Av. Mehmet Bacaksız
Av. Mehmet Bacaksız
  1. Haberler
  2. Yazarlar
  3. Artık Türk Askeri Arap Çöllerinde Ölmeyecek

Artık Türk Askeri Arap Çöllerinde Ölmeyecek

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Bu makale, Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerindeki askeri yapıyı, özellikle alaylı ve mektepli subaylar arasındaki çekişmeyi inceleyerek başlamaktadır. Yazar, Enver Paşa’nın reformları ile alaylı subayların tasfiye edilmesini ve iyi eğitimli mektepli subayların Birinci Dünya Savaşı ile Kurtuluş Savaşı’ndaki büyük rolünü vurgulamaktadır. Metin, bu subayların Arap ihanetine bizzat tanıklık etmelerinin ve Mustafa Kemal Atatürk’ün bu deneyimden yola çıkarak Arap coğrafyasıyla kader ortaklığı yapmaktan vazgeçtiğini ileri sürmektedir. Sonuç olarak, yazar, Türkiye’nin artık İslam veya Arap dünyasının lideri olmadığını ve gelecekte Türk askerinin Arap çöllerinde ölmemesi gerektiğini belirten dört temel sonuca varmaktadır.

 

  1. yüzyılın sonları, 20. Yüzyıl başlarında Osmanlı Devleti’nde orduda iki tür subay vardır. 1- Alaylı subaylar, 2- Mektepli subaylar. Alaylı subaylar, er olarak askerliğe başlayıp yetenekleri sebebiyle terfi ederek subay rütbesine kadar yükselebilenlerdir. Mektepli subaylar ise askeri ortaokul, askeri lise, harp okulunu bitirerek subay olanlardır. Kurmay sınıfı da mektepli subaylar arasından harp akademisini kazanarak kurmay olan subaylardan oluşmaktadır. Alaylı subaylar arasında okuma yazma bilmeyenler dahi vardır. Yeni silahların, yeni harp usul ve tekniklerinin ortaya çıkmasıyla alaylı subayların ordudaki etkinlik ve başarı düzeyi son derece azalmıştır. Bunun yanında subaylar arasında alaylı- mektepli çekişmesi yaşanmaktadır. Bu durum, askerlik için çok önemli olan disiplin ve emir-komuta zincirini son derece olumsuz etkilemektedir. Enver Paşa, 1913 yılında Harbiye Nazırı (Savunma Bakanı) olunca alaylı subayları emekli etmek suretiyle ordudan tasfiye etmiştir.

Mektepli subaylar, iyi eğitimli, ateşli vatansever, canını çekinmeden verecek düzeyde fedakar subaylardı. 1. Dünya Savaşı’nın tüm cephelerinde ve Kurtuluş Savaşı’ında kazanılan başarılarda mektepli subayların rolü çok büyüktür. Mektepli subaylar, Irak, Suriye, Filistin, Arabistan ve Yemen Cephelerinde Araplar’ın İngilizlerle işbirliği yaparak ordumuzu arkadan vurmak suretiyle yaptıkları ihaneti birebir yaşamışlar, bu sebeple kahrolmuşlardır.  Mustafa Kemal Atatürk de Suriye ve Filistin Cepheleri’ndeki görevleri nedeniyle Arap İhaneti’ne birebir tanık olmuştur.  Atatürk,   Türk Milletine yaptıkları ihanet nedeniyle artık Araplar’la kader ortaklığı yapılamayacağını çok iyi anlamış, bundan sonraki çalışmalarını bu acı gerçek doğrultusunda gerçekleştirmiştir.

Atatürk, Büyük Nutuk’un giriş kısmında Samsun’a çıkmasından sonra memleketin genel durumunu, düşünülen kurtuluş çarelerini özetledikten sonra kendi kararını BENİM KARARIM başlığı altında şöyle açıklamıştır: Efendiler, ben bu kararların hiçbirinde isabet görmedim. Çünkü bu kararların dayandığı bütün deliller ve mantıklar çürüktü, temelsizdi. Gerçekte içinde bulunduğumuz o tarihte, Osmanlı Devleti nin temelleri çökmüş, ömrü tamamlanmıştı. Osmanlı memleketleri tamamen parçalanmıştı. Ortada bir avuç Türk’ün barındığı bir ata yurdu kalmıştı. Son mesele bunun da taksimini sağlamaya çalışmaktan ibaretti. Osmanlı Devleti onun istiklâli padişah, halife, hükûmet, bunların hepsi anlamı kalmamış birtakım boş sözlerden ibaretti. Neyin ve kimin dokunulmazlığı için kimden ne gibi yardım sağlanmak isteniyordu? O halde ciddî ve gerçek karar ne olabilirdi? Efendiler, bu durum karşısında bir tek karar vardı. O da milIî hâki’miyete dayanan, kayıtsız şartsız, bağımsız yeni bir Türk devleti kurmak! İşte, daha İstanbul’dan çıkmadan önce düşündüğümüz ve Samsun’da Anadolu topraklarına ayak basar basmaz uygulanmasına başladığımız karar, bu karar olmuştur.

Atatürk, Cumhuriyet’i kurduktan sonra bütün enerjisini Türkiye’yi imar etmek, kalkındırmak, milletimizi refah ve medeniyet bakımından geliştirmek için harcadı. Atatürk, böyle yapmakla İslam Alemi’nin liderliği iddiasından da vazgeçmiş oluyordu. Türk Milleti, Osmanlı Dönemi’nde İslam Alemi’ni korumak, kurtarmak kaygısıyla varını, yoğunu tüketmiş, bizzat yok olma durumuna gelmişti. Bu saatten sonra Türk Milleti’nin İslam Alemi’nin liderliğini yapmak gibi bir iddiası olamazdı. Bunun yanında zaten İslam Alemi’nin (Özellikle Araplar’ın) böyle bir talebi de yoktu. Böyle bir talepleri olsaydı, herhalde İngilizler’le işbirliği yaparak Türk Ordusu’nu arkadan vurmazlardı.

Cumhuriyet’in kurulmasından sonraki dönemde özellikle Arap Ülkeleri’nden dostane bir yaklaşım görmedik. Araplar’ın ülkemize karşı zaman zaman hasmane tutumlarını, Rumlar’ı, Yunanlılar’ı, Ermeniler’i desteklediklerine de maalesef şahit olduk. Bu tespitlerimizden birtakım sonuçlar çıkarmak gerekmektedir. Şahsen, benim çıkarabildiğim sonuçlar şunlar:

1- Türkiye, İslam Ülkeleri’nin lideri değildir. Zaten, İslam Ülkeleri’nin de bu yönde talepleri  yoktur.

2- Türkiye’nin Arap   Ülkeleri’ni savunmak hak ve yetkisi olmadığı gibi böyle bir görevi de yoktur.

3- Her ülkenin milli davası olabilir. Ancak, diğer ülkelerin milli davaları bizim milli davamız değildir. Bu çerçevede Filistin Türkiye’nin milli davası değildir.

4- BUNDAN BÖYLE ARTIK TÜRK ASKERİ ARAP ÇÖLLERİ’NDE ÖLMEYECEKTİR.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

KAI ile Haber Hakkında Sohbet
Sohbet sistemi şu anda aktif değil. Lütfen daha sonra tekrar deneyin.