iki büyük partinin pratikte birbiri ile ittifak kurabiliyor olması Almanya’daki demokrasi anlayışının, ideolojik radikalizme karşı güzel bir kültür örneği geliştirdiğinin kanıtıdır. Almanya’nın Türkiye ile ilişkilerinin ayrıntılı olarak nasıl bir hal alacağını da hükümet kurulduktan sonra hep birlikte göreceğiz.
Ömer Cihan ŞAN- 21yyte.org