Yusuf Dülger
Yusuf Dülger
  1. Haberler
  2. Yazarlar
  3. Dert Aynı Çare Aynı

Dert Aynı Çare Aynı

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Yusuf Dülger’in “Dert Aynı Çare Aynı” başlıklı yazısı, Osmanlı Devleti’nin yıkılış nedenlerini ve bu sürecin ardından Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş aşamasını ele almaktadır. Yazar, halk iradesinin dışlanması, milli kimliğin zayıflaması ve eğitimin yetersizliğini Osmanlı’nın çöküşünün temel sebepleri olarak göstermektedir. Metin, Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğindeki bağımsızlık mücadelesini, özellikle Erzurum ve Sivas Kongreleri’nde alınan “Ya istiklal ya ölüm” kararlarını ve mandacılığa karşı duruşu vurgulamaktadır. Ayrıca, İstanbul Hükümeti’nin işbirlikçi tavrını ve saltanatın kaldırılma sürecini de inceleyen metin, Atatürk’ün milli egemenlik ve bağımsızlık ilkesine dayalı programını mevcut sorunlara çare olarak sunmaktadır.

 

Osmanlı Devleti 30 Ekim 1918’de yıkıldı. O yıkılışın ana nedenleri arasında halk iradesinin dışlanması, millî kimliğin çürümesi, eğitim ve öğretimin ilkelliği var.  Osmanlı toprakları 5 Kasım 1918’den itibaren işgale başladı. İstanbul Hükümeti kurtuluş için harekete geçen Mustafa Kemal’i 8-9 Temmuz 1919’da görevden aldı, “İstanbul’a gel” dedi. Mustafa Kemal aynı gece askerlikten istifa etti, Erzurum’da bir heyet oluşturdu. Heyet, 23 Memmuz-7 Ağustos 1919 günleri arasında, şu kararları aldı:

Vatan bir bütündür parçalanamaz. Millet olarak işgallere karşı konacak, millî irade egemen kılınacaktır. Manda ve himaye kabul edilmeyecektir. Millî bir meclis oluşturulacak, hükümetin çalışmalarını denetleyecektir.”

Bu heyet sonra 4-11 Eylül 1919 günlerinde Sivas’ta toplandı. Erzurum’da alınan kararların yanında, ülke çapındaki Müdafaa-i Hukuk Derneklerini birleştirdi.

Sivas’ta, kurtuluş için Amerikan mandasını önerenler oldu. Kara Vasıf, İsmail Fazıl, Bekir Sami, İsmail Hami, Halide Edip bunlardan birkaçıdır. Gençliği temsilen İstanbul’dan Sivas’a gelen Necip Ali, Hikmet Bey gibi gençler mandaya karşı çıktılar. Mustafa Kemal, “Azınlıkta kalsak bile mandayı kabul etmeyeceğiz. Parolamız tektir ve değişmez. Ya istiklal ya ölüm” dedi, mandacılığı reddetti.[1]

İngiliz Amirali Robeck, Lord Curzon’a gönderdiği 17 Eylül 1919 tarihli raporunda, “Türk milliyetçileri yabancı himayeyi reddediyorlar” der, Mustafa Kemal’in bağımsızlıkçı kişiliğine vurgu yapar.[2]

Erzurum ve Sivas Kongrelerine ülkenin değişik yerlerinden delegeler geldi. Bunlar yörelerinden seçilerek geldikleri için oluşan heyete, “Temsil Heyeti” dendi. Bu heyet daha sonra Ankara’ya geldi, TBMM’nin açılmasıyla görevi sona erdi. Bu süreçte alınan karar, yaşanan gelişme ve olayların bazıları şunlar:

Kurtuluşa kadar savaş, saltanatın kaldırılması, devrim yasalarının çıkarılması vs.

Mustafa Kemal’in bağımsızlıkçı, millî egemenlikçi bir yol izleyeceğini sezen İngiltere’nin İstanbul’daki Yüksek Komiseri Calthorpe, İstanbul Hükümeti’ne verdiği direktifte (8 Haziran 1919), Mustafa Kemal ile Cemal Paşa’nın da İstanbul’a çağrılmasını istedi.[3] Mustafa Kemal bu çağrıyı dinlemedi. Şeyhülislam Dürrizade Abdullah, Atatürk ve silâh arkadaşlarının idamı için bir fetva hazırladı. Fetva 11 Nisan 1920 tarihli Takvimi Vekayi’de (resim gazete) yayınlandı.

TBMM 1 Kasım 1920’de saltanatı kaldırdı, Vahdettin’in yurt dışına çıkarılması kararını aldı. Vahdettin, İngilizlerin İstanbul İşgal Kuvvetleri Komutanı General Harrington’a yazdığı 16 Kasım 1922 günlü mektubunda İngilizlerin himayesine sığınmak istediğini belirtti. Vahdettin Amerika Cumhurbaşkanı’na da bir mektup yazdı. 13 Mart 1924 tarihli bu mektubunda, Amerika’dan da yardım istedi.[4]

Antidemokratik ve hukuksuz yönetimlerde yöneticiler saltanatlarını sürdürmek için halkı sürüleştirme, kul köle yapma, korkutma, kutsal duyguları sömürme, öncüleri yok etme, halkı birbirine düşürme, düşmanlarla iş birliği yaparak kendi ulus ve devletini yok etmek gibi ahlaksızlıkları yaparlar. Bunları Vahdettin, II. Abdülhamit ve birçok Osmanlı padişahının hayatında, Türkiye’nin bu yıllarında bile görüyoruz. Bunu iyi bilen Mustafa Kemal daha Sivas’ta iken çıkarttığı İrade-i Milliye Gazetesi’nin baş yazısında (17.9. 1919 gün ve ikinci sayısında) der ki:

Dünyanın hiçbir yerinde ve hiçbir devrinde büyük ve uygar bir millet bulamazsınız ki, başındaki hükümet birtakım hırsızlıklardan, hainlerden, vatanlarını satmaya başlamış hayasızlardan ve hangi asırda bulunduğunu unutmuş birtakım cahillerle gafillerden mürekkep olabilsin.[5]

Dünyanın büyük ve uygar bir milleti olarak biz bugüne kadar birtakım hırsız, hain, vatan satıcı ve iş birlikçi yöneticileri yaşattık ve hâlâ yaşatıyoruz. Tabii ki bunun bedelini ödedik. Aklımızı kullanmazsak, dar düşünce kalıplarıyla yaşamayı sürdürürsek, daha çok ağır bedeller öderiz. Bunu bugün çok düşüneceğiz.  

Sömürgeciler bağımsızlıkçı ve ulusçu devlet adamlarını gözden düşürmek, ulus devletleri yıkmak için uğraşırlar. Mustafa Kemal bağımsızlıkçı ve ulusçu bir devlet adamı olduğu, işgalcileri Türkiye’den kovduğu için İngiltere Atatürk’ü sevmez, Atatürkçülere “Kemalistler” der. İçimizdeki cahil ve kandırılmışlar düşmanın oyunundalar. Bunlar şimdi Türkiye Cumhuriyeti’ne “Kemalizm”, Atatürkçülere “Kemalistler” diye   diye hakaret ediyorlar.

Tarihin despotları hep halkı birbirine düşürerek, rakiplerini ezerek yaşadılar ama bu dünyaya kazık çakamadılar, ölüp gittiler. Bu bundan sonra da böyle olacak. Günümüzün politikacıları bunu kavramalılar. Toplumu germek, düşmanlıklar yaratmak insanlık değildir. Bir politikacının devlet ve ulusunu kutuplaştırması cinayettir. Böylelerini ayakta tutanlar, milletin başına bela yaptıkları kişileri uyarmalılar, dinlemezlerse desteklerini çekmeliler, suç ortağı olmamalılar.

Türk milleti olarak bugüne kadar çok dert çektik. Ama o dertlerin dermanını hep bulduk. Geri dönüp bakınca, dertlerimizin Fatih Sultan Mehmet’ten sonra artığını, Osmanlı’nın son yüzyılındaki dertlerin Osmanlı’yı yıktığını görüyoruz. Mustafa Kemal, Osmanlı’yı yıkan dertleri beyin ve toplumsal bünyemizden kazıyarak Türkiye Cumhuriyeti’ni kurdu. Günümüzün kimi yönetici ve oluşumları Osmanlı’nın o yıkıcı dertlerini beyin ve toplumsal bünyemize taşıyarak bizi hastalandırmaya başladılar. Bu derdin çaresi aynıdır; Mustafa Kemal Atatürk’ün programı!

 

 


[1]Kemal Arıburnu, Sivas Kongresi s. 105-115. Atatürk Araştırma Merkezi Yayını Ankara 1997
[2] Prof. Dr. Hamza Eroğlu, Türk İnkılâp tarihi, s. 195. Milli Eğitim Basımevi İstanbul 1982
[3] Hüseyin Menç, Millî Mücadele Yıllarında Amasya, s. 272-273. Amasya Belediyesi Yayını, Ankara 2010
[4] Kaynak ve belgeleri için bakınız Yusuf Dülger, Cumhuriyete Geçişin Zorlukları ve Bozkır-Konya İsyanları s. 86-90. Konya 2024
[5] İrâde-i Milliye Gazetesi, Sayı 2, s. 23. Buruciye Yayını III. Baskı, Sivas 2013

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

KAI ile Haber Hakkında Sohbet
Sohbet sistemi şu anda aktif değil. Lütfen daha sonra tekrar deneyin.